Askerin dili emir ve talimatların yerine getirilmesiyle doğrudan ilgilidir. Garsonda ise dil, daha çok hizmet çağrıştırır. Politikacı retorik ustasıdır, incir kabuğunu doldurmayacak konularda saatlerce demogojiyle ahkam kesebilir. Doktorun dilinden tıbbi terimleri çıkartırsanız kimseler sizi anlayamaz. Örneklemeleri çoğaltarak sıralamak mümkün. Kısaca denilmek istenilen, dilin her mesleğin, yapılan işin içeriğiyle, yapısıyla direk bir ilişkisi sözkonusudur. O halde yazarın, edebiyatla uğraşanın dili yukarıdaki ve diğer mesleklerdeki insanlardan farklı olmak zorundadır. Sevilen, asker gibi konuşan veya yazan bir yazar tanıyor musunuz? Ya da siyasetin dili ile ağzını ve yazısını açıp kapatan, bitireni yazı dünyası nasıl karşılar bilir misiniz?

O halde nedir edebiyatçının dili, nasıl olmalıdır, diğer söylemlerden, ifadelerden ne gibi farklılıklar taşır, değişir, eşeleyip irdelemek bilincimize önemli katkılar sunabilir? En azından bu işlerle uğraşanlar için ciddiyet ve önem arzedebilir.

Unutulmamalıdır ki edebiyatçı bir sanatçıdır, kültür insanıdır, ataları gibi yaratıcı bir mirasın temsilcisi, köklü, yerleşik ve kadim hem de geleneksel zincirin bir halkasıdır. Dili de buna uygun, buna ait olmak zorundadır. Ölümcül ve zehirli siyasetin alternatifi olmasa bile merhemidir, yol açtığı yaralarının iyileştiricisidir, ilacıdır.

Dili, yaratma üzerine ve üzerinde yükselmelidir sanatçının, yok etme, yıkma, yakınma değil. Edebiyatçının umut saçanı, ısıtanı, ışık vereni makbüldür; insanın içini karartanı, sürekli şikayet edip dövüneni değil. Koşulların olumsuzluğu, ötekileştirilenlerin dilsizliğini kabullenemeyişi onu harekete geçirmiştir. Söylemek istedikleri, anlatmak, dile getirmek istedikleri vardır. Radikalizmden çok liberalizme yatkındır, ama sözkonusu olan genel ilkeler ve yine genelin çıkarıysa ultra radikallerden dahi daha keskin olabilir.

Edebiyatçının dili, herkesin konuştuğu ortamda suskundur. Kimselerin sesinin çıkmadığı ortamda cesur ve korkusuzca bangır bangır bağırmasını bilmelidir. Hepsinden önemliside o ezilenin, horlananın, dışlanıp, itilip kakılanın, ayrımcılığa, haksızlığa uğrayanların, mazlumların yanındadır. Onların anlatamadıklarını, bilinip şahit olunan ama bir türlü dile getirilemeyenlerin, konuşulamayanlarının anlatıcısıdır. Ucuz kahraman, arslan asker, vatan kurtaran sıfat ve tanımlamalara bu yüzden uzaktır.

Edebiyatçının dili ürettikçe vardır, yazdıkça yer edinir, yayılır, kabul veya ret görür. Konuşup tartıştıkça, asıl işini unutup yazmak yerine sohbeti, gevezeliği seçtikçe değil. Herkes edebiyata yabancıymış, uzak, mesafeli ve soğukmuş. Ah bir bilseler edebiyatın asıl tam da kendileri olduğunu, onun ne anlama geldiğini, onunla hayatın nasıl da şenlendirilip daha bir yaşanılır hale getirileceğini. Ona biz yazarlardan çok bu beğenilmeyip küçümsenen insanlar yani okurlar sahip çıkacak. Tarihi bir not olarak algılanmalı bu cümle, her göçmen, yerinden yurdundan, insanından, toprağından uzak her insan potanseiyel bir edebiyatseverdir, edebiyatçıdır. Ruhundaki fırtınaları, içindeki anlam verip çözemediği çalkantıları ancak edebiyat durgunlaştırıp dindirebilir.

Edebiyatçı anlatıcıdır. Gerçek hayatta gördüklerinden esinlendiklerini yeniden kurgulayıp kendine has bir üslup ve özgünlükle yeniden dillendirmesidir uğraştığı asıl iş. Sanatı kalemi, kaleminden dökülenlerin verdiği tatdır. Onu kurtarıcı sanmak, haksız ve yersiz misyonlar yüklemek, onu okumadan onu bildiğini sanmak ve bunu ileri sürmek gaflet ve cehaletten başka bir şey değildir.

Avrupalı göçmenler arasına hemen her yıl yeni bir edebiyatçı, yeni bir yazar katılıyor. Demek ki göçmenler yıllar geçtikçe kendilerini ifade edebilecekleri mekanizmalara yavaş yavaş dahi olsa kavuşuyorlar. Yakında gündem yazılanların okunması, anlaşılması, konuşulup tartışılmasıyla meşgul olursa şaşırmayın. Bu anlamda bu ilk yazıyla siz değerli okurları sevgi ve dostlukla selamlarım.



07.01.2013