Teşhis de hayli becerikli ve yetenekli olan“hocamız“ şimdi de bilimi tedaviye kalkışmış.
Bilime karşı düşmanlık tarihin akışında karşımıza çıkmaktadır. Bilime karşı olanlar tarih boyu süregelmiştir. Bilimin öncülüğünü yapanların başına gelmedik sorun, çekmedikleri çile ve sıkıntı kalmamıştır.Kimileri sürülmüş sürgüne gönderilmiş, kimileri kılıçtan geçirilmiş, kimileri odun ateşinde diri diri yakılmıştır. Savaşlar yıkımlar, kırımlar, barbarlıklar, din boğuşmaları, bilime felsefeye ilericiliğe, devrimcliğe karşı öfkelenmeler insanlık tarihini sanki bir „Yakım ve yıkım tarihi“durumuna sokmuştur. Düşünsenize şöyle bir; Osmanlı İmparatorluğu’nun açık-kapalı saray kepazeliklerini, oğlancılar bademlemeler, cariyeler, kıyımlar, katliamlar, talanlar, sürgünler, köleler birbirini kovalamıştır. Bir Osmanlı atasözünün dediği gibi "Nush ile uslanmayanın etmeli tektir, tektir ile uslanmayanın hakkı kötektir" demek var.
Karanlığın yolunu değil Aydınlığın yolunu, bilimin felsefenin yolunu sevenlerin eriştiği göz kamaştırıcı uygarlığa, tekniğe karşın; insan kötü yanlarından bugün de kurtulamamıştır. Dini kalpazanlar insanlara kaderinize ve alın yazınıza inanın diyorlar. Felsefeye, Matematiğe karşı cihata çağırıyorlar. İnsanlara deve sidiğini için sağlıklıdır diyorlar. İnsanlık adına utanç duymamak elde mi! „ iki ayaklı Primat“ tanımı bugün de geçerli insan için! Ay’a ayak basmış olsak bile, Teknolojiyi geliştirsek bile, yağmur duasına çıkanlarla aynı yer kürede yaşamaktayız. Öküzün boynu üstünde duran bir dünya, doğanın talan edilmesi allahın bir lütfu olarak görüldükçe, doğa dengelerini bozan sermayenin aç gözlüğünü takdiri ilahi olarak anlatanlardan utanç duymamak elde mi! Ne yazık dün de böyleydi primatlar için bugün de.
Ne denli iyimser, ne denli insani, ahlaki ve vicdani olarak davransak da! Bizde bu daha kindarca yaşamın kinci ve nefret sonuçları doğurmuştur. Bizi çağdışı bırakmıştır. Bilimi sanatı baltalamıştır. Çağa kapalı kara koyunlar olarak karşımızdadır. Uçağa,trene, arabaya, bilgisayara/İnternete, megofona, telefona gavur buluşu diyenler, Ay‘a çıkmaya yalan diyenlerle aynı iklimdeyiz. Bir zamanlar depremi öküzün boynuzuna bağlayanlar, şimdi de alkolün ve sevişmenin varlığına bağlıyorlar.
Arab usulü tövbe var, okus pokus var, manyatizma, hipnotizma var, üfürükcülük var, nefesçilik var, bademleme var, biat kültürünün görgüsü dahilinde diz çöktürüp okuyup üflemek var… Sizin anlayacağınız var oğlu var. Diğer yandan ise hak hukuk adalet var, cezaevlerine tıkama var, işten atılmalar var, demokrasi var, İsrail’e ve Amerika’ya tavır da var…
Bakalım tartısı elinde hocamız, „adalet ve solculuk denen arıza“ nasıl tedavi edecek. Bunların nasıl tedavi edileceğini iyice öğrenmiş olmalı. Durun hele durun bekleyeceğiz, göreceğiz…
İki Amerikalı kolkola kırda geziyorlarmış. Sam, yerde bir…haşa min huzur… kocabaş hayvanlardan birinin pisliğini görmüş: „Bak Jim!, Sen öleceksin, mezara koyacağız, mezarda otlar bitecek, otları inekler yiyecek ve sonra böyle pisleyecekler. Ben de bunu görüp, vah vah Jim ne kadar değişmişsin, diyeceğim.“
Jim gülmüş: „Öyle olmayacak Sam! Önce sen öleceksin, mezara koyacağız, mezarda otlar bitecek, otları inekler yiyecek, sonra böyle pisleyecekler, ben de bunu görüp, hey gidi koca Sam diyeceğim, hiç değişmemişsin!“
Bruno’nun , Galile’nin , İbni Sina'nın, Hace Bektaş'ın, Mevlana'nın, Darwin'in, Kopernik’in, Marx‘ın Engels‘in ve daha pek çok aydının ve bilim insanın anıtları yıllardan beri şehirleri/kasabaları süslüyor…
Saraylar, saltanatlar paramparşa olur ama sanat ve bilim yaşar; Bilim ve sanat dalında ki bilginler