“Heyhat ses rengini, söz tılsımını yitirmiştir... Özgürlük bir kez daha güvenlikle takas edilmiştir...”.
‘Çıplak’ kalemine - yüreğine ve bunları harmanlayıp - sunmak için seçtiğin zamana sağlık Adil Okay!
80’lerden bu günlere, nice tarihlerden - mekânlardan süzülmüş yaşanmışlıklar – biriktirilmişlikler - düşünceler... O tarihlerden, zuladan çıkarılanların ara ara tüten buruk kokusu... O buruk kokuların, bu günün bahçesinde bitiverip değişen rengi... Güncellenen diyaloglarla - mektuplarla ve düşünce danslarıyla, uzun upuzuuun bir köprüyle örülerek harmanlanan bu çokluk; tarifi her ama her okur için bambaşka olabilecek zengin - rengârenk bir yolculuk...
***
Adeta ‘dijitalize’ edildiğimiz bu çağda ekranlar; bilgiyi, bilinci - düşünceyi yönetiyor. Bırakalım sevincimizi - üzüntümüzü, bilgileri paylaşmamıza bile bir haller oldu! Bu haller içerisinde sanal – reel, ecik bücük insan davranışları şekilleniverdi!
Duygular ve düşünceler arasındaki uçurumun açılışının hızı karşısında, bu yabancılaşmaya karşı adeta her saniye direnişteyiz.
Tersine çevrilmiş bir dünya bilinci içerisinde, gericilik tüm dünyada hortlatılıp dörtnala koşarken; sevgi - aşk da daha uçsuz bucaksız sorgulamalarda. Bir gerçek varsa; duyguların da mülkiyet kodlarıyla işgalinin geldiği aşamanın korkunçluğu!
Bizim cephemizde aşka - sevgiye dair; çok araştırıldı - düşünüldü, çok yazıldı, çok konuşuldu. Yapma kısmına gelince! Çok tökezlenildi. “Ahlak - cinsellik”in gerici tanımlamalarının karanlığı hala üzerimizde. “Bozulma - yozlaşma” çekincesi ağır basıyor belki de. Sanırım, verilen yığınla emeğe paralel ortak bir ilerleme sağlanamadı, denilebilir nihayetinde.
Okumuşuzdur belki; yere göğe sığdıramadığımız Rosa Lüxemburg, 1907’de Leo hapisten kaçıp geldiğinde, Clara Zetkin’in 21 yaşındaki oğluyla beraber yaşamaktadır. Ve bu Partisi için bir bombadır adeta. Bombanın infilakıyla baş edebilmiştir Rosa. Yabanıllıktan, barbarlıktan uygarlığa kadın - erkek ilişkisini irdelemekten – yazmaktan - anlatmaktan ve bunu yaşamaktan vazgeçmeyerek! Ancak bu, nadide örneklerden biri olarak geçilebilmiştir tarihe. Bizim kendi cephemizde bile!!! Niye!!!
***
“Adamım,
(...) Ben istedim fazlasını. Bencillik belki ama seni hep ve sadece kendim için istedim.
Benim hayatımda çok fazla “keşke” olmadı. Her istediğimi, bedellerini ödeyerek, kimi zaman korkarak, kimi zaman utanarak da olsa canımın çektiği gibi yaşadım. Cinselliğimi de...”
***
“Benim küçük kadınım,
İnsanlar kendileriyle, kurdukları senaryo ile asıl yaşanan arasındaki farkla yüzleşmek istemezler...
Hiçbir insan, kendisine ayna gösterilmesini veya sorunlarının fotoğraflanmasını istemez...
İnsanlar kendilerine ilişkin bir senaryo kurar ve giderek ona inanmaya başlarlar...
Ya da yaşam öykülerini abartır, değiştirir, arabesk filmlerle karıştırırlar...”
Adil Okay bu anlatı - romanında, alışık olmadığımız bir ‘çıplak erkek’ kalemiyle karşınızda. Durun durun! ‘Çıplaklık’ kadın vücudunun betimlemesinde ya da sadece yatakta değil! Kadına ve erkeğe ait özgünlükleri olan yığınla mülkiyet kodlaması, diyaloglarla dökülüveriyor önümüze. Ustalardan tarihçilere, yazarlardan sanatçılara uzanan bir düşünce dünyasında dans eden diyaloglar, yüzünüze sürekli bir tebessüm yapışacak kadar ‘çıplak’ aktarımlarla koşturuyor sizi peşinden. Terazinin ağır basması da; hem o yana, hem bu yana! Sadece kadının “varım işte!” rap rapları değil, erkeğin de hangi kodlanmış ‘kadın’ kavramıyla davrandığının çok samimi - açık - hesapsız aktarılışları var. Ve bunların zuladan çıkan makalelerle - denemelerle, düşünce dünyasında çıkmaz sokaklara değil, sürekli filizli baharlara kapılar açması;
“Ne anlamı var ki, yaşanan anı sonucu düşünerek karartmanın?...
Başlangıç zafer ise, final yenilgidir. Yenilen iki kişidir. Kazanan da. Biri gider biri kalır belki. Ama giden de yaralıdır, kalan da. Önemini yitirir haklılık...
Nasıl da isterdim, unutmadan ve unutulmadan yeni aşklara koşmayı...
Başlarken bitişe koşar aşk. Her bitiş çizgisinde gebe kalır bir yeniye...
Ve günün birinde, son çocuğunu getirir dünyaya...”.
***
Kadın ve erkek arasındaki çetrefilli düşünce - iktidar mücadelesinin ardından, tarihin hangi anlarında; yollarda, sürgünde... yazılmış şiirler, bu gün - bu gün yayınlanmışçasına gönderiliverir sevgiliye;
“Uyudum uyandım yalnızım Vurdum vuruldum yalnız Geceler geceler boyunca Sürgün türküleri dinledim Sonu mutsuz biten Aşk öyküleri... Geçmişimi aradım yıllarca...”
“Islanıyor cüce uykum Dam mı akıyor ne Nereye kaçsam kızgın damlalar peşimde Kaldırıp atsam şu yatağı diyorum Kaldırıp atsam... Yüreğim yok kendimi atmaya...”
“Yeni dünyada aşk Birinci mevkide ‘beş paralık’ İkinci mevkide ‘yandım anam’ Üçüncü mevkinin ‘aşka mecali yok’ ”.
Ve sevgili, bu gün yaşananların içerisinde bu şiirleri yorumlayarak başlar düşüncelerini yazmaya...
Bir yanda tarihin kokusu tüterken, güncellenmesiyle aşılıyor burukluğu; geçmiş geleceğe sancısız akıveriyor, aşılıyor. Bu anlatı-romanıyla, gerçekten de ‘çıplak’ kalemiyle, garip bir şekilde suyun akışını kendine - ileriye çevirebiliyor yazar;
“Güzel olan hayatı istediğin gibi yaşayabilmek, suyun akışını kendine çevirebilmek. Hoşumuza gitmeyen birçok şey olsa da hoşlandıklarımızı çoğaltabilmek. Ömrün sonbaharında geriye dönüp baktığında “çok kısaymış” demek yerine, ne kadar uzun ve anlamlıymış demek önemli bence.”.
Yazarın yüreğiyle, yaşamışlıklarıyla, yolculuklarıyla çekincesizce tutabildiği bu “çıplak” kalem; başka bir şey daha denemiş. İlişki; kadın ve erkeğin toplumsal teraziler içerisinde, toplumsal rollerin oynandığı hiçbir mekân - olayın içerisinde anlatılmamış. Dışarıda oluşan, dışarıdan gelen direk bir parazit yok.
Ancak tarihin gediklerine farklı biçimlerde çomak sokulduğu için; okurken böyle bir eksiklik - fakirlik hissedilmiyor. Aksine! Bu okura da, çıplak bir gözle düşünce dünyalarına dalma imkânı veriyor.
***
Ben Çıkana Kadar Büyüme E mi?, 12 Eylül ve Filistin Günlüğü, Konuşan Fotoğraflar, Şair Kapıları ve Hapishanelere Esinti Yollayalım adlı kitapları, makaleleri, Görülmüştür Ekibi çalışmaları - diliyle tanıdığım Adil Okay’ın 18. kitabı ‘Arkası Yarın - Bir Ayrılık Hikâyesi’nin bu karanlıklarda çıkması bana tarifsiz memnuniyetler yaşattı.
Tıpkı din gibi; toplumu dine sevk eden yaşam şartlarının ulaştırdığı aşama! Toplumu sevginin her türünde tüketime sevk eden, mutsuzluğun - yabancılaşmışlığın yarattığı depremlerin ölçeğinin ulaştığı aşama! Bu kitap böyle bir aşamada, belki küçücük ama ağır - değerli bir bariyer.
Tekrar tekrar; kalemine - yüreğine ve bunları harmanlayıp - sunmak için seçtiğin zamana sağlık Adil Okay!
En fazla altı saat sürecek, nasıl başlanıp - bittiği fark edilemeyecek kadar derin ama duru olan bu yolculuğun, paylaşanlarının çok olmasını diliyorum tüm yüreğimle.
***
“Tutma ceketimi Terlik mi İstemem Esaretin yolları bunlar Anladım Aç kapıyı Sokakları özledim...”.
***
“ -Hayır, hayır bitti...
-Hayır, arkası yarın...”
* Künye: Adil Okay, “Arkası Yarın–Bir Ayrılık Hikâyesi”, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2017.
Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2017