Acaba kendi hayatımız, kendi ellerimizde midir.? Yoksa, başkalarının ellerinde mi.?
İnsan aldığı kararlarda, yaşamını biçimlendirmede, özgürce kendi aklını kullanıyor mu.?
Özellikle feodal toplumlardaki bireyler, ne derece kendi akıl ve serbest iradesiyle, kararlar alıyor.?
Bu konuda bir anket yapılmış mıdır, bilmiyorum. Araştırmadım ancak, feodalizmin ağır bastığı Türkiye toplumunda buna müşahade edebilir, gözlemliyebiliriz.
Türkiye'de bulunduğum 5 haftalık dönem içinde tahminen beşyüze yakın insanımızla yüz yüze görüşmeler yaptım.
Soru, cevap şeklinde bir nevi anket yaptım. Görüştüğüm kişilerin yüzde 75-80 bölümünün ruhlarının, özgür olmadığına, kendi aklı yerine, başkalarının dolayısıyla toplumun, kendi içinde bireyleri yönlendirdiğine tanık oldum. Ve hayal kırıklığına uğradım...Bu modern çağda, bu bilgi çağında insanımızın hala daha bilgiden noksan olduğuna ve aklını birilerinin ipoteği altına girdiğini fark ettim.
Neden olarak birkaç başlıkta toplamak mümkün.
Bunları sıralıyacak olursak,Toplum baskısı, sosyal ve dini ritüeller, geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalmak ve bunu tabu haline getirme, geçim zorlukları, eller ne der gibi olgular ve alışkanlıklar,
hayatın zor şartlarına boyun eğmek, kadercilik, mistik düşünceler insanların kılcal damarlarına iyiden iyiye girmiş durumda...
Çağdaşlık, hukuk, insan ilişkilerinde saygı ve sevgi, kanun ve kural toplumun büyük bir kesiminde rafa kaldırılmış.. Bilhassa, yönetenler tarafından,kendi arzularına göre uygulamalar almış başını gidiyor.. Herkes birbirinden korkar duruma gelmiş.. Kimse, kimseye güvenmez olmuş...
Kendilerini dar bir kalıba koymuşlar, ruhlarını bir fanusun içine hapsetmişler, tutsak etmişler. İnsan bu şartlar altında yaşarken,herşeyi beyninde biriktirir, biriktirirken içinde büyütür ve daima zamana tolerans tanır. Bu tip toplumların bireyleri, dönme dolap misali ''Kendi gölgesinin üzerinden atlamaya çalışırlar..“ Bu durumda olan bir insan, öyle bir noktaya gelir ki,''Ben ne yapıyorum ya''der. Oflamaya, puflamaya ve kendisiyle baş başa kaldığında, biriktirdiklerini sorgulamaya başlar. Tam bu noktada birey, kendi hayatının başkalarının elinde olduğunun farkına varmaya başlıyacaktır.
Bir benzetme yapmak istersek;
Evimizin bahçesine bir fidan diktik.. Diktiğimiz fidanı hergün gördüğümüz halde fidanın, büyümekte olduğunun farkına varamayız. Bir seyahate çıkıp,evimizden belli bir süre uzak kalırsak, döndüğümüzde fidanın ağaç olmakta olduğunu fark ederiz,gözlemleriz.. Feodal toplumlarda, sosyal, dini, ailevi gelenek ve göreneklerin, doğru bilinen yanlışların baskıları altında insan, iç dünyasında biriktirdiklerinin büyümekte olduğunun farkına varamaz. Halbuki beyninde biriktirdikleri, bir yanardağ misali için için kaynamakta patlamaya hazırlanmaktadır...
Türkiye toplumu bu duruma, bilinçli yada bilinçsiz (ben bunun yönetenler tarafından bilinçli yapıldığını düşünüyorum) iktidar sahipleri, üstlendikleri misyonu tamamlamak için, her türlü şeye başvurmaktadırlar...Korkarım ki bu durum önü alınamıyacak patlamalara sebep olmasın...
Hiç birşey kendiliğinden olmaz..
Fizikte''Neden-Sonuç'' ilişkisi vardır. Birşeyin ''Neden'i varsa, mutlaka,sonucu'' olacaktır. Yarınlardan umut bekleyen insanlar sabırlarını son noktaya kadar zorlamaktadırlar.. Bu zaman içinde, kendilerini çeşitli bahanelerle avutmakta ve yarınlara umut bağlamaktan başka bir seçeneklerinin olmadığına inanmaktalar...
Adeta teselli olmaktadırlar.. ''Devekuşu'' misali bahaneler üretmektedirler. Devekuşuna ''UÇ'' demişler, ''Ben deveyim uçamam'' demiş, Peki ''KOŞ'' demişler, ''Ben kuşum koşamam'' demiş. Bu tip toplumlarda bahaneler bitmez tükenmez.... Mutlaka sizlerde bunlara şahit olmuşsunuzdur.. Kültür devrimini yapamamış Feodal toplumların kaderleridir adeta.. Okumayan, araştırmayan, bilginin kaynağına inmeyen, sorgulamayan toplumların bireyleri, başklarının aklıyla davranmayı, ruhlarını bir fanusa koyup tutsak etmeye mahkumdurlar.
Çağımız bilgi çağı olmasına rağmen, bilginin değerini kavrıyamamış insanların kaderleridir.
Bilgi sahibi olmayanın, fikride olmaz. Dolayısıyla, her söylenen söze, her düşünceye saygı duyar, her söylenen inanır.. Tutsaklıktan, kölelikten, biat etmekten kurtulmak için, toplumun ezici çoğunluğu bilgiye sahip olmaları gerekir.
Malesef bu tip insanların pek çoğu, ukalalık yaparak, bilgiye sahip olduklarını iddia ederler. Halbuki sahip oldukları bilgiler, onları ''Hamal'' yerine koymuştur.. Çünkü yaşamlarına, karalarına pozitif katkısı olmayan, kulaktan duyma içi boş sözlerdir. Doğruluğuna bakılmaksızın körü körüne inanır. Hepimizin bildiği gibi, ''Bilgisi olmayanın fikri'de yoktur' Ve bilgisiz insan, her söylenen söze, her düşünceye saygı duyar..
Bu doğru mudur.?
Victor Hugo demiş ki.! ''Yalan zeka işidir, dürüstlük ise, cesaret ister. Eğer zekan yetmiyorsa yalan söylemeye,cesaretini kullanıp, dürüst olmayı dene''
Victor Hugo'nun bu sözünden, acaba sözü ve düşünceyi söyleyene mi yoksa, söze ve düşünceye'mi saygı duyacağız.? Bunu irdelemek gerekir....
Bir düşünceye ve söylenen sözlere saygı göstermemiz için, o sözün ve düşün cenin sahibini çok iyi analiz etmemiz gerekmez mi.?
Kişinin söylediği sözler ve düşünceler, yaşam biçimi ile bağdaşıyor mu.? Tutarlı mıdır.? O sözlerin akla ve mantığa uygun olup olmadığı sorgulanmalıdır..Toplumlar, kendilerini idare edenlerde en başta, bunları gözlemlemeli ve sorgulamalıdır..
İnsan yaşamında şöyle bir tez vardır ''Herşeyin başı sağlık'' arkasındanda herşeyin başında insanın bilgi sahibi olması gelmektedir..
Doğduğumuzda sıfır''Akıl'' ile doğarız.
Dünyaya gözümüzü açar açmaz, etrafı algılamaya, beynimizi doldurmaya başlarız.. Büydükçe bilgi edinmeye başlarız...
Bilgi, aklımızı şekillendirir. Akıl, bilgi ile çalışır hale gelir. Aklın fonksionunun tek kaynağı, bilgidir. Ne kadar bilgili isek, aklımız o kadar fazla çalışır.
AKLIMIZ KENDİMİZE AİT İSE, RUHUMUZ ÖZGÜR OLUR...
Saygılarımla, 17.Ocak.2013
Gönlünüzden geçen her güzel şeyin, gerçekleşmesi dileklerimle..
…..................................................................................................
Gelecek yazım '''Yalanı En Doğru Söyleyen Adam''' bekleyiniz..