“Yaralarım tuz içinde kanıyor
Uyku gelmiş ela gözler sönüyor
Bir yanımda Suphi Nejat ölüyor
Bir yanım deryada çalkanır şimdi “
(Ruhi Su)
Mevcut iktidar, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden imzasını çekti. Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayıp onaylayan ülke olmuş, 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girmişti.
Sözleşmeleri imzalayıp uygulamanın önemi olmadığı ortaya çıktı, çünkü 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre 153 ülke arasında 130. sıradayız. Bu tablonun nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek için geçmişimize bakmak gerekiyor.
Yazar arkadaşım Kenan Karabağ'ın “Maria Suphi – Bir Direniş Öyküsü” eseri, geçmişimizin de aynı düzeyde kirli olduğunu göstermektedir.
“Maria Suphi” eseri sadece M.Suphi'ye değil, 1920 sonrası TKP'nin yaşadıklarına da geniş yer ayırmaktadır. Aynı zamanda, Mustafa Kemal'in komünistlere karşı kirli politikalarını da sergilemektedir.
Mustafa Suphi ve yoldaşları, Komintern tarafından 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de gerçekleştirilen Birinci Doğu Halkları Kurultayı'na katılırlar. Kongrenin hemen ardından, 10 Eylül 1920'de Bakü'de gerçekleştirdikleri 1.Kongre ile TKP'yi kurarlar. Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere ülkeye dönüş yapma kararını aldıklarından, Mustafa Kemal'e mektup gönderirler. Mustafa Kemal mektuplarına yanıt vermez. Yaklaşık kırk kişi, yanlarında Sovyet Elçisi Mldvani ile birlikte Ankara'ya gitmek üzere harekete geçerler.
TKP'liler Ardahan'dan giriş yaparlar. Onları törenle karşılayan Kolordu Komutanı Kazım Karabekir hoş görünmeye çalışır. Fakat Erzurum Valisi ve Kolordu Komutanı Miralay Rüştü Bey ile birlikte, Ankara'da belirlenen politikalar çerçevesinde TKP'lileri oyalar. Giriş yapmalarına karşın, TKP'lilere yönelik olarak hazırlanan katliamın uygulanabilmesi için, on beş gün hiçbir yere göndertmez. Bu katliamı Sovyet Elçi Mldvani'nin yanında yapamayacaklarından, onu TKP'lilerin yanından uzaklaştırırlar.
Günler geçtikçe kaygıları artan M.Suphi, Kazım Karabekir'e, “Erzurum'dan bize ulaşan haberler hiç iç açıcı değil. Orada suikasta uğrama durumumuz vardır. Bu konuda bize garanti verecek misiniz?” diye sorduğunda, aldığı yanıt şudur: “Biz hükümet ne derse onu yaparız. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Orada gerekli inzibati tedbirler tarafımızca alınır. Ancak halkın hissiyatını yakından görmenizi de bilhassa isteriz.”
“Halkın hissiyatını gösterme”nin ne demek olduğunu, 70'li yıllarda Maraş, Çorum, Sivas, Malatya, Antakya'da tezgahlanan katliamlardan bilmekteyiz. Oluşturulan tezgahı fark etmeye başlayan TKP'lilerin itirazlarına karşın, onları Erzurum, Bayburt, Gümüşhane üzerinden Trabzon'a yönlendirirler. Ve götürüldükleri her yerde linç düzeyinde saldırılar gerçekleştirilir. En son saldırının gerçekleştirileceği yer ise Trabzon Değirmendere'dir. Diğer yerlerde olduğu gibi gazetelerde kışkırtıcı yayınlar çıkarılır.
“Dinsiz imansızları Erzurum'a sokmayın! Allah'ını, Muhammed'ini seven fitneliğe geçit vermesin! Mübarek topraklarımızı korumak için sen de şeytanı taşla! Anası, babası belli olmayan iblislere hadlerini bildirin! Şeri düzeni ve İslamiyet'i ortadan kaldırmak için gelen komünistleri bize teslim edin! Namus, ırz düşmanları! Fesatlar, fitneler! Allahsız, dinsiz komünistler!”
Bu tür anti-komünist yayınlar bize yabancı değildir elbette. Okuyunca hemen aklımıza Maraş, Çorum, Sivas, Madımaklar gelmektedir.
TKP heyeti Trabzon'a yaklaşırken, heyette bulunan on yedi TKP'liden biri olan Yakup'un avukat abisi kardeşini kurtarmak ister. Konuştuğu Yahya Kahya'nın cevabı, TKP'lilerin gerçek katillerinin kimler olduğunu ortaya sermektedir.
“Elimde infaz emri var. Kardeşini kurtarmak istiyorsan acele et. Heyet Değirmendere'ye gelmeden onu aralarından çıkart, yoksa kurtaramazsın.”
Nitekim, TKP'liler 28 Ocak 1921 tarihinde Trabzon'a girer girmez önceden hazırlanan tezgah uygulanmaya başlanır. On altı TKP'li Değirmendere'ye yönlendirilirken hemen hepsi ağır yaralı haldedir. Maria Suphi taciz edilmiştir. “Güvenliğiniz açısından sizi Batum'a gönderip sınır dışı edeceğiz” denilerek TKP'liler tekneye bindirilir. Trabzon'da “iskele hükümeti” kurduğunu söyleyebilecek kadar ipleri eline alan ve validen daha yetkili olan Yahya Kahya, bazı tekneleri önceden Sürmene açıklarına göndermiştir. TKP'liler yaşadıkları onca badireden sağ kurtulduklarını sanırken, Sürmene yönündeki tekneler yanaşır ve “Onbeşler” katledilir.
“Onbeşler Katliamı”nda Maria Suphi'nin sağ bırakılma sebebi, Yahya Kahya'nın onu kendisine savaş ganimeti olarak ayırtmasıdır. Maria Suphi'nin öldürülmemesinin arka planında yatan düşünce şudur: “Kadınlarınız da bizim malımız olur.” Yaralı ve baygın olan Maria Suphi tekneden indirilip, Yahya Kahya'nın köşküne götürülür.
İki buçuk yıl boyunca Yahya Kahya, Nemlizade Ragıp ve daha sonra da haydutların elinde her türlü şiddete tabi tutulan, tecavüz edilen Maria Suphi, genç bir komünist olmanın gereğini yerine getirir, asla teslim olmaz. “Maria Suphi” gerçekten de bir direniş öyküsüdür. Maria' Suphi'ye yapılanlar, komünizme karşı mücadelenin esas aldığı korku verme ve yıldırma kampanyasıdır.
Maria Suphi'nin annesi Valeria, sonunun ne olduğunu bilmediği kızı hakkında, 21 Mart 1921 tarihinde Mustafa Kemal'e bir mektup yazıp yardımını rica eder. Elbette ki, Valeria'ya yanıt verilmez. Trabzon Sovyet elçisi ile Dışişleri Komiseri Çiçerin'e Ankara Hükümeti'nin, yani Mustafa Kemal'in verdiği yanıt şudur; Onlar bir deniz kazasında ölmüşlerdir.
Mustafa Kemal, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi Reisi Ahmet Bey'e gönderdiği telgrafta teşekkür eder;
“Vatanperverane hissiyat ve izahatınıza teşekkür ederim. Hakiki icapların yaptırılacağından emin olunmanızı ve milli vazifenizi şimdiye kadar olduğu gibi yapmaya devam etmenizi rica ederim.”
Trabzon Valisi Sabri'nin Trabzon Rus Konsolosu'na yanıtı da, Ankara'nın anti-komünizm mücadelesine tam anlamıyla uygundur.
“Üçüncü Enternasyonal heyetinden hiç kimse buraya gelmedi ve hiç kimsede buradan gitmedi. Bu konuda bizde hiçbir bilgi yoktur. Sizin 14 ubat tarihli yazınıza cevap olarak bildirilir.”
Maria Suphi, 28 Ocak'ta tanıklık ettiği katliamı asla unutmaz. İki buçuk yıl boyunca karşılaştığı şiddetin, zulmün boyutu ne olursa olsun asla pes etmez. Özgürlüğüne kavuşabilmek için pek çok yöntemi dener, ama başarılı olamaz. İki buçuk yılın sonunda, adeta “orta malı” bir kadın gibi haydutlara teslim edilir. Rizeli haydutların düzenlediği eğlence partisinde diğer kadınlar gibi dans etmesi istenir. Bu isteği reddedince kurşunlanarak öldürülür. Ayağına taş bağlanarak Karadeniz'e, Mustafa Suphi'nin ve diğer yoldaşlarının yanına gönderilir.
En yakınlarına, “Çok üstüme gelirlerse her şeyi ifşa ederim. Sanki bütün bu işleri ben tek başıma mı yaptım? Hem öldür diye emir verecekler hem de niye öldürdün diye üstüme gelecekler. Bu kadarı da fazla, artık dayanamayacağım,” diyen Yahya Kahya, bu cümlesiyle ölümü davet eder ve tam yirmi gün sonra öldürtülür. Bu konu ile ilgili soruşturmanın da üstü kapatılır.
Bizler, “faili meçhul” gösterilen Onbeş'lerin ve Maria Suphi'nin gerçek faillerinin kimler olduğu meçhul değildir.
“Trabzon'da iskeleler kahyası Yahya Reiszade Yahya Efendiye,
“Hissiyat ve teminat-ı vatanperveranenize teşekkür ederim. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.”