“Geçen yüzyıl korkunç örneklerle tüm insanlığa gösterdi; insanın köleleştirilmesi hatta yok edilmesi sözle başlıyor. İlkin söz köleleştiriliyor, insani güç ve derinliğinden uzaklaştırılarak, yalanın ve ideolojilerin hesaplı, acımasız retoriğinin bir aracı haline getiriliyor. Sonra da en korkunç uygulamalar, katliamlar, terör, dil ve kültürleri yok etmeler, kitap yakmalar geliyor.” –Mehmed Uzun; Zincirlenmiş ZamanlarZincirlenmiş Sözcükler-
Hazin bir 1 Mayıs ertesindeyiz. Oysa geçen yıl, bir pandemi döneminde yürüyebildiğimiz için ne kadar da sevinmiştik!
Kavram oyunlarının son durakları oynanıyor tüm dünyada; bir kez daha, başka manevralarla.
Ne kadar çok kavram değiştirdiler son on beş-yirmi yıl içerisinde.
Ve bıkmadılar! Yine gelip ‘1 Mayıs’a dayandılar.
***
Önce buralarda da; İncil içerisindeki ‘kadın-erkek’ vurgusuzlukları, vurguya çevirilip bir reform yapıldı.
Bütün yazışmalar ve hitaplarda da; ‘weiblich’, ‘männlich’ takıları itinalı bir şekilde kullanılmaya başlanıldı.
Hatta hatta; “Üçüncü cinsiyet yasallaştırıldı” diye, sağa-sola çekilebilen bir yasa dahi çıkarıldı.
Oralarda da; “insanoğlu”, “iş adamı”, “bilim adamı” gibi terimler değiştirildi.
“İnsanlık”, “iş insanı”, “bilim insanı” gibi, insanın nötralize edildiği bir eşitleme yaratıldı.
Ve tepeden inme kavram oyunları; bırakalım kadın-erkek cinsiyetlerinin, ortak insani haklarının hukuki olarak eşitlenmeye çalışılmasını, canlı yaşam içerisinde bu eşitsizlik freni patlamışçasına hüküm sürmeye devam etti.
***
Sonra buralarda da; koca koca devlet adamları-bakanlar, Brecht’ten, Mandela’dan ve hatta Che’den, neredeyse herkesin kulağına bir şekilde çalınmış ve mücadele tarihine malolmuş alıntıları gümbürdetiverdi.
Oralarda da; devlet başkanlarına varana dek bazıları, hınzır bir tebessümle, dini içerikli konuşmalarının sonlarına küt diye, Nazım Hikmet’ten en bilinen mısraları çekiverdi.
Ve bu tepeden inme söz oyunlarıyla; bırakalım mücadeleyi ve insanlığı özgürleştirmeyi, en ufak bir hak talebi dahi, ‘radikal’ bir adım olarak ve daha da ağır cezalarla damgalanmaya devam edildi.
***
Ve şimdi buralarda da; 1 Mayıs öncesi ve sonrası, Nazi Dönemi ertesi, ilk 1 Mayıs kutlamaları için mücadele veren, hayatta olmayan sendikacıların ses kayıtları dinletilmeye başlanıldı.
1933 sonrası, ölümüne mücadelelerle 1 Mayıs’ı tekrar kazanan sendikacılar: “1 Mayıs ilelebet bir mücadele günü olarak kalmaya-kutlanmaya mahkum” diyorlardı. Ardından sürekli günümüz sendikacılarıyla röportajlar yapıldı.
Berlin; pandemi dönemi içerisinde, ‘sol radikal’ kesimlerin akın akın sokağa dökülmesinin ikinci pratiğini gerçekleştirmişti. Bu pratik, pandemi önlemlerinin ihlâl edilmesiydi. Günümüz sendikacılarına; “1 Mayıs hâlâ mücadele günü mü?” sorusu yöneltildi. Sendikacılar bu soruyu şöyle yanıtladılar: “Elbette Nazi Dönemi ve sonrasını unutmadık. Yürüyüşlerde-mitinglerdeki konuşmalarımızda bunu dile getiriyoruz. Ancak Berlin’deki gibi bir isyanı gerektirecek bir Almanya’da da değiliz. Yani ‘mücadele’ kavramını, artık eski sendikacıların kullandığı içerikte kullanmamız gereken bir ülkede değiliz. Bu ülkede 1 Mayıs’ı tam bir bayram gibi kutlayabiliriz.”
Öyle ya; ev kiralarının artırılmasını engelleyen yasa geçersiz sayıldığı, çalışanların gelirlerinde pandemi sürecinden kaynaklı büyük düşüşler olduğu ya da işsiz kaldıkları halde, onlar bayram edebilirlerdi! Sendikacılar apaçık bunları söyledi!!!
Ve bütün bu döküman sunumlarının, röportajların ardından dakikalarca tartıştırılan şey:
Öncelikle; “İlerki yıllarda 1 Mayıs’ın, ‘çevirimiçi’ bayram kutlamasına dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği” oldu.
Ve ardından; “Sağ ya da sol radikal grupların, isyankârca sokağa dökülüşlerine hangi hukuki yaptırımlar getirilmesi gerektiği” oldu.
Tabii oralarda da; hem de yine bir Harbiye Direnişi kalabalığında olmasa da, pandemi koşullarına ve ağır saldırılara rağmen hiç de azımsanmayacak bir kitlenin Taksim’e yürüdüğü sırada, DİSK’in çelenkli bayram kutlaması da bir ibret sahnesiydi.
Nihayetinde; bir çok ülkenin en yetkili bakanları, bu kavram oyununu da ihmale uğratmadı. Pandemi döneminin yarattığı avantajlarla, 1 Mayıs’ı yine; “İşçi ve emekçilerin, birlik ve mücadele günü”, bu birlik ve canbedeli mücadeleleri sonucu, kazandıkları zaferin bayramı olmaktan çıkarmanın envai çeşit taklaları, yeniden atılmaya başlanıldı.
Türkiye gibi ülkelerde bu normal bir seyirken, bu taklalar buralarda da tekrar atılır oldu.
***
Kavramlar-sözler yasaklandı. Olmadı; bunların yeraldığı kitaplar yasaklandı-yakıldı. Yine olmadı; canbedeli yaratılan kavramlar-sözler, en yetkin bakanların ağzından bir müsamere sahnesindeymişçesine dökülür oldu. Canbedeli yaratılan kavramlara-sözlere, bir de böyle hükmedilmeye çalışılındı. Ve yine olmadı. Böyle de hükmedilemeyince ve yine-yeniden dünyanın dört bir yanında, baskı-zulüm çanları çalmaya başlandı.
Güzel günler görünüp görünüp kayboldu. O günler yaşatılmaya devam edecek ve hemen yarınımız da dünden güzel olmayacak. Ancak:
“İnsanlık tarihinin bize gösterdiği en önemli ders şu ; ne kaba güç , ne de zora ve inkâra dayalı politika ilelebettir. Çaresiz kalmış birey ve topluluklar bunu kabul etse bile, insanlık bunu kabul etmez...”-Mehmed Uzun-