Soykırım, jenosit tanımını ilk kez yapan, 1944'te Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin'dir. Jenosit kavramı; Yunanca “ırk”, “soy” anlamına gelen “génos” ile Fransızca’ya Latince “katletmek” anlamına gelen “cidium” kökünden geçmiş “cide” sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Raphael Lemkin, "Jenosit ile ilgilenmeye başladım, çünkü birçok kez gerçekleşti. Önce Ermenilerin başına geldi, ardından da Hitler harekete geçti," demiştir.
24 Nisan 2021, Ermeni Soykırımı'nın 106. yıldönümü. ABD Başkanı Biden, ilk kez “soykırım” kavramını kullandı. Şunu hemen belirtelim: Ermeni sorununa yönelik olarak emperyalist/kapitalist ülkelerin tepesindeki çetebaşlarının hangi değerlendirmeleri yaptıklarının hiçbir önemi yoktur. Çünkü, Osmanlı'nın çöküşü döneminde Anadolu'yu paramparça ederek sömürgelerini yaratmak isteyen Almanya, Rusya, İngiltere, İtalya gibi emperyalist ülkeler kirli tezgahlar peşindeydiler. Ermeni sorunu ile ilgili olarak yayınlanmış pek çok eserde, 1878-1923 süreci arasında yaşananlara ilişkin resmi belgeler ortaya serildi. Ermenileri, Kürtleri/Zazaları, Rumları bu tezgahın içinde kullanmak isteyen emperyalistler, sonucun ne olacağını bilerek terk edip gittiler. Emperyalist cenah açısından hangi ulusun, halkın neler yaşayacağı hiç te umurlarında değildir. Onların tek derdi paylaşım savaşında yeni sömürgeler elde etmektir. Bu yanıyla ele aldığımızdan, ABD Başkanı'nın soykırım veya tehcir demesinin hiç bir önemi yoktur. Hangi tanımı kullandıkları, uzun vadede neleri planladıklarıyla ilgilidir. Kaldı ki, bizler emperyalist ülkelerin kirli planlarını reddedip, karşısında dururuz.
13 Temmuz 1878 tarihinde Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Fransa arasında imzalanan Berlin Anlaşması hükümlerine göre, Doğu Anadolu'daki illerde Ermeniler lehine ıslahat yapılması gerekiyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu anlaşmanın gerekliliklerini yapmadığı gibi, 1894-96 arasında Ermeni katliamını, zorla göçü başlattı.
Hovsep Hayreni'nin bin sayfalık ”Yukarı Fırat Ermenileri 1915 ve Dersim” eserinde pek çok kaynakçadan yararlanılmış. “Ermeni ve Kürt halklarının ortak kurtuluş fırsatının” niçin kaçırıldığına ilişkin değerlendirmeler yer almakta. H.Hayreni, o süreçte Ermeniler ile Kürtler ittifak kurabilseydi, bağımsız Ermenistan-Kürdistan devletinin mümkün olduğunu belirtiyor. Ve 1938 Dersim soykırımının 1915 soykırımının devamı olduğu gerçeğine parmak basıyor. 1914-15'de Süryaniler de “seyfo” dedikleri “kılıçtan geçirme” ile sürgün edilip, soykırımla karşılaştılar.
1.Paylaşım Savaşı döneminde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde otuzu Hristiyanlardan oluşuyor. Ancak Turancı Türkçülük akımı, 17.5 milyon nüfusun 5.5 milyonunu oluşturan Hristiyan azınlıkları tehcir ve soykırımla Anadolu topraklarından kovdu.
30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan hükümetleri arasında Lozan Antlaşmasına ek olarak imzalanan VI nolu “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” çerçevesinde 1.200.000 Rum ile 500.000 Türk yerlerinden yurtlarından edilerek karşılıklı göçe zorlandılar.
Franz Werfel'in “Musa Dağ'da Kırk Gün” adlı eseri, gerçeklere dayanan yakın tarihin hazin romanıdır. 1915’teki tehcir emrinin ardından, ölümün soğuk nefesini ensesinde hissederek emre uymama kararını veren Antakya Ermenilerinin direniş ve kaçış hikâyesini anlatmaktadır.
1878-1923 arasında yaşatılanlar yeterli görülmemiş olmalı ki, Atatürk'ün Selanik'teki evinin bombalandığı yalanıyla (bombalamayı yaptıranın kontrgerilla olduğu açığa çıkmıştır) 6-7 Eylül 1955'de Rum ve Ermeni azınlıklara toplu saldırı gerçekleştirildi. 6-7 Eylül saldırısının Türk kontrgerillası Seferberlik Tetkik Kurulu ile MİT tarafından planlandığı ortaya çıktı.
Devletin asla soykırım yapmayacağını savunanlara yakın dönemde yaşananları da anımsatmamız gerekecek. Çünkü devletin kirli planları her dönemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmektedir. Alevi-Sünni çatışması görüntüsüyle Malatya, Maraş, Çorum, Sivas, Madımak katliamları yapıldı. 1 Mayıs 1977, 16 Mart 1978 Beyazıt, Tepecik, Bahçelievler'de 7 öğrenci, Roboski, Kobani... türü katliamlar sıradan vakalar haline getirildi. Son otuz yılda en az üç bin Kürt köyü boşaltılıp yaklaşık 4 milyon köylü göç ettirilmiştir. Bu bile geçmişte neler yaşandığını göstermektedir.
Bilindiği gibi, Anadolu topraklarında “kırım” yaşayanlar Ermeniler, Kürtler/Zazalar, Aleviler, Rumlar, Süryanilerdir. Osmanlı'dan bu yana yaklaşık kırk Kürt isyanı yaşanmıştır. Tehcirleri, soykırımları gerçekleştirenler, 1984'ten bu yana aynı tezgahı Kürtlere yapmak istiyorlar. Fakat Kürt ulusal mücadelesi bu soykırımın önünde duruyor. Dolayısıyla 1915 sonrasında 1938 Dersim'in devamını getirmek isteyenler, Kürt sorununu askeri çözümle yok edememenin acısını yaşıyorlar.
Bu konular tartışmalarla bitmeyecek kadar uzun olduğundan şunu söylemeliyiz: Tarihle yüzleşilmelidir. Peki, tarihle yüzleşmeyi kim yapacak?
Kendilerini Osmanlı'nın devamı olarak görmenin ötesinde, Neo-Osmanlı'yı yaratma planları peşinde koşanlardan “yüzleşme” beklenemez. İttihat Terakki Cemiyeti(İTC)'nin başlatıp yürüttüğü Ermeni tehciri/soykırımının sürdürücüleri, İTC'nin devamı olan Kemalistlerdir. Bilindiği üzere, Mustafa Kemal'in kendisi de İttihat Terakkicidir. Dolayısıyla T.C. devletinin kurucusu, sürdürücüsü olan hiçbir parti ve kurum tarihle yüzleşemez. Ülkemizin Marksist-Leninistleri “tarihle yüzleşme”yi gerçekleştirerek tehcirin, soykırımın sorumlularını açığa çıkarıp teşhir edecektir. Elbette bunun ötesinde, tehcir/soykırımın mağdurları anayurtlarına davet edilmelidir. Anadolu toprakları “ezilen halklar mozaiğine” dönüştürülecektir.
Bu yaklaşımıma, Almanya Nazi dönemiyle yüzleşti, Yahudi Soykırımını kabul ettiğinden, başka ülkelerden de beklenebilir itirazı yapılabilir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda yenilen Almanya'nın Yahudi Soykırımı (aslında soykırım sadece Yahudilere yönelik değildi, Romanlara ve Alman soluna karşı da gerçekleştirildi) ile yüzleşip kabul etmesi olumlu adımdır. Ancak T.C. devletinin tarihle yüzleşmesini beklemek safdillik olur.
Tarihle yüzleşmekten korkanlar egemen sınıflardır. Devrim programının bir parçası, tarihle yüzleşmektir. Hrant Dink'in konuşmasında vurguladığı gibi, “diyalog” yöntemiyle her iki kesim birbirini dinleyip anlayacaktır. Bu diyalog anayurdu Anadolu toprakları olan ezilen halklar arasında gerçekleştirilecektir. Anadolu'nun ezilen halkların mozayiği haline getirilmesi böyle sağlanabilir.
Sol, ezilen halklarımızın tarihine ve yaşadıklarına hak ettiği önemi vermediği için özür dilemelidir. Tüm sıkıntıların devrimden sonra “topluca” çözümlenebileceği kolaycılığına kaçmak hataların yolunu açmıştır.
Ulusal sorunu kabullendiğimiz üzerine sayfalar, ciltler dolusu yazılar yazsak da, Anadolu topraklarında yaşayanların yüzde otuzunun Hristiyanlar olduğundan bihaberdik. Ulusal ve azınlıklar sorununu yeterli düzeyde inceleyip araştırarak devrim programımızda hak ettiği yeri veremedik.
Osmanlı döneminde oluşturulan ilk işçi sendikal örgütlenmelerinin enternasyonalist karakterde olduğunun da farkında değildik.
Bolşevizmden etkilenen yaklaşık iki yüz komünist Yunan askerinin Anadolu topraklarında savaşmak istemedikleri için İzmir'de kurşuna dizildiğinden de habersizdik.
Ulusal ve azınlıklar sorununda bu eksiklerimizden hareketle yöneltilen eleştiriler karşısında boynumuz bükük durumdayız.
12 Eylül askeri savcısı, Ermeni yoldaşımız Garbis Altınoğlu'na “Ermeni oğlu Ermeni” diyerek hakaret etmişti. Devrimci Sol Davası savunmasında “Ermeni Soykırımı” değerlendirmesi yapılarak, cuntanın ulusal ve azınlıklar sorununa yönelik faşist tavrına karşı durulmuştur.
Ermenilerin, Rumların örgütlenmelerinden, 5 Haziran 1915 günü Beyazıt Meydanı'nda 20 Hınçak-Ermeni Sosyal Demokrat Partisi üyesinin idamından habersizdik. Onların mücadelesini kendi mücadelemizle bütünleştiremedik. Oysa, 22 Ermeni devrimcisinin yargılanması sürecinde, Madteos Sarkisyan(Paramaz) savunmasında bu gerçeği yüzümüze çarpmaktadır.
“Bizim için bir vatan yoktur. Biz sosyal demokratız. Biz sadece Ermenilerin kurtuluşu için çalışmıyoruz, bütün insanlığın kurtuluşu için çalışıyoruz, bizim vatanımız bütün dünyadır... Bu ülkenin refahı için yapmadığımız ne kaldı? Ermenilerin ve Türklerin kardeşliği için ne fedakarlıkları kabul ettik. Ne kadar enerji tükettik ve ne kadar çok kanımızı akıttık. Bu adar acıya katlanmamızın nedeni güven yoluyla birbirimizi yükseltmek idi. Ve bizim karşılaştığımız nedir? Yalnızca bizim olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmadınız, aynı zamanda bilinçli olarak bizi imha etmeye çalıştınız. Şunu unuttunuz ki, Ermenilerin imha edilmesi bütün Türkiye'nin yıkımı demektir.” (*)
MHP kökenli Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ, soykırım tartımaları üzerine, faşistliğinin gereğini yaptı ve HDP Milletvekili Garo Paylan'ı sosyal medya üzerinden, "Sen de zamanı gelince bir Talat Paşa deneyimi yaşayacaksın ve yaşamalısın" sözleriyle tehdit edebilecek kadar rahattı. Çünkü sırtını faşist devlete yaslamıştır.
Derin devlet, “Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce." diyen Hrant Dink'i bu cümleleri kurduktan dokuz gün sonra katletmiştir.
Osmanlı geleneklerine yaslananlar, barış ve özgürlüğü taşıyan tüm “güvercinleri” katletmeyi hedeflemektedir.
(*) Kadir Akın, “Ermeni Devrimci Paramaz” s.28'deki dipnot.) (“Paramaz'ın Savunması”, Ararad Gençlik Eki, Ermenice aslından ilgili bölümlerin çevirisi (çev.Haldun Karyol), Beyrut, 1985, No.166)