Eskiden „Eğri otur, ama doğru konuş“ denilirdi.
Biz doğru oturup, doğru konuşalım daha iyi.
SAVAŞA KARŞIYIM!
BARIŞTAN YANAYIM!
Yukarıdaki sözleri defalarca yazdım, söyledim.
Bir tek insanın bile ölmesine karşıyım!
Bu nedenle barışı savunuyorum.
Savaşanlar barışırlar.
Savaşan tarafların görüşmeleri anormal bir durum değildir.
„Barış“ her zaman istenilen koşullarda gerçekleşmeyebilir.
Eleştirilecek, karşı çıkılacak yanlar bulunabilir.
Ama barışmak isteyenlere „Hayır, barışamazsınız“ denilemez.
1984 yılından beri gerilla mücadelesi veren Kürtlerle TC. diktatörü arasında yapılıyor „Barış“ görüşmeleri.
Evet, TC. diktatörüyle…
Bir diktatörün özgürlüğe susamış bir halka gerçek özgürlüğü verebileceğini düşünmüyorum.
7 yıl önce bir internet sitesinde „Barış adı altında yapılan görüşmelerin temelinde gerillanın dağıtılması yatıyor“ diye yazdığım için ağır hakaretlere uğramıştım.
Savaş bitecekse, barış olacaksa gerillanın varlığına da gerek kalmayacaktır.
Gerilla dağdan nasıl indirilir, sivil yaşama nasıl adapte edilir, sivil siyasete nasıl katılır, bunlar elbette tartışılması gereken hayati konular.
Devlet gerillanın önüne „Pişmanlık yasası“nı çıkardı.
„Gelsin teslim olsunlar“ dedi.
„Silahlı eylemlere karışmadıkları tespit edilenler serbest bırakılacak“ denildi.
Bu sözün aptallığı kendi içinde gizliydi.
Gerilla denilen kişi silahlı kişidir, silahlı başkaldırıya şurasından burasından katılmıştır.
Ona „Gel seni sorgulayayım, suçsuz görürsem serbest bırakayım, suçlu sayarsam zindana tıkayım“ demek „Barışı“ savunmak değildir.
Osmanlı oyunudur!
Geçmişte „Barış heyeti“ olarak ülkeye dönenlere yapılanlar da bunu açıkça kanıtlamıştır.
Devletle (Diktatörle) sayın Öcalan arasında sürdürülen görüşmelerin detaylarını sadece kendileri biliyorlar.
Biz bilmiyoruz.
Son ziyaretten sonra Sırrı Süreyya Önder „Öcalanla sadece MİT değil, siyasi heyetler görüşüyor“ biçiminde bir açıklama yapınca diktatör uludu ve dedi ki:
„ Çok ham hayal bir şey. Böyle bir görüşme söz konusu değil. Sadece müsaade ettiğimiz BDP, HDP bir de istihbarat teşkilatımız gitmektedir. Asla bunun dışında böyle bir siyasi heyetin, ekibin oraya gitmesi söz konusu değil. Böyle bir şey yok, olamaz. İleride olur mu olmaz mı, bunlar şartların oluşturacağı olgunlaştıracağı şeylerdir.“
Gazeteciler sordular:
”Somut yol haritası eve dönüşü kapsayacak mı?”
Diktatör yanıtladı:
“Eve dönüş, başından itibaren zaten bu çözüm sürecinin içinde var. Zaten bu projenin en önemli hedefi eve dönüştür.”
Ben ne demiş ne yazmıştım 7 yıl once:
“Temel hedef gerillanın dağıtılmasıdır!”
O günlerde bana hakaret edenler bu gün “Sürece karşı çıkanlar barışa da karşı çıkıyorlar demektir” diyorlar.
“Barış”tan, “Süreç”ten söz eden diktatör yapılan eleştiriler karşısında tehdit etmeyi de unutmuyor. “Bizim dediğimiz olmazsa” dedikten sonra niyetini açıklıyor:
“Dedim ya B planı C planı devreye girecektir. Şu anda (HDP’yi kastederek) Hür Demokrat Partili milletvekillerinin bu süreci kendilerinin çözme sorumluluğu var. Bizim çözüm yolumuz farklı olacak. Biz olmazsak kan olur burada, lafa bak ya. Barış barış diyorsun, yavruları analarından alıp pikniğe götürüyoruz diyerek dağa götürüyorsun. Bu nasıl barış? On binlerce insanın katili sizsiniz, bu terör örgütü.”
Gerçekten “Barış” isteyen biri muhataplarına nasıl böyle hakaret yağdırabilir?
Denilebilir ki; “Gerçek bir barış olacaksa gerillaya ne gerek var?”
Evet, gerçek bir barış olacaksa elbette gerillaya hiç gerek yoktur.
Ama diktatör gerçek bir barış istiyor mu?
Yada diktatör barıştan ne anlıyor?
Yıllardır yapılan görüşmelerden sonra gerilla neden hala kuşku içinde?
„Barış“ adı altında yapılan görüşmelerde diktatörün planının içinde „İmha, dize getirme, dağıtma, çürütme ve teslim alma“ yatıyor.
Kürtler bu oyuna düşer mi?
Orasını sadece mücadele edenler bilir, onlar kararlaştırabilirler.
Kendi başlattıkları savaşı kendileri istedikleri biçimde bitirme özgürlüğüne sahiptirler.
Ama ben diktatörün „Barış“ sözlerinin gerçeği yansıtmadığını söylediğimde de bana sövemezler, hakaret edemezler.
BDP-HDP görüşmelerde hangi maddelerin görüşüldüğünü, nelerin kabul edildiğini, nelerin kabul edilmediğini açıklayabiliyor mu?
Hayır!
Devlet hangi konularda görüşüldüğünü, bunlardan hangilerinde anlaşmaya varıldığını açıklayabiliyor mu?
Hayır!
Peki benden dibini görmediğim denize girmemi nasıl istiyorlar?
Evet, ben barış istiyorum.
Bu barışın Kürt ulusuna gerçek anlamda özgürlük ve eşitlik sağlamasını istiyorum.
Kürt ulusunun yeniden bir oyuna getirileceği kuşkusunu da taşıyorum.
Bunu söylemek „Barışa karşı çıkmak“ değildir.
Bunu söylemek Öcalan’a veya Kandil’e akıl vermeye kalkışmak da değildir.
Bir ulusun kaderi elleri kanlı bir diktatörün iki dudağının arasına bırakılamaz, diyorum.
O ulus kendi kaderine kendisi karar vermelidir, diyorum.
Bu güne kadar Kürtlerin yasalaştırılmış bir hakları var mı?
Yok!
Kürtler kendi isimleriyle ANAYASAYA girdiler mi?
Yok!
Federasyon, özerklik gibi konularda devlet tarafından açıkça verilmiş bir söz var mı?
Yok!
Kürt dilinin Türkçe ile eşitliği sağlandı mı? Okullarda ana dilde eğitim hakkı resmi olarak verildi mi?
Yok!
Ben de yaşamlarının en genç yıllarını dağlarda tüketen insanların özgürce ve eşit haklarla evlerine dönmelerinden, sivil siyasete katılmalarından yanayım.
Onlara bu konuda resmi olarak verilmiş bir söz var mı?
Yok!
Bu „Yokları“ var etmeyi savunmak neden „Barış karşıtlığı“ oluyor?
Birileri bizlere bunu eveleme geveleme yapmadan açıklayabilirse neden sevinmeyelim?
Barış istiyorum!
Ama “Süreç” adı altında oynanan oyunun Kürtler’e gerçek barışı sağlayabileceğine inanmıyorum.
Doğru oturdum, kendi doğrumu söyledim.
Eğriliğimi, eğri sözümü bulabilen varsa söylesin, düzeltelim!