Ruhi Su, 20. yüzyıl Türkiye’sinde müzik alanında sanat anlayışı, dünya görüşü, uslübu, sazı ve sözüyle çığır açmış, halk türkülerinin söylenişinde ve yorumlanışında yenilikler getirmiş, halk müziğini zenginleştirmiş büyük bir sanatçıdır.
Müzik barış duygusunu, barış kültürünü geliştiren en etkili sanat dallarından biridir. Marşlar bile barış için çalındığı zaman güzeldir. Ruhi Su, Türkiye’de barış kültürünün gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
Ruhi Su’nun hayatı, 20. yüzyıl Türkiyesi’nin tarihsel, sosyal, kültürel gelişmesinin özeti gibidir. O, büyük acılar çekmiş ve büyük acılara derman olmuştur.
Ruhi Su, yaptığı işe, müziğe, sazına, sözüne büyük bir aşkla, büyük bir sevdayla sarılmıştı. Türkü çekmeye 4-5 yaşlarında başladı. Müzikçi,sanatçı olabilmek için çok çalışmış, önüne çıkan engelleri aşkla, sabırla aşmıştır.
1915 felaketinin kimsesiz bıraktığı bir çocuk
Ruhi Su, 1912 yılında Van’da doğmuştu. İçinde mi, köyünde mi? Bilmiyoruz. Herkes gibi onun da anası babası vardı. Ama erken ölmüş, öldürülmüşlerdi, ya da 1915 “tehcir”i sırasında, o mecburi sürgünde bir yerde yaşıyor, bilmiyordu, bilecek yaşta değildi. Daha henüz üç yaşını bile doldurmadan, anasını babasını tanıyamadan yapayalnız ortada kalmıştı. Kendi deyimiyle, “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardandı.” Ruhi Su’nun oğlu Ilgın’ın açıkladığına göre, “Ruhi Su’nun Ermeni olma ihtimali hayli yüksektir.” Asıl adının Mehmet olduğu söyleniyor. Ama bu adı kim koymuş? Bu isim sonradan, onu korumaya almış olan biri tarafından mı konmuş? Bu soruların kesin cevabını bilemiyoruz.
Mehmet, Van’dan Adana’ya çok küçük yaşta kendisine bakacak bir ailenin yanına getirildi. Bu aile de çok yoksuldu. Ailenin erkeğine “Hüseyin Amca” diyor, onu gerçek “amca” biliyordu.
Altı yaşına geldiğinde Adana İngiliz ve Fransızların işgali altındaydı. İşgal şartlarından kurtulmak için birçok Adanalı Toros dağlarına kaçmış, dağa sığınmıştı. Mehmet’in sığındığı aile de Toroslara kaçmıştı. Ordan oraya “kaç kaç hayatı” yaşadılar. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda tekrar Adana’ya döndüler. Mehmet 10 yaşına gelmişti, bu sırada “amca”sının gerçek amca olmadığını öğrenmişti.
Bir arkadaşının hayırsever annesinin yardımı, bir paşanın tavsiye mektubuyla Adana Öksüzler Yurdu’na alındı. Böylece Mehmet’in 10 yaşından sonraki çocukluğu ve gençliği hep Öksüzler Yurdunda geçti.
Adana Öksüzler Yurdu, Mehmet’in hayatını değiştirdi, onun yeteneklerini ortaya çıkardı, ona yön verdi. Öğretmenler, önce Mehmet’in sesinin güzelliğinin farkına vardılar. Sonra Mehmet’i, marşlar, şarkılar söyleyerek taburun önünde yürüyen gruba aldılar. Zaten o zamana kadar konu komşu ona türkü söyletmişti.
Öksüzler Yurdu müzik öğretmeni Mehmet Tahir, yurda bir keman aldırdı ve Mehmet’e keman dersi vermeye başladı.
1925 yılında Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kurulmuştu. Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarındaki müziğe hevesli, yetenekli çocukların seçilerek Ankara’ya gönderilmesi istenmişti.
Mehmet, sınavı kazanarak, Musiki Muallim Mektebi’ne gitmeye hak kazanmıştı. Fakat öğretmeni “Nasıl olsa sen daha yeteneklisin, gelecek yıl gidersin!” diyerek onu değil, arkadaşını gönderdi.
1926 yılındaki sınavı da Mehmet kazandı. Fakat bu kez de, Ankara’dan, Milli Savunma Bakanı Recep Perker’den bir kararname gelmişti. Bu kararnameye göre, öksüz yurtlarındaki okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okulara alınacaktı.
Bu kararnameye göre müzik sınavı geçersiz sayıldı. Mehmet, İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne gidecekti. Askeri okula gidecek öğrencileri sağlık kontrolünden geçiren askeri doktorlar, Ökkeş, Cumali, Durmuş, Ali Merdan gibi isimleri duyunca gülümsediler. “Çocuklar sizin isimlerinize İstanbul’da gülerler, siz isimlerinizin yanına güzel isimler bulun,” dediler. Bunun üzerine Mehmet adına Ruhi ismini ekledi. İstanbul’a Mehmet Ruhi olarak gitti
Askeri Lise’de Mehmet adı tamamen unutuldu, Ruhi olarak yaşamaya başladı. Soyadı kanunu çıkınca “güzel, sade, söylenmesi kolay olduğu ve çok sevdiği için” kedine “Su” soyadını aldı. Böylece Vanlı Mehmet, İstanbullu Ruhi Su oldu.
Ruhi Su’nun aldığı müzik eğitimi
Ruhi, Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne girebilmek için Askeri okuldan kaçtı. Yakanladı, bilinçli olarak, kendi isteği ile çürüğe çıkarıldı. Adana Öksüzler Yurdu’na geri gönderildi. Oradan Adana Öğretmen Okulu’na alındı. Adana Öğretmen Okulu Keman Öğretmeni Avusturyalı kemancı Erwin idi. Ruhi, keman derslerini ve klasik Batı müziği parçalarını Kemancı Erwin’den öğrendi. Daha sonra Ankara Musiki Muallim Mektebi sınavını kazandı. Sınav Komisyonu Başkanı Ulvi Cemal Erkin idi.
Yıl 1935. Hükümet, Ankara’yı, aynı zamanda Anadolu’nun kültür başkenti haline getirmek için bir dizi reform kararı almıştı. Ankara’da, devlet tiyatro ve operası kurulacak, müzik eğitimi yenilenecek, geliştirilecekti.
Reform kararları kolay alınmıştı. Ama bu reformları, bu yenilikleri kim, hangi müzisyen, hangi sanatçı gerçekleştirecekti?
Tarihin ilginç bir dönemiydi. Almanya’da Naziler iktidara elkoymuş, gelir gelmez üniversitelerdeki, kültür ve sanat kurumlarındaki ilerici, demokrat, Yahudi, komünist, sosyalist, antifaşist bilim insanlarını, sanatçıları, müzisyenleri mesleklerinden atmışlar, can güvenliklerini yok etmişlerdi. Bu insanlar ya toplama kamplarına doldurulacak ya da Almanya’dan kaçıp kurtulacaklardı.
Türkiye Cumhurtiyeti, Nazilerin görevden attığı 3000 kadar bilim, sanat, kültür insanından 1000 kadarına kucak açtı. Onlara yaşama imkanı verdi. Yoksul halk lokmasını Almanya’nın evlatlarıyla paylaştı.
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1933’de kurulan ilk üniversite olan İstanbul Üniversitesi’nin kurucu kadrolarına Nazilerin görevden attığı en değerli bilim insanları yerleştirildi.
Ankara’daki kültür dünyasının yaratılmasında da Nazilerin görevden attığı değerli sanatçılara, müzisyenlere, kültür ve sanat insanlarına görev verildi.
Hükümet, Ankara’da müzik, tiyatro, opera gibi kültür kurumlarının yaratılmasında ve Musiki Muallim Mektebi’nin çağdaşlaştırılmasında müşavir olarak, Nazilerin görevini yapamaz hale getirdiği, Berlin Devlet Müzik Yüksek Okulu öğretim üyelerinden kompozitör, viyolonsolist, kemancı Paul Hindemith’i 1935 yılında görevendirdi.
Paul Hindemith, önce Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde verilen eğimin düzeyin yükseltecek önlemler aldı. 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nı kurdu. Konsevatuvarın her işi ondan soruluyordu.
İşte Ruhi Su, tam bu dönemde, Musiki Muallim Mektebi’nde öğrenci idi. Ruhi Su ve arkadaşları, Almanya’nın değerli sanatçılarından, kemancılarından, operacılarından ders alma şansına kavuşmuşlardı.
1935 yılında, Riyaseti Cumhur Orkestrası, Paul Hindemith tarafından yenilendi. Şef olarak, Almanya’nın en ünlü opera ve tiyatrolarında orkestra şefliği yapan, Nazilerin görevden attığı ve Berlin’de taksi şoförlüğü yapmasına bile engel oldukları, açlığa mahküm ettikleri Ernst Praetorius getirildi.
Musiki Muallim Mektebi öğrencileri arasından yentekli öğrenciler Paul Hindemith, Ernst Praetorius’un da içinde bulunduğu sınav komisyonu tarafından Riyaseti Cumhur Orkestrası’na seçildi. Seçilen öğrenciler arasında Ruhi Su da vardı.
1936 yılında henüz Ankara’da devlet opera ve tiyatrosu kurulmamıştı. Bu görev için, Nazilerin görevden attığı Berlin Operası Genel Yönetmeni Carl Ebert, Ankara’ya davet edildi. Ankara Devlet Konsevatuvarı Opera ve Tiyatro Bölümü’ne öğretmen olarak atandı. Konservatuvarın yenilenmesi ve öğretim kadrosunun tamamlanması için kendisine tam yetki verildi.
Ruhi Su, işte bu yıllarda, Devlet Konservatuvarı’nda öğrenim görüyordu. Carl Ebert ve Paul Hindemith’ten dersler alıyordu. Carl Ebert’in önerisi ve seçimiyle Ruhi Su, Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü’ne alındı ve 1936’dan 1942 yılına kadar bu eğitimini tamamladı. Sabahattin Ali ise, 1941-1945 yıllarında Konservatuvar’ın Almanca öğretmeni idi.
Opera sanatçısı Ruhi Su
Konservatuvarı bitirince Devlet Operası’nda görev aldı. 1942’den 1952 yılına kadar opera sanatçısı olarak Carl Ebert’in yönettiği Fidelio, Tosca, Satılmış Nişanlı, Maskeli Balo, Figaro’nun Düğünü, Madam Butterfly ve daha nice ünlü operalarda önemli roller aldı; basbariton sesiyle aryalar söyledi. Ruhi Su, sadece halk müziğinin değil, aynı zamanda Türk operasının temel taşlarından biridir.
Paul Hindemith, Carl Ebert, Ernst Praetorius, Şan Hocası Prof. Hay, Ruhi Su’yu, Ruhi Su yapan sanat insanlarıydı. Onları da saygıyla anıyor, şükranlarımı sunuyorum.
Carl Ebert’in özel tercümanlığını ünlü yazar Sabahattin Ali yapıyordu. Ruhi Su ile Sabahatin Ali ve Carl Ebert arasındaki yakın dostluk bu dönemde gelişmişti.
Ruhi Su, hem operadan büyük tat alıyordu, hem de türkü söylüyordu. Ama onun sevdası türkülerdi. Operada görevli Avusturyalı Markowiç, Ruhi Su’nun söylediği türküleri dinleyince “İlk defa Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunu görüyorum,” demiş ve o zamanlar Radyo Genel Müdürü olan Vedat Nedim Tör’e, Ruhi Su’nun radyoda türkü söylemesini önermişti.
Bu öneri üzerine, Ruhi Su’ya, Ankara Radyosu’nda her gün bir saatlik program teklif ettiler. Fakat Ruhi Su, “On beş günde bir olsun!” demişti. Böylece 1943-1945 arasında iki haftada bir pazar günleri “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla türküler söyledi. İlerici dünya görüşüne göre özenle ayırıp seçtiği halk türkülerini, saz eşliğinde yeni bir yorumla söylemesi halk arasında yankı uyandırdı. Fakat söylediği türkülerin içeriği bazılarının hiç hoşuna gitmiyordu. Âşık Ali İzzet’ten alıp söylediği,
“Bir Allah’ı tanıyalım,
Ayrı gayrı bu din nedir?
Senlik benliği nidelim
Bu kavga, döğüş, kin nedir?”türküsü radyo programlarının sonunu getirdi.
Ruhi Su, operadaki görevi yanında 1942-1945 döneminde Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu’nda ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde müzik öğretmenliği yaptı. Diğer köy enstitülerinden seçilip gelen delikanlılara şan dersi veriyordu. Şan derslerinde halk türkülerini öğretiyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde çalıştığı yıllarda, aynı enstitüde müzik öğretmenliği yapan Âşık Veysel ile yakın dostluk kurdu.
Ruhi Su, 1951 Türkiye Komünist Partisi Tevkifatı sırasında tutuklandı. “Siyasi görüşlerinden ötürü” operadaki görevine son verildi. Sorgulama döneminde ağır işkenci gördü. “Mahsus mahal” denen hücrelerde kaldı. O günlerde yazdığı “Mahsus mahal derler” türküsünde dünyaya şöyle sesleniyordu:
Mahsus mahal derler kaldım zındanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır
İk’elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm aklım sendedir
....
Dirliğim düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim
Benim beyaz unum ak güvercinim
Bilirim bilirim gelen gündedir
Cezaevinden cezaevine, zindandan zindana, karakoldan karakola, sürgünden sürgüne, beş koca yıl geçirdi. Eşi Sıdıka ile cezaevinde nişanlandı ve evlendi.
Hapisliği bitti, 20 ay Çumra’da sürgüne gönderildi. Polis, çalışmasına engeller çıkarıyordu. Sürgünlükten çok parasızlıktan çekti. Sürgünlüğün en zor günlerinde bile çevredeki türküleri derleyip işliyordu.
Ruhi Su, halk müziğine, türkü derleme, söyleme ve yorumlamaya kendine özgü bir tarz, bir üslup getirdi. Buna kısaca Ruhi Su ekolü de diyebiliz.
Ruhi Su, sanat anlayışının nasıl şekillendiğini şöyle açıklar:
“Yarattığım, geliştirdiğim üslubu, sanat anlayışını öncelikle aldığım kültüre, gördüğüm eğitime borçluyum. Genel müzik eğitiminin yanı sıra, ses eğitimi de gördüm. Ses eğitimi, insan sesinin bilimsel yollarla geliştirilmesidir. Şarkı söyleme yöntemlerini öğrendim. Batılıların “lied” dedikleri şarkı nasıl söylenir, onu da öğrendim. Cümleye nasıl girilir, nasıl çıkılır, konuya göre ses nasıl düzenlenir... Sonra kendi müziğimizi incelediğimde halk müziğimizin özelliklerini gördüm... Halk müziğimizin de Batı’nın ileri müzikleri gibi geniş anlatım olanakları taşıdığını görebilmem, içinden geçtiğim Batı müziği eğitimiyle mümkün oldu...”
Ruhi Su, müzik eğitiminin önemini “Müzikte ilerleme isteniyorsa, ses sanatçılarının Batı müziği eğitiminden geçmeleri şarttır,” diye vurgular.
Ruhi Su, ikinci anadilimiz olarak gördüğü müziği, geliştirmek, ilerletmek, geçmişin müzik geleneklerinden yeni sentezlere ulaşmak için çok çalışmıştır. O halktan ve topraktan öğrenmiştir. Anadolu’yu adım adım dolaşmıştır. Türküsünü söylediği çiçeği, yerinde görüp incelemiştir.
“Türkü sözleriyle ezgilerini bize veren çeşitli kaynaklar var, ama ben derlenip yayınlanmış kitap ve notalara genellikle güvenemiyorum,” der. “Çünkü, bu notalar, türkünün bütün inceliklerini, karakteristiğini yaratan özelliklerini tam vermiyor,” düşüncesindedir. Bu nedenle türküleri, ezgileri söylediği yörelere giderek yerinde araştırmıştır. Karacaoğlan türkülerini derlemek ve söyleniş tarzını geliştirmek için, Karacaoğlan’ın yaşadığı topraklara, dağlara, ovalara gitmiş, Gaziantep-Antalya dolaylarında, Toroslar’da, Kadirli- Osmaniye- Haruniye- Feke- Saimbeyli’de dolaşmıştır.
Fakat türkü derlemek, türküleri kaynağından dinlemek için köden köye, dağdan dağa dolaşırken başına gelmedik kalmadı. “Köylerde geceleri isli çıraların, titrek kandillerin, beş numara lâmbaların yanıp söndüğü köy odalarının karanlığında, yaşta yağmurda, toz toprak içinde, inci arar gibi türkü arıyordu. Tek partinin her kıpırtıdan kuşkulanıp baskıyı artırdığı yıllar. Devletin her köyde birer ajanı, görevli adamı var. Ruhi Su’nun bir ‘Rus ajanı’ olduğunu keşfetti biri. Koştu karakola. Başefendi iki jandarma çıkardı. Kolundan tutup yürü dediler. Köyden kasabaya, kasabadan ilçeye! Her konaklama yerinde karakolların merdiveni altına, yada sidikli bir odaya kapattılar. Direnecek olunca itip kaktılar. Casus olduğunu açıklasın diye sopaya çektiler. Egemenler halkı, böyle işlerde öz kardeşine karşı kullanmak için o derece cahil bırakmış ki, her eline geçiren kutsal bir görev duygusuyla Ruhi Su’ya bir iki tekme, beş altı yumruk attı. Casus olmadığını sonunda bir kaymakam anladı: ‘Git; bir daha köylere möylere çıkma!’ dedi.” (Fakir Baykurt)
Ruhi Su, Anadolu’nun sesini, Anadolu’nun türkülerini işte böyle binbir zorlukla derledi, topladı. Türküleri seçti, eledi, yeniledi. Bu çalışmalarını şöyle açıklıyordu:
“Türkülerin hepsi güzel değil! Sözleriyle, ezgisiyle halkı en iyi anlatanları seçiyorum. Halkın yaratıp yüzlerce yıldır söylediklerinin çoğu ölmüş ya da bozulmuştur. Benim yaptığım bir restorasyon değil, bir yeniden yorumdur. Gördüğüm eğitimin yardımıyla onları yeniliyorum. Ritmi, ezgisi ve sözleriyle estetik bütünlük içinde yapıyorum bunları.”
Ruhi Su, halkın türküsünü söyledi, ama hiçbir zaman ne şive, ne söyleyiş açısından halkın aynen taklitçisi olmadı. Çünkü taklit, aslı yozlaştırır.
Ruhi Su, bazı parçaların müziğini aynen almış, ama sözleri yeni bir içerikle değiştirmiştir. Örneğin, tevhidlerden “Benim Kâbem insandır”da müzik biçimini aynen almış, sözlerini değiştirmiştir. Bu parça, Ruhi Su’nun insan anlayışının da bir özü gibidir.
Benim Kâbem insandır
Hele nenni nenni dost nenni
Kuran da kurtaran da
Hele nenni nenni dost nenni
İnsanoğlu insandır
Hele nenni nenni dost nenni
Benim Kâbem sevidir
......
Benim Kâbem emektir
.........
Benim Kâbem dünyadır.
......
Ruhi Su, Alevi deyişlerini okumuş, Pir Sultan’ın, Hayati’nin ve diğer ozanların deyişlerini yorumlamıştır. Nazım Hikmet’in şiirlerini ilk bestleyenlerden biridir. Ayrıca, Orhan Veli’nin, Dağlarca’nın, Hasan Hüseyin’in, Melih Cevdet’in şiirlerini de seslendirmiş, bazılarını türküleştirmiştir.
Ömrünü halkına, halkının müziğine, türkülerine vermişti. 16 tane 45’lik plak, 11 tane uzunçalar çıkarmıştı.
Albümleri
- (1971) Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı
- (1972) Yunus Emre
- (1972) Karacaoğlan
- (1972) Pir Sultan Abdal
- (1974) Şiirler - Türküler
- (1974) Köroğlu
- (1977) El Kapıları (Sümeyra Çakır ile birlikte)
- (1977) Sabahın Sahibi Var (Sümeyra Çakır ile birlikte)
- (1993) Semahlar
- (1993) Çocuklar, Göçler, Balıklar
- (1993) Zeybekler
- (1986) Pir Sultan'dan Levni'ye
- (1993) Ezgili Yürek
- (1993) Ekin İdim Oldum Harman
- (1987) Kadıköy Tiyatrosu Konseri
- (1988) Beydağı'nın Başı
- (1988) Dadaloğlu ve Çevresi
- (1989) Huma Kuşu ve Taşlamalar
- (1990) Sultan Suyu "Pir Sultan Abdal'dan Deyişler"
- (1991) Dostlar Tiyatrosu Konseri (Sümeyra Çakır ile birlikte)
- (1992) Ankara'nın Taşına Bak
- (1993) Uyur İken Uyardılar
- (1994) Barabar
- (1995) Aman Of
Dert bizde derman ellerimizdedir
Ruhi Su, sadece müzikle uğraşmadı, felsefeyle, müziğin felsefesiyle, toplum sorunlarıyla da uğraştı. O dünyayı sadece anlamaya, yorumlamaya değil, aynı zamanda doğru bildiği yönde değiştirmeye de uğraştı. Bu konularda düşüncelerini yazıya döktü. Bu yazılarını Ankara’da çıkan “Yağmur ve Toprak” dergisinde “Hasan Güneş” takma adıyla yayımlamıştı.
Ruhi Su, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hastalandı. Tedavisi Almanya’da yapılacaktı. Darbeci generaller yurtdışında tedavi görmesine izin vermiyorlardı. Ruhi Su’nun tedavisinin Almanya’da yapılmasını sağlamak için imza kampanyası yapıldı. Almanya’dan Heinrich Böll, Günter Grass, Drewitz, Lenz, Günter Wallraff gibi yazarlar, Klaus Liebe-Harkort gibi profesörler, Brenda Başar gibi koro şefleri, aydınlar, yazarlar, işçiler, dünyanın her yanından büyük sanatçılar, enstitüler, üniversiteler, ünlü hastaneler Ruhi Su’yu hem tedavi, hem konuk etmek istediklerini Türkiye Cumhuriye’nin Başbakanı’na, Cumhurbaşkanı’na bildirdiler. Fakat hiç etkisi olmadı. Ruhi Su’nun tedavi için yurtdışına çıkışına izin vermeyen başbakan, gözlerindeki katarakı aldırmak için resmi ödenekle uçağa binip ta Teksas’a gitti.
Ruhi Su günden güne eridi, daha henüz 73 yaşında iken, 20 Eylül 1985 günü vefat etti. Vefatından 22 gün sonra cenazesi İstanbul’a götürüldü. Cenaze töreni 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisine dönüştü, binlerce insan katıldı. Polis cenaze törenine saldırdı, 163 kişiyi gözaltına aldı, İstanbul siyasi şubede 15 gün sorgudan geçirdi.
Eşkiya dünyaya hükümdar olamaz! Kitap yakanlar, insan yakanlar, saz kıranlar, Nesimi’nin derisini diri diri yüzenler, Mansur’u diri diri yakanlar, Pir Sultanları darağacına asanlar bu dünyadan silinip gitmiştir ve adları lanetle anılmaktadır. Ruhi Su’nun “suçu” insan olmaktı!
Gidiyor kalktı göçümüz
Gülmez ağlamaz içimiz
İnsan olmaktı suçumuz
Hasan dağı insan olmak
Ruhi Su’nun kanına girenler de lanetle anılıyor ve anılmaya devam edecek. Ruhi Su, Semahlarda bize şöyle sesleniyordu:
“Dostlarım, kardeşlerim, canlarım!
Kaldırın başlarınızı.
Suçlular gibi
Yüzümüz yerde,
Omuz darda durup dururuz.
Kaldırın başlarınızı yukarı!
Bize göz verildi gözleyin diye,
Dil verildi söyleyin diye,
Kulak verildi dinleyin diye,
El gövdede kaşınan yeri bilir,
Dert bizde derman ellerimizdedir.
Ararsan bulursun,
Verirsen alırsın,
İnanmazsan gelir görürsün...”
Ruhi Su doya doya, kana kana yaşayamadan bu dünyadan geçip gitti. Ama onun sesi dalga dalga yayılıyor, sazı ve sözü yaşamaya devam ediyor, dertlere derman oluyor, dinleyenlere güç veriyor.
Ruhi Su 100 yaşında... İyi ki doğdun! Dünya ve Türkiye seninle daha da güzelleşti! Daha nice yüz yıllara...
Bochum, 18 Aralık 2012
Kemal Yalçın
Kaynaklar:
Ezgili Yürek, Ruhi Su, Everest Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2006
Ruhi Su...Ruhi Su, Derleyen Battal Pehliva, Yaprak Yayınları, İstanbul, 1985
Dost Yüzleri, Özyaşam 8, Fakir Baykurt, Papirüs Yayınları, İstanbul, 2002