Devlet Başkanı Nicolás Maduro’nun, “Tarihsel bir savaştan geçiyoruz, bu yüzden hiçbirimiz gardını indirmemeli. Cumhuriyetin, anayurdun varlığını savunuyoruz. Ve başında bulunduğum hükümet bunu her ne pahasına olursa olsun savunacaktır,” diye haykırdığı güzergâhta bu kez de Venezüella hedefte; “ABD namlusunu Venezüella’ya çevirdi”…[2]
Bu saflaşmada tavrımız çok net olmalıdır; “ama”sız, “fakat”sız ve açıkça deklare edilmelidir!
* * * * *
Biz bu konuda, sıcağı sıcağına şunları dedik:
“Venezüella’da ABD yanlısı muhalefetin lideri Juan Guaidó, kendisini ülkenin ‘geçici devlet başkanı’ ilan ettiğini duyurdu. ABD emperyalizmi de Guaidó’yu geçici ‘devlet başkanı’(?) olarak tanıdığı açıklandı!
Maduro, ‘ABD imparatorluğuna güvenmeyin. Onların çıkarlarını yöneten şey Venezüella’nın petrolüne, gazına ve altınına olan arzularıdır. Bunlar size ait değil, bunlar Venezüella’nın egemen halkına ait’ derken; Devlet Başkan Yardımcısı Diosdado Cabello da, ‘Küba örneğinden öğrendiğimiz bir şey var. Pek çok emperyalist saldırı gerçekleşti ancak emperyalizm kazanamadı, kazanamayacak’ ifadelerini kullandı.
ABD’nin Venezüella’daki darbe girişimi/ dayatması kabul edilemez. Maduro yönetiminin kimi ‘soru(n)ları gerekçe’ gösterilmeye kalkışılsa da…
Kararı ABD ve ABD Başkanı Donald Trump veremez. Bu bir işgal olabilir. Oysa Venezüella’da kararı yoksullar verecektir.
O hâlde…
Kahrolsun ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri!
Venezüella’nın sorunlarını halk çözer, ABD beslemesi kuklalar değil!
Halk milislerin sokağa indiği Venezüella’da Favela’lardaki halkla omuz omuzayız…
YANKEE GO HOME!”
* * * * *
Biz Venezüella’nın, ulusal-halkçı yönetiminin “soru(n)”suz olduğunu ne düşündük ne de “iddia” ettik; aksine, Venezüella ve Hugo Chávez pratiği üzerinden “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” söylencelerine şiddetle karşı çıktık.
Daha önce de defaatle belirtmiştik, Venezüella’da “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” olarak sunulan, üretim araçlarının kamulaştırılmasını değil, bölüşüm ilişkilerinde “adalet”i öngören, toplumun en yoksullarını sürüklendikleri “sürdürülemez yoksulluk” koşullarından kurtarmayı hedefleyen bir “kalkınma projesi”ydi. Petrol gelirlerinin işsizleri, ev kadınlarını, tek ebeveynli aileleri, yaşlıları, emeklileri ve toplumun en kırılgan kesimlerini desteklemede kullanılması, mikrokredi, sosyal yardım gibi uygulamalarla, gelir dağılımındaki afet ölçüsüne varmış dengesizlikler kısmen giderildi. Bu sayede okur-yazarlık oranları yükseldi, istihdamda genleşme sağlandı, sağlık göstergelerinde kısmî bir düzelme sağlandı, toplumun en yoksul kesimlerinin yaşam standardında iyileşme gözlemlendi. Ancak Venezüella toprak mülkiyetinin en dengesiz olduğu ülkelerden biri olmayı sürdürdü. Yüzbinlerce dönüm büyük toprak sahiplerinin elinde atıl dururken, 916 bin kilometrekarelik ülkede yaşayan 31 milyonluk nüfusun altıda biri başkent Caracas çevresinde yoğunlaşmış durumda.
Venezüella’nın “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” (birkaç petrol şirketinin hisselerinin -bedeli ödenerek- “millîleştirilmesi” dışında) üretim araçlarının mülkiyetine dokunmak bir yana, ülkenin “ultra zenginleri”nin vergilerinde dahi kayda değer bir artış gerçekleştirmedi.
Chávez’in desteklenmesini savunurken onun “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” söyleminin abartılı ve karşılıksız bir iddia olduğunu vurgulamıştık. Bize göre Chávezm, neo-liberal talanın hedef tahtasındaki ülke ve kıta için desteklenmesi gereken “halkçı” bir yönelişti. Hâlâ aynı şeyi düşünüyoruz.
Venezüella’da olanlar ve kıtadaki diğer gelişmeler, ABD emperyalizmine “ama”sız, “fakat”sız karşıtlığı sürdürürken, hem (Zapatistalar örneğinde görüldüğü üzere) “iktidarı ele geçirmeyi hedeflemeyen” “yeni sol”cu girişimlerin, hem de iktidara gelip de “mülkiyet ilişkileri”ne dokunmaksızın “sosyal adalet”i sağlamaya yönelik çabalarla sınırlı kalan “sosyalist” söylemlerin zaafları üzerine bir kez daha düşünmeye çağırıyordu bizleri.
* * * * *
Venezüella’nın bugündeki soru(n)ları üzerine düşünürken; ifade ettiğimiz ulusal-halkçılığın zaaflarını atlamamalıyız; bu doğru. Ancak ABD emperyalizminin doğrudan müdahaleci pratiğini “es” geçmek daha büyük bir “gaflet” olur!
Maduro’nun ittifakı 2015’teki seçimde Ulusal Meclis’teki çoğunluğunu kaybetti. Maduro 2017 yılında bu meclisi lağvederek yeni bir anayasa için Kurucu Meclis kuracağını ilan etti.
Muhalefet bu seçimi boykot edince Kurucu Meclis’in tamamı hükümet yanlılarından oluştu.
2017’de bu gelişmeleri protesto etmek için halkı sokağa çağıran siyasetçiler arasında yer alan Guaidó, bu protestolardan bir izi, polisin plastik mermisinin izini boğazında taşıdığını söylüyor.
Muhalefet Kurucu Meclis’i tanımadı, Ulusal Meclis’in faaliyetlerini devam ettirdi ve 2019 başında Guaidó Ulusal Meclis Başkanı oldu. Seçildikten sonra, 13 Ocak’ta kısa süreliğine gözaltına alındı. 23 Ocak’ta da yalnızca Ulusal Meclis Başkanı değil, aynı zamanda Geçici Devlet Başkanı da olduğunu duyurdu. Duyurur duyurmaz da Maduro’ya karşı muhalif partileri destekleyen ABD de Guaidó’yu Devlet Başkanı olarak tanıdı. Ancak o, meşru değil kukla bir liderdir. Arkasına halk iradesini değil ABD emperyalizmini almıştır.
Münfesih Ulusal Meclis’in 30 Temmuz 2017’de seçilen Kurucu Meclis karşısında meşruiyet iddiası temelsizdir. Emperyalist müdahalenin aracı haline gelmiş ve getirilmiş hiçbir kurum meşru olamaz. Ne ABD ve AB emperyalizminin ne de onların arkasına dizilen emperyalizme bağımlı devletlerin tanıması Guaidó’ya meşruiyet sağlamaz. Bilakis onun ve tüm darbeci güçlerin emperyalist kuklası olduğunu kanıtlar. Trump’la birlikte Guaidó’yu tanıyan devletlerin arasında Latin Amerika ülkelerinden Kolombiya ve Paragauy’ın yanı sıra, faşist eğilimli Jair Bolsonaro’nun görevi yeni devraldığı Brezilya’nın da olması, her şeyin planlı biçimde hazırlanmış olduğunu ve amacın bir darbe olduğunu tartışmasız biçimde ortaya koymaktadır.
Devlet Başkanı Maduro, Guaidó ve diğer muhaliflerin ABD’nin kuklası bir avuç genç olduğunu söyledi.
Gerçekten de kimdir bu Guaidó?
ABD’nin yanı sıra Güney Amerika’daki çeşitli devletlerin de desteğini alarak, kendisini geçici devlet başkanı ilan eden Guaidó, 35 yaşında bir ABD işbirlikçisi.
2000’de liseden, 2007’de Andres Bello Katolik Üniversitesi’nden mezun oldu. Sonrasında ABD’deki George Washington Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi gören Guaidó ilk olarak dönemin devlet başkanı Chávez’e karşı yürütülen öğrenci protestoları sırasında siyasete girdiğini söylüyordu.
Olanlar “tesadüf” değildi! Hatırlayın 30 Temmuz 2017’deki açıklamasında Maduro, yeni bir dönemin başlangıcı vurgusu yaptığı seçim öncesinde muhalefet boykot, grev ve eylem çağrısında bulunmuştu. Ülke genelinde iki günlük genel grevle birlikte büyük protesto gösterileri yapıldı. Daha sonra ise muhalefet boykot çağrısına yaparak, sandık başına gitmedi. Ülke “karıştı”!
Bu hâlde insan hakları örgütlerine göre, 2017’de Venezüella’da hapishanelerinde 100’den fazla siyasi tutuklu vardı ve protestoların ilk 3 ayında ise 1.000’den fazla kişi tutuklanıp, 400’e yakın sivil de askeri mahkemeler de yargılanmıştı.[3] (Rakamlara ve kopartılan yaygaralara dikkat!)
Evet, olanlar “tesadüf” değildi!
“Trump’a Simón Bolívar’dan bahsederseniz onun bir rock şarkıcısı olduğunu düşünür. Bolívar’ın kim olduğunu bilmiyor… Comandante (Hugo) Chávez’e yönelik darbeyi destekleyen (eski ABD başkanı George W.) Bush’tu. Fakat devam ettik çünkü haklı olan bizdik. (Barack) Obama farklıydı. Bir yandan gülümserken bir yandan da bu gülümsemeyle yaptırım da uyguluyordu. Trump ise kaba biri. Bana benim işimi bitireceğini söylüyor. Fakat Venezüella şimdiki ABD lideri döneminde bile ileriye doğru gidecek. Ülkemizin kendi kaderi var, bu kader için savaşacağız,”[4] diyen Maduro’nun işaret ettiği konfürasyon ABD mamûlatıydı…
* * * * *
Bilmeyen yoktur: Maduro, ülkesindeki devlet başkanlığı seçimlerini ilk turda kazanarak seçildi,[5] ardından Ulusal Seçim Konseyi Başkanı Tibisay Lucena, “Seçimlere yüzde 46’nın üzerinde katılımın sağlandığını ve 8 milyon 300 binden fazla oyun sayıldığını” açıkladı.
Devlet Başkanı Maduro’nun 5 milyon 800 binden fazla oy aldığını kaydeden Lucena, Maduro’nun yaklaşık yüzde 68 ile yeniden devlet başkanı seçildiğini ve diğer adaylardan Henry Falcón’un 1 milyon 820 bin, Javier Bertucci’nin 925 bin, Reinaldo Quijada’nın ise 34 bin 614 oy aldığını bildirdi.
Henry Falcón, seçim sonuçlarının ilan edilmesinin ardından sosyal medya hesabından açıklama yaparak, seçim sonuçlarını tanımadıklarını ve gayrimeşru ilan ettiklerini duyurdu.[6]
Yeni yasama döneminde yemin ederek göreve başlayan meclisin yeni başkanı Guaidó “Biz, Maduro’nun gayri meşru olduğunu yeniden dile getiriyoruz. 10 Ocak’tan itibaren, devlet başkanlığını ele geçireceğiz, netice itibariyle bu Ulusal Meclis, halkın tek meşru temsilcisidir” dedi.
Bunun üzerine Trump, Maduro hükümetinin meşruiyetini kaybettiğini belirterek, kendisini fiili devlet başkanı ilan ede, Guaidó’yu ülkenin meşru lideri olarak tanıdıklarını ve “Ulusal Meclisi ülkede demokrasiyle seçilen tek meşru kurumu” olarak gördüklerini açıkladı.
Bu karara sert tepki gösteren Maduro, ABD ile diplomatik ilişkileri kestiklerini söyledi.
ABD’nin tanıma açıklamasının ardından Kanada, Şili, Peru, Brezilya, Guatemela, Kolombiya ve Paraguay Guaidó hükümetini tanıyacaklarını açıkladı.
AB Konseyi Başkanı Tusk, “Umarım tüm Avrupa Venezüella’daki demokratik güçlere destek verir. Maduro’nun aksine Ulusal Meclis ve Guaidó Venezüella vatandaşlarının verdiği demokratik yetkiye sahip” dedi.
Güney ve Kuzey Amerika’daki devletlerin üye olduğu Amerika Devletleri Örgütü de Maduro yerine Guaidó’yu meşru gördüklerini belirten bir mesaj yayınladı.
Meksika Devlet Başkanı Manuel Lopez Obrador’un sözcüsü Jesus Ramirez Cuevas, Meksika’nın Maduro’yu Venezüella Devlet Başkanı olarak tanımaya devam edeceğini ifade etti.
Rusya Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkan Yardımcısı Andrey Klimov da Maduro’u yasal bir şekilde seçilmiş devlet başkanı olarak tanıma politikalarında bir değişiklik olmadığını belirtti.
Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, Twitter’dan yaptığı açıklamada, Venezüella’nın emperyalist bir saldırıyla karşı karşıya olduğu vurgusuyla, “Emperyalizmin bir kez daha tırnaklarını demokrasinin ve Güney Amerika halklarının kendi kaderini tayin hakkının boğazına geçirdiği bu kritik saatlerde Venezüella halkının ve Nicolás Maduro’nun yanındayız. Güney Amerika ülkeleri bundan böyle ABD’nin arka bahçesi olmayacak” dedi.
Bu tabloda Maduro’nun, ABD’yle diplomatik ilişkileri kesme ve Amerikan diplomatların 72 saat içinde ülkeyi terk etmesi kararına Washington yönetiminden “Maduro’nun ilişkileri kesme yetkisi yok, personelimizi tehlikeye atarsa harekete geçeriz,” açıklaması geldi.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da, Maduro’nun diplomatik ilişkileri kesme yetkisi olmadığını savunarak “ABD, Maduro rejimini Venezüella hükümeti olarak tanımamaktadır. Bu çerçevede ABD, Maduro’nun ABD ile diplomatik ilişkileri kesmeye ya da diplomatlarımızı ‘istenmeyen kişi’ ilan etme yetkisi olduğunu düşünmemektedir,” dedi.[7]
Yeri gelmişken hatırlatalım: Kurmaylarına defalarca Venezüella’yı işgal etmeyi önerdiği öne sürülen Trump, “Venezüella için gerekmesi hâlinde askeri yollar dahil birçok seçeneğimiz var,”[8] demişti açık açık!
* * * * *
ABD’nin, Venezüella’da iyi gitmeyen işleri bir koz olarak kullandığı, elbette bir “sır” değil.
İşsizliğinin yükselişte olduğu ve durgunluğun yaşandığı Venezüella’nın derin bir ekonomik krizin içinde olduğu ve parasından 5 sıfır attığı biliniyor. Ülke hiper enflasyonla mücadele ediyorken; Uluslararası Para Fonu (IMF), enflasyonun yüzde 1 milyona kadar yükselebileceği öngörüsünde bulundu., Venezüella’daki durumu, I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya, 2000’lerin başındaki Zimbabve’ye benzetti…
Enflasyon artışı, ekonomik kriz, gıda ve ilaç sıkıntısı nedeniyle 2 milyon kişinin ülkeyi terk ettiği düşünülüyorken; 2016’dan beri ülkeden göç edenlerin sayısının 2018 sonunda 3.8 milyonu bulduğu açıklandı.[9]
IMF verilerine göre daha önce ihracat gelirinin yüzde 96’sını petrolün oluşturduğu Venezüella’nın ekonomisi 2013-2017 yıllarında yüzde 30 küçüldü (bu arada Türkiye’yle ilişkileri gelişti![10]).
Venezüella’nın bu hâli “petrol fiyatları ve petrol ihracatına bağımlılık” paradoksuyla doğrudan ilintilidir. GSYİH’sının yarısını, dış ticaret gelirlerinin yüzde 90’dan fazlasını petrolden kazanan Venezüella için bu durum, çok büyük bir soru(n) demektir…[11]
Bilindiği üzere Chávez, hükümeti 1999 başında devraldığında, Venezüella’nın petrol üretimi günde 3.5 milyon varildi, 2013’te öldüğünde ise 2.7 milyon varil. Bu rakam, halefi Maduro’nun yönetiminde günlük 2 milyon varile düşmüş durumdaydı.[12]
Söz konusu duruma dair Venezüella Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLV) yöneticisi Manuel Luis, “Ülkedeki mevcut durumun 4 temel nedeni var” vurgusuyla ekliyor:
“Birincisi ekonomik krizin etkisi, ki bunun da üç bileşeni var; kapitalizmin genel krizi, 2008 ekonomik krizinin uzayan etkileri ve özellikle ABD’de üretimin artmasına neden olan petrolde fracking teknolojisinin ortaya çıkardığı aşırı üretim. İkincisi, Venezüella ekonomisini boykot etmek için diplomatik ve ticari eylemler gerçekleştiren ABD-AB emperyalist blokunun etkisi; esas olarak üst düzey yetkilileri cezalandırmak ve finansal işlemler ile ithalatı engellemek şeklinde uygulanıyor. Üçüncüsü, hükümetin ikircikli ve tutarsız tutumu; bu tutum ekonomi politikaları açısından ve sömürücüler, vurguncular ve yolsuzlara karşı harekete geçme konusunda tereddüt ve şüphelere neden oluyor. İçeride ve dışarıda blokaj altındaki ulusal üretim geliştirilmiyor. Dördüncüsü, etkili kriter ve ilkeler belirleyecek güçte bir birliği başaramayarak antiemperyalist mücadelede taviz vermek zorunda kalmış devrimci hareketin zayıflıkları.
Mevcut konjonktürde Venezüella ekonomisinin birincil hastalığı düşük üretimdir, çeşitli ürünlerde arz yetersizliğine neden olmuştur. Bu yetersizliğin sonuçları emperyalizme, başta da ABD-AB blokuna bağımlı bir ekonomi olmayla bağlantılıdır. Bu bağımlılık reformist hükümetin 20 yıllık yönetiminden sonra hâlâ devam etmektedir, bu nedenle de ABD-AB bloku ve müttefikleri ekonomiye ve böylece halkın yaşam koşullarına da darbe vurabilmektedir.”[13]
* * * * *
Bu durumda Venezüella’ya ABD müdahalesi devredeyken, zorunlu dayanışmaya “es” geçip; şöyle bir “akıldane”liğe soyunmak “fildişi kuleler”de oturanlara özgüdür:
“Venezüella Bolívarcı Devrim’den uzaklaşalı epey oldu… Maduro, Chávez’in inşa ettiği despotik yönetimi benimseyip baskıyı artırdı. O kadar ki, iktidara muhalefet edenlerin ‘ülkeye karşı ekonomik savaş başlattığını’ iddia etti.
ABD Başkanı Trump’ın seçim sonuçlarını tanımayacağını açıklaması da, Maduro’nun ekmeğine yağ sürdü. Böylece yandaşlarınca ‘emperyalizm ile mücadele eden kahraman’ diye pohpohlanması kolaylaştı. Oysa Maduro yönetimi, anti-Amerikan olsa da anti-emperyalist değil.
Emperyalizmi durdurmak isteyen lider, öncelikle ülkesinde yargı bağımsızlığını sağlar, adil ve özgür seçim yapar. Maduro gibi yargıyı susturup Ulusal Meclis’i işlevsizleştirdiğinde ise diktatörlüğe kayar ve emperyalizme geçit verir. Ülkesinin bağımsızlığını korumayı hedefleyen, ilk olarak demokrasiyi güçlendirir!”[14]
Oysa ABD emperyalizminin saldırısı karşısındaki Venezüella konusunda yapılması gereken, dönemin Küba Devlet Başkanı Raúl Castro’nun, “Önümüzdeki günlerde şiddetli kavgaların, uluslararası ölçekte saldırıların, ablukaların, yoklukların yaşanacağı açık, ancak bu günler aynı zamanda tüm devrimciler ve Venezüella emekçi halkı için yaratıcılığın öne çıkacağı yoğun çalışma günleri olacak. Bu süreçte bugün olduğu gibi asla yalnız olmayacaksınız, militan dayanışmanın en ön saflarında davanıza en az sizin kadar inanan biz Kübalıları bulacaksınız,”[15] duruşundan feyz almaktır.[16]
Nihayet Venezüella’daki soru(n); “Ben, insanlığın sürüklendiği çıkmazdan çıkabilme yolu olarak insan haklarını görüyorum,”[17] biçimde tanımlanmanın ötesinde; “Özgür demokratik devlet var olamaz,”[18] gerçeğiyle betimlenmektedir.
* * * * *
Neresinden bakarsanız bakın, Venezüella’daki hâl emperyalizmle ilintilidir ve bir kez daha Nadejda Krupskaya’nın, “Gerçeğe dönüşmüş Marksizm’dir” biçiminde tanımladığı[19] V. İ. Lenin’in, emperyalizm ve proleter devrimleri çağı tespitleriyle değerlendirilmelidir.
Marksist-Leninist emperyalizm teorisi, bugün dünyanın içinden geçtiği tarihsel kesiti anlayabilmenin tek yolu olduğunu ısrarla vurgulamamız gerekiyor. V. İ. Lenin’i ve onun teorisini bugün güncel kılan en temel husus, emperyalist dönemdeki olguları kapsayabilme ve aynı zamanda açıklayabilme yeteneğidir.
Tekelci dönem, kapitalizmin yeni bir evresi olmakla beraber son kertede kapitalizmin devamlılığı bağlamında hem sürekliliğin hem de kopuşun izdüşümlerini barındırır. Dolayısıyla emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır, yaşanacak başka bir aşama bulunmamaktadır. Emperyalist kapitalizmin iç çelişkileri, bize sistemin daha başka bir aşamalara geçişinin önünün tıkalı olduğunu gösterir.
Emperyalizm döneminde, aşılması gereken bir ara aşama yoktur. “Ultra”ya, “post”a ya da “yeni”ye gerek yoktur. Bununla birlikte, asıl önemsenmesi ve üzerinde durulması gereken başlık, eşitsiz gelişim yasası ve bu yasanın öncülükle birleşerek aldığı hâl olan zayıf halkadır.
Çünkü genel anlamda emperyalizm, kapitalizmin temel özelliklerinin gelişimi ve doğrudan devamı olarak ortaya çıktı. Fakat kapitalizm ancak belirli, gelişiminin çok yüksek bir aşamasında; temel özelliklerinden bazıları kendi karşıtlarına dönüşmeye başladığında, kapitalizmden daha yüksek bir ekonomik toplumsal yapıya geçi sürecinin özellikleri, her alanda oluşup belirdiğinde, kapitalist emperyalizm hâline geldi.[20]
“Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”[21]
“Bugünkü kapitalizmi belirleyen temel özellik, en büyük girişimcilerle kurulmuş tekel birliklerinin egemenliğidir. Bu tekeller, özellikle, tüm hammadde kaynaklarını ellerine geçirdikleri zaman daha sağlam bir görünüm verirler.”[22]
Öyle ki “Sermaye, uluslararası ve tekelci hâle gelmiştir. Dünya, bir avuç büyük güç, yani ulusların büyük yağmasında ve ezilmesinde başarılı olan güçler arasında bölünmüştür.”[23]
Bununla bağıntılı olarak, “Emperyalizm büyük devletlerin dünyayı paylaşmak ve yeniden paylaşmak için giriştikleri amansız bir savaşımdır.”[24]
Söz konusu düzlemde “Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal hâline getirir - ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıyla demokrasi için yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir.”[25]
Tam da bunun için “Burjuva legalitesinin sınırları aşılarak, bu sınırlar yerle bir edilerek, parlamentoda söylevlerle, sözde kalan protestolarla yetinmeyerek, yığınları kesin eyleme çekerek, her temel demokratik istem uğruna savaşımı yoğunlaştırıp, proletaryanın burjuvaziye saldırısına kadar, yani burjuvaziyi mülksüzleştiren sosyalist devrime kadar vardırarak, bu istemlerin, reformist değil devrimci biçimde formüle edilmesi ve eyleme geçirilmesidir.”[26]
O hâlde sürdürülemez kapitalist neo-liberalizmi, “emperyalizmi de aşan bir kapitalizm”, “sanayi devriminden de büyük bir devrim”, “bilimsel-teknolojik devrim çağı”, “onlarca yıl sürecek bir istikrar döneminin açılışı” vb. olarak niteleyen yeni-Bernsteinci yaklaşımlardan uzak durmak gerekir.
Sürdürülemez kapitalizmin -çürüyen aşaması olarak tanımlanan- emperyalist aşaması, “Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm” eksenindeki gerçeklikten başka bir şey değildir.
* * * * *
Öncelikle Prof. Dr. Korkut Boratav’in, “ABD, Chávez’in iktidara gelmesinden hemen sonra, açık bir darbe teşebbüsü yaptı. Halkın direnmesi ile darbeciler defedildi. Amerika’nın yenilgiye uğratıldığı belgelendi. Şimdi ikinci ciddi kalkışmada bulunuyor. Trump, tüm Latin Amerika kıtasında gericiliğin perçinlenmesi için üç ülkeyi kendine hedef belirledi. Küba Venezüella ve Nikaragua… Muhtemelen Bolivya’da yedek de duruyor. Yeni Meksika başkanı Obrador da Amerika’nın taşeronluğunu üstelenen Latin Amerika’nın gerici iktidarlarını takip etmeyerek tepki çekecek,”[27] saptamasının altını çizerek toparlarsak:
Venezüella’nın mücadelesini, Venezüella’da yaşayan gazeteci Mustafa Özdemir’in, “Gecekondular, bu güne kadar Bolívarcı devrimin ana motoru olma görevini üstlendi. Gecekondular aynı zamanda bu krizin faturasını da en ağır ödeyenler. Bu gün için gecekondularda çoğunluğun hâlâ Chavist ideallere bağlı olduğunu ve Bolívarcı devrime destek verdiğini söyleyebiliriz ama buradaki desteğin biraz şöyle algılanması gerekiyor. Emperyalist saldırıların olduğu yerde, Bolívarcı devrime sahip çıkmak, Maduro’ya sahip çıkmak anlamına geliyor. Her geçen gün eski gücünü kaybederek de olsa gecekonduların hâlâ Chavistleri, Maduro’yu ve iktidarı desteklediğini söyleyebiliriz,”[28] ifadesindeki Favela’lar gerçeğiyle bağıntılı anti-emperyalist yükümlülükler temelinde ele almalıyız…
Böylesi bir duruşu, İsviçre’nin Davos kasabasında düzenlenen 49. Dünya Ekonomik Forumu’ndaki (WEF) konuşmasında kapitalizmin, “herhangi bir diğer izm’den” daha çok sayıda insanı yoksulluktan kurtardığından söz eden[29] İrlandalı rock grubu U2’nun solisti ve ONE kampanyasının kurucusu Bono gibilerden yani tarihi yaratmak yerine “yorumlamak”la yetinen(?) “gevezeler”den beklememeliyiz!
24 Ocak 2019 17:57:47, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Ocak 2018…
[1] Demokritos.
[2] Vijay Prashad, “ABD Namlusunu Venezüella’ya Çevirdi”, 24 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/abd-namlusunu-venezuellaya-cevirdi-vijay-prashad-527632
[3] İrem Köker, “Venezüella Krizi Hakkında Bilinmesi Gereken 5 Şey”, 31 Temmuz 2017… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40731025
[4] “Maduro: Trump’a Simón Bolívar’ı Sorsanız Bir Rock Şarkıcısı Olduğunu Söyler”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2017, s.7.
[5] “Maduro Yeniden Devlet Başkanı Seçildi”, İşçilerin Sesi, No:75, Haziran 2018, s.12.
[6] “Venezüella Seçimlerini Devlet Başkanı Nicolás Maduro Kazandı”, Evrensel, 22 Mayıs 2018, s.11.
[7] “ABD Açıklaması”, 24 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/abdden-tehdit-maduronun-iliskileri-kesme-yetkisi-yok-personelimizi-tehlikeye-atarsa-harekete-geceriz-527600/
[8] “Trump Defalarca Venezüella’yı İşgal Etmeyi Önerdi”, Birgün, 6 Temmuz 2018, s.4.