Romalıların "satire" sözcüğünü, antik Yunan edebiyatında mevcut olan "satyre" (satyre oyunu) den aldıkları ve Latinceye mâl ettikleri iddiası bir tartışma konusu olmakla beraber, kaynaklar Almancadaki "Satire" sözcüğünün Latin dilindeki "satura"dan geldiğinde birleşmektedir... "Satura" Latincede "çeşitli meyvelerle dolu bir kap" veya "rengarenk bir tas" anlamına gelmekteydi. İsa’dan önce 200 yıllarında Romalı şair Ennius ilk kez, eğlendirici, eğitici şiirlerinin yer aldığı dört kitabını konuları ve vezinlerinin çeşitliliği dolayısıyla "saturae" diye adlandırmıştır. Bu günkü anlamda "satir" - hiciv türüne edebiyatta yerini veren ilk şair ise Romalı Luculius olmuştur. Luculius yazmış olduğu "alaylı şiirlerini" "saturae" diye adlandırmış ve böylece "saturae" sözcüğüde esas nesnel anlamından başka yeni bir anlam kazanmıştır: Alaylı şiir!... Büyük Alman şairi F. Schiller, "Saf ve duygusal edebiyat üzerine" (über naive und sentimentalische Dichtung) adlı deneme yazısında hicvi şöyle tanımlar:
Hiciv türü üzerine geniş bir inceleme yapmış olan J. Brummack, hicvin üç ana temele dayandığını ileri sürer ve bu üç temel niteliği şöyle sıralar:
Hicvin Amacı:
Satirik anlatımı, "bir kişi veya nesneyi karşı almak ve kurbanı okuyucunun kahkahalarına sunarak, kelimelerle işini bitirmek" şeklinde yorumlayabiliriz. Bu işi yaparken, "saldırgan bir tutum", "bir kurban", saldırıyı haklı gösterebilecek bir "sebep" ve nihayet "iyi bir üslup" gerekmektedir. Hiciv; sözlerle, kalemle yapılan bir savaştır. Hicivci ise savaşının ve saldırılarının neticelerini almayı bekler, ümit eder. Kendi gördüğü kötülükleri, tehlikeleri başkalarının da gözleri önüne sererken bunlarla savaşılmasını ve yok edilmesini amaçlar. Yine Tucholsky’nin deyişiyle, "kırgın bir idealist olan hicivcinin arzusu, amacı dünyanın kötülüklerini ortadan kaldırmaktır". Bu mücadelesini yaparken de hicivci okuyucunun kendi tarafını tutmasını ister. İşte bu noktada okuyucu açısından bazı sorunlar ortaya çıkar. Acaba oku- yucu, hiciv yazarının savaş açtığı aksaklığı, çarpıklığı onun gözleriyle görebilecek veya o konu ile ilgilenecek midir? Yazarın savaşmaya değer bulduğu herşey acaba okuyucu için de aynı anlamı taşıyacak mıdır? Hicvedilen konunun toplum tarafından bilinmesi ve sorunun güzel bir üslupla okuyucuya iletilmesi oranında, yazarının anlayışla karşılanması şansı da artar. Hicivci hicvettiği konuyu tarafsız olarak ortaya koymaz, bilakis onun tenkitle karşılaşabilmesi için kötü yönleri, Schiller’in tanımıyla "gerçeğin ideale olan zıtlığını" daha belirgin göstermek çabasındadır. Yazar göstermek istediği bu "zıtlığı" bazı satirik anlatım araçlarıyla gözler önüne sermek zorundadır. İşte bu noktada hicivci aşağıda sayacağımız "üslup araçlarına" gereksinme duyar: Dolaysız anlatım (direkte Aussage), dolaylı anlatım-alay (Ironie), abartma (übertreibung), karikatürize etmek (Verzerrung), çift anlamlı sözcükler kullanmak (Doppeldeutigkeit), tuhaflıklar (Grotesk), benzetmeler (Methapher). "Hiciv abartmak zorundadır. Bazen bu abartma haksızlık sınırına kadar varır. Gerçeği daha belirgin hale sokmak için hicivci onu bir balon gibi şişirir, tabi bu arada da yaşın yanında kuru da yanar." Genellikle yazar hicvettiği şey üzerine kendi yorumunu vermez, o sadece "kötüyü" gösterir. Fakat bunu öyle ustaca yapar ki, neticede her okuyucunun kendi düşüncesi istikâmetinde bir sonuca varmasını sağlar. Bir hicvin anlaşılması ise okuyucuya düşen bir görevdir. Yazarın karikatürize ettiği tipleri tanımak, abartmaların arkasında gizli olan gerçeği sezmek, hicvin en önemli üslup unsuru olan alayı (Ironie) yani söylenenin aslında tam tersinin kastedildiğini farkedebilmek okuyucuya güç gelebilir. Zira hiciv, okuyucudan belli bir edebiyat formasyonu bekleyen bir türdür. U. Geier, bu noktada okuyucuyu " Rückübersetzer" yani hicivde yazılanları asıl söylenmek istenen anlama tercüme eden kişi olarak belirler. Hicivdeki "dolaysız anlatım" tekniğinin en önemli ve çok yönlü bir unsuru da "anlatım perspektifidir". Yazarın doğrudan doğruya kendi fikrini, yorumunu verdiği haller nadir olmakla beraber, yine de metinde konuşan-anlatan kişi (der Erzahler) ile yazar (der Autor) her zaman için "aynı" kişiler olarak telâkki edilmemelidir.
"Yazarın gözü insancıl ve aldatılmaz olmalıdır; bunun için de kör inek rolü oynaması gerekmez. Pembe, mavi, siyah camlı gözlükler vardır ve onlar gerçekleri nasıl isteniyorsa öyle yansıtırlar, renklendirirler. Pembe olanı en çok sevilenidir, fakat onunla kişinin aldanma olasılığı çok fazladır. Siyah da arada sırada sevilir ve özellikle sevildiği zamanlarda siyah çok para eder! Fakat biz, herşeyi olduğu gibi ne her zaman kuru ne de hep yaş değilde, nemli insan gözüyle görelim. Bu arada unutmayalım ki Latincede nemli anlamına gelen sözcük "humor" (mizah) dır. Ama yine unutmamalı ki, hayatta gözlerimizin kuru veya ıslak kalabilecekleri, "humor" için gereksinme duyulmadığı anlar da vardır." Belki de hicivciyi toplumda sevimsiz kılan en önemli etken Böll’ün son sözünde ifade bulmaktadır. Hiciv yazarı herşeyi mizah süzgecinden geçirmek zorundadır, alaylı yergisinde bir tepeden bakış hakimdir. Yazımızı S. Joachim’den güzel bir dize ile bitirmek istiyoruz:
Kaynakça : Friedrich Schiller: Über naive und sentimentalische Dichung. 1795. Jürgen Brummack: Zu Begriff und Theorie der Satire, DV js. Sonderheft 1971, s: 282. Kurt Tucholsky: Was darf die Satire?-Prosa und Gedichte. Stuttgart 1964, s: 12. Kurt Tucholsky: |