Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, geçen aylarda Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla tutuklanan gazeteci Sedef Kabaş'tan sonra, şarkıcı Gülşen'in imam hatiplilerle ilgili sözleri nedeniyle tutuklanmasını değerlendirdiği yazısında, bakanların ve medyanın hedef alan söylemlerini eleştirdi.

Bildirici, "Sedef Kabaş gibi, Gülşen'in de iktidarla yıldızı hiç barışmadı; sadece sahne kostümü değil, LGBTİ, Boğaziçi eylemlerine desteği vb nedeniyle de iktidar medyasının hedefindeydi. Yeni Akit, 'yaptığı yanına kâr kalmayacak' yazmıştı. Gizli eller bahaneyi buldu!" dedi. 

Bildirici, "Sedef Kabaş için dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül peşinen hüküm vermişti. Gülşen'i de yargıdan önce Bekir Bozdağ suçlu ilan etti. Yargıya 'infaz' talimatı verdi sonra da HSK'ya 'bağımsız yargıya saygı' açıklaması yaptırdı. Trajikomik! Muktedirin adaleti" yorumunu yaptı. 

"Peşinen hükümlü ilan edip hapse atmak yargısız infazdır"

Bildirici, kendi internet sitesinde kaleme aldığı "İki kadın, iki Adalet Bakanı ve tetikçi medya" başlıklı yazısında, şu ifadeleri kullandı: 

"Sedef Kabaş’ın konuşmasında tutuklanmasını gerektiren bir suç yoktu; Gülşen’in sözlerinde de. Kaldı ki, Gülşen’in sözlerinde hakaret de olsa bu hapse atılmasını haklı kılmaz. Eleştirmek, kınamak, tepki göstermek varken peşinen hükümlü ilan edip hapse atmak yargısız infazdır.

Gülşen’in hapse atılmasında temel etken iktidar medyasının aylardır onu hedef göstermesi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ mahkemeden önce hüküm açıklarken, onun başkanı olduğu Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun eleştirilerden rahatsız olup 'bağımsız yargıya saygı' çağrısında bulunması trajikomik bir durum.  Zira HSK’ya bu açıklamayı yaptıran da Bozdağ’ın kendisi…

Hukukun düştüğü vaziyete mi ağlasak, gazeteciliğin perişan haline mi?" 

İşte Bildirici'nin yazısının tamamı:

İki kadın, iki Adalet Bakanı ve tetikçi medya

 CHP’nin, “128 Milyar dolar nerede?” kampanyasının bunalttığı günlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bakanlar birbiriyle çelişen açıklamalar yapıyor ama bir türlü Merkez Bankası rezervlerinin nasıl olup da eridiğine mantıklı bir izah getiremiyorlardı.

   Erdoğan, partisinin grup toplantısında “CHP’nin 128 Milyar dolar yalanı” başlıklı bir video izletti; orada gazeteci Sedef Kabaş’ın TEDX konuşmasından kısa bir kesit de yer alıyordu.

Erdoğan, milletvekillerine döndü, adını vermeden onu farklı bir yere konumlandırdı:

   “İşte Kılıçdaroğlu’nun rehberini öğrendiniz mi? O bayan. ‘Büyük söyleyeceksiniz’ diyor. O da ‘Emredersin’ diyor ve büyük söylüyor.”

     Erdoğan, açıkça onu hedef gösteriyor, Kılıçdaroğlu’na yalan söylemesini öğütlemiş gibi sunuyordu ama söyledikleri doğru değildi. Sedef Kabaş ne Kılıçdaroğlu’nun akıl hocasıydı ne de yalan söylenmesini öneriyordu. Sedef Kabaş’ın 2018 yılında yaptığı “algı ve gerçekler” başlıklı konuşmasındaki cümleleri bile isteye çarpıtılıyordu.

Belçika'ya göçün 60. yılında yeni kitap ‘Göç Edebiyat Taşır’ Belçika'ya göçün 60. yılında yeni kitap ‘Göç Edebiyat Taşır’

    Sedef Kabaş orada tam tersine gerçeği örtmek için kullanılan algı tekniklerini anlatıyordu. Sözünü ettiği tekniklerden biri de Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in “Büyük ve basit yalanlar söyleyin” sözleriydi. Sedef Kabaş, bu tekniklere inanmamak gerektiğini vurguluyor, sözlerini “En büyük tehdit beyinlerin işgal edilmesidir. Aldanmayalım, aldatmayalım. Gerçeğin peşinde olalım” diye tamamlıyordu.

    Ama Erdoğan’ın sözlerini sorgulamadan manşetlere çıkaran iktidar medyası, Sedef Kabaş’ı o günden itibaren hedef tahtası haline getirdi. Sedef Kabaş, Erdoğan’ın sözlerinin “kara propaganda malzemesi yapıldığını”, kendisine iftira atıldığını savunsa da iktidar yanlısı televizyonlar, siteler ve gazetelerin oluşturduğu koro karşısında sesi duyulmadı.

    Bağımsız ve eleştirel medya da onun sözlerini doğru biçimde yansıtma yönünde çaba harcamadı. İktidar medyası, Sedef Kabaş’a “Büyük yalanlar” söylenmesini savunan biri olduğu yaftasını yapıştırmakla kalmadı, sık sık çeşitli vesilelerle de gündeme getirip durdu.

    Onu cezalandırmak için aradıkları malzemeyi de Sedef Kabaş’ın Tele1’de katıldığı programdaki konuşmasında buldular; “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur.”

    Suç duyurusu işleme konulmadı

    Bu sözlerin sosyal medyada yayılmasıyla birlikte ilk atış, Takvim gazetesinden geldi; “Hoşt... Sedef Kabaş Cumhurbaşkanı’na hakaret etti savcıları göreve çağırıyoruz. Sedef Kabaş hesap verecek!”. Bu haberin ardından iktidar yanlısı diğer medya kuruluşları ve AKP’li siyasetçiler hücuma geçti.

      Sedef Kabaş’a peşin hüküm biçenlerden biri de dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’dü. “Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır” dedi. Aynı zamanda Hâkim ve Savcılar Kurulu Başkanı olan Bakan Gül’ün bu sözlerinin ardından savcı Türkşad Kunthan Uçuk hemen harekete geçip Sedef Kabaş’ı gözaltına aldırdı. Hâkimlerin de böyle bir müdahale sonrasında farklı bir karar vermesi beklenemezdi; tutuklandı ve tam 49 gün cezaevinde kaldı. 

    İlk duruşmada “Cumhurbaşkanına hakaret”ten 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı ve salıverildi. Ama 49 gün cezaevinde kalmış, peşinen cezalandırılmış oldu. Avukatı Uğur Poyraz, Bakan Gül hakkında suç duyurusunda da bulundu. Heyhat! İşleme bile koymadılar dilekçeyi…

      Gülşen de aylardır hedefteydi

     Sarkıcı Gülşen de geçen yıldan beri iktidar çevrelerinin hedefindeydi. İzzet Yıldızhan’ın “Külotla, mayoyla sahneye çıkmasınlar” sözüyle Gülşen’e sahne kostümü üzerinden başlayan hücuma sonra Orhan Gencebay ve Işın Karaca gibi isimler de katılmıştı. Gülşen, dekolte sahne kıyafetlerini “edep dışı” olarak niteleyen bu sanatçılara ve ardından iktidar çevrelerinden gelen suçlamalara Sezen Aksu’nun “Namus” şarkısını sahneden okuyarak yanıt vermişti.

     Gülşen o günlerden itibaren iktidar medyasının gündeminden hiç düşmedi. Tabii ona bu kadar çok tepki gösterilmesi sadece sahnedeki giysilerinden kaynaklanmıyordu. Gülşen, sosyal medyada “#UnutMADIMAKlımda” paylaşımında bulunan orman yangınlarında THK uçaklarının uçurulmamasını eleştiren, Boğaziçi’nde kayyum rektöre karşı eylemlere destek veren, müzik ve konser yasaklarına karşı çıkan, kısacası iktidarla hiçbir zaman yıldızı barışmamış bir sarkıcı.

    İktidar medyasında hedef gösterilmesine rağmen sahnedeki giyim tarzından taviz vermeyen Gülşen, Melek Mosso’nun konserinin yasaklanmasına da açıkça karşı çıkanlardan biriydi. Fakat ardından kendisinin de Ereğli ve Şile konserleri kaymakamlıklar tarafından yasaklandı.

    LGBTİ bayrağından sonra geçmişi taradılar

   Gülşen aylardır Yeni Akit gazetesi ve yazarlarının hedefindeydi. Yeni Akit, “Ahlaksız”, “Arsız”“Teşhirci” gibi yaftalamalarla ağır hakaretler içeren haber ve yazılar yayımladı. Gülşen’in, Aleyna’ya destek çıkmasını “Arsız Gülşen’den donsuz Aleyna’ya tam destek” başlığıyla yayımlayan Yeni Akit, Gülşen’in bir ödül törenine tekerlekli sandalye ile katılmasından sonra da “Arsız Gülşen’in bu yaptığı yanına kâr kalmayacak” diyetehdit etti.

    Yazılanlara aldırmayan Gülşen’in 13 Ağustos’ta Yenikapı’daki konserinde LGBTİ bayrağını açması Yeni Akit başta olmak üzere iktidar medyasının tümünü sinirlendirdi. Sabah ve Yeni Şafak “LGBT sapkınlığı propagandası” diye nitelendirdi Gülşen’in sahnedeki hareketini.

     Şimdi anlaşılıyor ki, birileri o andan itibaren Gülşen’e fatura ödetmeye karar verip, geçmişini taramaya başladı; sonunda da Nisan ayındaki konserindeki o sözleri bulup sosyal medyadan tedavüle sürdü. “İmam Hatip’te okumuş daha önce kendisi sapıklığı oradan geliyor” sözlerinin duyulduğu kısa bir görüntü iktidar çevrelerinin ayağa kalkmasına yetti.

    Gülşen’in bu konser görüntüsüne sosyal medyada AKP’lilerden ve muhafazakâr kesimlerden tepkiler yükseldi. Bekleneceği gibi hemen ardından iktidar medyasında aleyhte yayınlar başladı. Sabah ve Yeni Şafak önce “Gülşen’den haddini aşan sözler” ardından da “İmam Hatiplilere ‘sapık’ diyen şarkıcı Gülşen’e tepkiler dinmiyor!” haberi yayımladılar. Yeni Akit de önce “Gülşen’den çirkin sözler”, ardından da “İmam hatip mezunlarından 81 ilde suç duyurusu” haberleriyle Gülşen’i hedef gösterdi. Bu koroya sonradan katılan Milli Gazete de sürmanşetten “Sapkın hadsizler” diyerek katıldı.

    Hükmü yine Adalet Bakanı verdi

    Gülşen’in tutuklanmasıyla noktalanan süreç ile Sedef Kabaş’ın başına gelenler, birbirine çok benziyor. İkisi de aylar öncesinden siyasi iktidarın tepkisini çekiyor; iktidar medyası onları hedef alan yayınlar yapıyor; sonra da Adalet Bakanları hukuki süreç başlamadan önce açıklama yapıp hüküm biçiyor ve tutuklanıp hapse atılıyorlar!

     Sedef Kabaş için Abdülhamit Gül açıklamayla hüküm biçmişti; Gülşen için de Bekir Bozdağ yargıya işaret verdi. Gülşen, Bozdağ’ın “Sanatçı kisvesi adı altında kin, nefret ve ayrımcılık dili kullanarak halkın bir kesimini diğer kesimine karşı tahrik etmek, sanata ve sanatçılara da yapılmış saygısızlıktır” sözlerinin ardından gözaltına alındı; tam da bakanın dediği suçlamayla tutuklandı! Ne tesadüf, Gülşen hakkındaki işlemleri yürüten de Sedef Kabaş’ı tutuklatan savcı Türkşad Kunthan Uçuk’tu.

     Oysa Sedef Kabaş’ın konuşmasında tutuklanmasını gerektiren bir suç yoktu; Gülşen’in sözlerinde de. Kaldı ki, Gülşen’in sözlerinde hakaret de olsa bu hapse atılmasını haklı kılmaz. Eleştirmek, kınamak, tepki göstermek varken peşinen hükümlü ilan edip hapse atmak yargısız infazdır.

     Gülşen’in hapse atılmasında temel etken iktidar medyasının aylardır onu hedef göstermesi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ mahkemeden önce hüküm açıklarken, onun başkanı olduğu Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun eleştirilerden rahatsız olup “bağımsız yargıya saygı” çağrısında bulunması trajikomik bir durum.  Zira HSK’ya bu açıklamayı yaptıran da Bozdağ’ın kendisi…

     Hukukun düştüğü vaziyete mi ağlasak, gazeteciliğin perişan haline mi?