Paris’te 3 Kürt kadınının katledilmesinin tahmin edilenden çok daha derin ve kapsamlı bir yönelim olduğunu artık herkes kabul ediyor. Bu saldırı hiç abartmaksızın, bölge dengelerini belirleme stratejisinin bir halkasıdır. Bundan dolayı bu saldırı, uluslararası ve bölgesel boyutları dikkate alınarak hazırlandı ve uygulandı.
Mevcut politik veriler dikkate alındığında bu saldırı, uluslararası güçlerin dolaylı olarak destek verdiği bir Türk kontrgerilla cinayetidir. Bu nedenle işlenen katliamın dedektiflik bilgileri üzerinde değerlendirilmesi son derece yanlış ve tehlikelidir. Polisiye bilgilerin, işlenen cinayetin teknik olarak açığa çıkartılmasında hiç şüphesiz ciddi bir etkisi olabilir/olmalıdır. Ancak çoğunlukla adı bilinmeyen kaynaklar aracılığıyla medyaya servis edilen ama gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan yalanlarla katliam maniple etmeye çalışılıyor. Mesele iki-üç kişinin katil olarak kamuoyunun karşısına çıkartmak olmamalı. Belki de bu işin en kolay yoludur. Dünyada böylesi örnekler oldukça fazladır. Mehmet Ali Ağca, Papa’yı vuran adam olarak yakalandı ama eylemin politik arka planı hiç bir zaman aydınlatılmadı.
Paris’te işlenen bu katliam, politik bir cinayettir ve bir bakıma Kürtlere yönelik saldırının en üst halkasıdır. ‘Paris Katliamı’ ile Kürtlerin kalbine bir kurşun sıkılmak istendi. 3 Kürt kadınına sıkılan kurşunların adresi Kürtlerin toplumsal gücü olan PKK olduğuna göre cinayetin kendisi politik bir saldırıdır. Bu nedenle de bütün dikkatimizi bu noktaya vermeliyiz. Bunun dışındaki değerlendirmelerin ciddi bir önemi yoktur. Sorun analiz edilirken, bu katliamı yapanların şahsen kim olduklarından çok, niçin işlediklerini açığa çıkartmak önemlidir.
Bu katliamın politik arka planı, Kürt sorunun geldiği safhadır.
Bölgesel bir güç olarak PKK’nin belirlediği stratejik hamleler, bölge dengelerini kaçınılmaz olarak etkilemektedir. Hemen her güç, PKK’siz politik istikrarın sağlanamayacağının farkındadır. Batı Kürdistan/Suriye’de Kürtler artık tek başına bir güç ve hemen herkes tarafından muhatap alınıyor. Çok geniş bir kitlesel tabanıyla ve ordulaşan bir askeri gücüyle bölgede iktidardır. Güney Kürdistan’da PKK’nin belirgin artan bir gücü bulunuyor. Güney’in iç dengeleri nedeniyle bu potansiyelini pek aktifleştirmek istemiyor. Ama Barzani de, Talabani de bu gerçeğin farkındadır. Doğu Kürdistan/İran’da tek güç PKK’dir. Birkaç yıl sonra İran’ın politik durumu uluslar arası güçlerin gündemine çok daha aktif bir şekilde geldiğinde, PKK yine en önemli aktörü olarak sahnede yerini alacaktır. Kuzey Kürdistan/Türkiye sınırları içinde PKK’nin toplumsal tabanı, politik ve askeri gücü üzerinde artık kimse bir tartışma yürütmüyor.
Kürtler şahsında bu reel durumun yaratılmasında PKK’nin ideolojik-politik çizgisinin çok önemli bir etkisi olduğu gibi aynı zamanda PKK’nin merkezi kadrolarının büyük bir rolü bulunuyor. PKK’nin ayrıt edici bir özelliği kuruluş sürecinden beri varlığı devam eden kesintisiz bir önderliğe sahip olmasıdır. Politik dengeleri iyi gören, süreci iyi analiz eden, taktik planlarını başarıyla uygulayan bir yöneticiler topluluğuna sahiptir. PKK’nin başarısında bu faktörün etkili olması, hem bölge ülkelerini, hem de uluslararası güçleri oldukça rahatsız etmekteydi. Örneğin Suriye’de PYD’nin belirleyici güç haline gelmesinde izlediği politikanın önemli bir rolü olmasına paralel olarak yönetim kademesinin öngörüsünün ciddi bir etkisi bulunuyor. Bugün PYD şahsında Kandil, hem ABD hem de Avrupa tarafından fiilen muhatap alınıyor. Bu fiili durum ABD ve AB’nin uzun vadeli politikalarını da kaçınılmaz olarak etkileyecektir.
Kürtlerin bölgesel güç olmasını istemeyenler, hemen her dönem Kürtlere karşı çok yönlü saldırılara yöneldiler ama ciddi bir sonuç alamadılar. Kürtlerin politik gücü olarak PKK, sürekli gelişti, toplumsallaştı. Kürtlerin mevcut durumu karşısında başarısız kalanlar, bu kez Mossad tarzı bir saldırı politikasını uygulamaya koydular. PKK’nin başta kurucuları olmak üzere, stratejik yöneticilerine yönelik saldırıların ilk adımını atmış oldular. Belirlenen temel politika, PKK’nin merkezi kadroların bire bir yok ederek kendi tarihiyle olan bağlarını kopartmaktır. Dahası, geçmişten bugüne ve bugünden geleceğe akan tarihsel birikimleri ve deneyleri yok etmek amacı taşıdığı gibi, sadece PKK kadrolarını değil aynı zamanda Kürt halkını psikolojik olarak çökertme taktiği de devreye girmiş bulunuyor.
Ayrıca, uluslararası güçler bu cinayetle PKK’yi kendi bulundukları çizgiye çekmek istiyorlar. PKK’yi özellikle Suriye’de kendileriyle hareket etmesini sağlamak için bir baskı unsuru olarak kullanmaya çalışacaklardır. Bu cinayet ile Öcalan üzerindeki baskıyı arttırmayı hedefleyeceklerdir. Öcalan’a şu mesaj verilmek istendi: “Dışarıda PKK kurucularından birini öldürebiliyorsak, sen elimizdesin, istediğimiz zaman aynı şekilde seni de öldürürüz.’
Katliam uluslararası bir konsepttir
Mevcut politik olgular değerlendirildiğinde, PKK’ye yönelik uygulanan konsept uluslararası olduğuna göre, işlenen cinayet de uluslararası bir özelliğe sahiptir. Bölgesel dengeler ve çıkarlar nedeniyle uluslararası bir konsept ekseninde gerçekleştirildi. Silahların tetiği de Türkiye’ye çektirildi. Bunun dışında başka bir güç aramak hedef şaşırtmaktır. Uluslararası güçlerin Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmesindeki politikanın arka planı neyse, bu cinayetin de politik arka planı aynıdır. Nasıl ki Öcalan’ı teslim eden güç uluslararası gladyo ise, aynı şekilde bu katliamın sorumlusu da uluslararası gladyodur. Eylemi gerçekleştirme görevi de Türk kontrgerillasına ya da yeni ismiyle Ergenekon’a verildi. Uluslararası boyutu olan bir katliamın sorumlularını bulmak tahmininden çok daha zordur. Dahası bulunmaz ve buna izin verilmez. Arkadaki güçler bilinebilir, fakat bu güçlerin kamuoyuna deşifre edilmesi engellenir. Bu saldırı uygulanmaya konulan bir stratejinin bir parçasıdır. Deşifre edilmesinin bir koşulu olabilir, bölgede izlenen planın değiştirilmesine, güç dengelerinin yeniden belirlenmesine bağlıdır. Ancak Kürt kamuoyunun tepkisinin aşağıya doğru çekilmesi için, birkaç ay içinde Mehmet Ali Ağca gibi biri veya birilerinin katil olarak kamuoyuna çıkartılması da şaşırtıcı olmamalıdır,
Bugünkü veriler ışığında, katliamdan sorumlu iki ülke bulunuyor
Birinci derecede sorumlu Türkiye’dir. Bu katliam, Türk kontrgerillasının işidir. Bunu artık kimse gizleyemez. Burada dikkat çekilmesi gereken birkaç temel nokta var. Bir, AKP hükümeti bu katliamı neden çok açık olarak kınamıyor? İki, Erdoğan’ın Roboski katliamı gibi Paris katliamını da savunmaya devam etmesi sanırım bir tesadüf olmazsa gerek. Onu, bu cinayeti sahiplenmeye zorlayan nedir? Öyle ki, bu katliamın bir ‘iç çatışma’ olduğunu doğrulamak için cahilce konuşuyor. Eline verilen kâğıttan okuduğu için doğruluğunu test edecek bir bilgiye sahip değil. Örneği Diyarbakır zindanında, tek kaldığı hücrede kendi bedenini ateşe veren Mazlum Doğan için ‘örgüt içi infaz’ diyebiliyor. Bu bakımdan AKP, bunun kontrgerilla tarafından yapılan bir katliam olduğunu deklere etmeden ve katilleri açığa çıkartıp yargılamadan hiç bir inandırıcılığı olamaz. Üç, Türk medyasında bu cinayeti azmettirenler vardır. Mehmet Baransu ve Emrullah Uslu bunlardan ikisidir. PKK yöneticilerine karşı suikastlar yapılması gerektiğini sürekli yazdılar ve insanları hedef gösterdiler. Ellerinde 25’er kişilik iki liste olduğunu söylüyorlardı. Bunlardan biri de Sakine Cansız’dı. Sakine katledildi. Şimdi Türkiye’nin herhangi bir savcısı, bu iki istihbaratçı gazeteci hakkında adam öldürmeye azmettirmekten dava açabilecek mi?
İkinci sorumlu Fransa’dır. Bu katliama bilerek yön verdi. İstenilseydi bu saldırı çok önceden engellenirdi. Fransa başından beri süreci biliyor ve izliyordu. Şu aşamada dahi katliamın kimler tarafından yapıldığını çok iyi biliyor. Peki bunu kamuoyuna açıklar mı? Açıklamaz. Bunu açıklaması için önce kendi istihbaratını sorgulaması, sonra da Brüksel’de NATO gladyosunun ismini vermesi gerekir. Buna asla gücü yetmez. Ayrıca, elindeki somut bilgileri, bölgesel çıkarları için Türkiye’ye karşı kullanacaktır. Bir başka ifadeyle uzun bir süre, bir tehdit unsuru olarak pazarlık masasında tutacaktır.
Katliamın politik yönünün önemi dikkate alındığında Fransa ile Türkiye’nin ortak buluşma noktaları bulunuyor: Bu eylemin örgütlü devlet güçleri tarafından yapıldığını özel olarak gizliyorlar. Özellikle “örgüt içi infaz” tezini sürekli ön planda tutmaya çalışıyorlar. Kamuoyunun gündeminde düşürmek için medyayı özel olarak yönlendiriyorlar. Bu saldırının lokal bir eylem olduğunu ima ederek kişiselleştirmeye çalışmaktadırlar. Böylelikle oluşturacakları ortak bir planlamayla bir kaç kişi yem olarak kullanılabilir. Böylece cinayet çözmüşler havası yaratılacaktır.
Kürtler cephesinde bakıldığında; Paris katliamını Avrupa’nın Roboskisi veya yeni bir Dersim jenosidi olarak tanımladılar. Kürtler, bu katliama karşı gösterdikleri tepkiyle iç birliğini/bütünlüğünü bir kez daha sağladılar. Böylelikle psikolojik savaş yöntemi olarak kullanılmak istenen ‘iç çatışma tezi’ daha ilk günde çöpe atıldı. Bununla PKK’yi kalbinde vurmayı hedeflediler, PKK merkezi ruhsal olarak etkilendi, etkilenmemesi çok anormal olurdu. Ancak bu katliam, tersten PKK’nin politik ve ideolojik olarak daha güçlü çıkmasını sağlayacaktır. Saldırıyı gerçekleştirenlerin anlamadığı bir başka nokta şudur: PKK ideolojik ve politik bir harekettir. Merkezi kadroları, birkaç kişiden oluşmaz, PKK’nin sürekliliğini sağlayan yüzlerce merkezi kadrosu bulunuyor.
Bu saldırının yarattığı etki tahmin edilenden çok daha derindir
Burada iki nokta dikkat çekicidir. Cinayet, Kürtler bakımından ruhsal kopuşu resmileştirdi. Somut bir örnek; Kürtçeyi ve Türkçeyi hemen hemen hiç bilmeyen, Fransa’da doğup büyümüş Kürt gençlerinin çok yoğunluklu olarak protesto eylemine katılması, Fransızca öfkesini haykırması ve gençlerin vengeance/intikam diye haykırması ruhsal kopuşun en somut örneğidir. Bir başka önemli nokta da, Kürt kadını bugüne kadar barış talebini dilinde düşürmedi. Oğulları, kızları katledildi, polis saldırısına uğradı, 70 yaşında cezaevine girdi ama yine barış dedi. Fakat ilk kez, Kürt kadını, gençleriyle birlikte ‘İntikam’ diye haykırdı. Bunun nasıl ruhsal bir dönüşüm olduğunu sanırım hesaplamak oldukça zordur.
Birinci sorun: PKK, bu süreci nasıl okuyacak ve Kürt halkının tepkisine ve beklentisine nasıl bir yanıt verecek?
İkinci sorun; AKP’nin ve devletin bundan sonraki politikası nasıl şekillenecek? Çünkü artık barışın yolu Ankara’dan değil Paris’ten geçecektir. Avrupa’nın Roboskisi aydınlanmadan barış olur mu?
Topu Erdoğan’ın eline verdiler, sevmeye ve savunmaya devam mı edecek, yoksa bir toplu iğne batırıp patlatacak mı? Bakıp görelim.