Cenevre 2 öncesi Türkiye’de iki önemli olay oldu: Birincisi, Suriye’de rejime ve Kürtlere karşı savaşan gruplara Türkiye’den MİT vasıtasıyla yollanan silah ve mühimmat dolu TIR’larda aramalar yapıldı. Cemaatin ihbar ettiği bu aramalarda, Cenevre 2 öncesi Türkiye’nin teröristlere yardım ettiği gerçeğini bilerek ortaya çıkarılmak istenmişti. Başbakan ve AKP hükümeti savcılar tarafından yapılmak istenen aramaları engellediği gibi operasyonda adı geçen savcıların tayinini yaptı, kolluk kuvveti olarak görev yapan Jandarma generali hakkında da soruşturma başlattı.
Türkiye’nin içlerinde El Nursa, IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) gibi faşist ve insanlık dışı örgütlere yıllardır yaptığı yardım bütün dünyaya açıklanmış oldu ama dünyadan “tık” çıkmadı. Diğer önemli olay da, Suriye Baas rejiminin işkence yaparak katlettiği elli beş bin fotoğrafın Türk medyasında yayınlanmasıydı. Rejim yanlısı bir fotoğrafçı askerin çektiği iddia edilen ve Türkiye’ye getirilen fotoğraflar! Bu her iki olay Cenevre 2 öncesi Türkiye ve Suriye’yi zorda bırakacak niteliklerdeydi.
Suriye Esad rejimin işkenceyle katlettiği 55.000 insanın fotoğraflarının doğruluğunu THKP-C (Acilciler) eski lideri, Hatay Kurtuluş Örgütü lideri ve şimdilerde bizzat muhalefete karşı ön saflarda savaşan Mukaveme-i Suriye lideri Mihrac Ural’a (bir sosyal medya aracı üzerinden) sordum. Mihrac Ural Suriye’de rejim taraftarı insanlarca kahraman olarak tanınmaktadır. Yanıtını aynen yayınlıyorum:
“Değerli Bülent Tekin, bu iddianın aslı astarı yoktur. Olayın içinde görgü tanığı olan ben, Suriye’nin birçok köşesinde anti-emperyalist vatan savunması savaşına aktif olarak katılıyorum. Ele geçen esirlerin, yaralıların ve tutsakların durumlarını çok iyi biliyorum. Sizi temin ederim ki, geçen Ramazan ayı içindeki çatışmalarda esir düşenlere kendi yemeğimizi paylaştık. Ben de oruçtum, onlarla birlikte yedim. Devletin elinde olan hiç bir tutsak, hiç bir esir ifadesi bittiği andan itibaren tek bir tokat dahi yemeden mahkemeye hazırlanır ve cezası varsa cezasını alır, öyle yatar.
Bu kanlı süreçte devletin eline geçen eli kanlı kişilerin falaka yemediğini ise iddia etmem, kaba dayak dahil sorguda bu tür işlemlerin olduğunu inkar etmek mümkün değildir. Çatışma anında iki tarafın beyaz silahla birbirine saldırdığı kesitlerde acımasız vuruşmaların olması ise asla devletin tutukladığı kişilere yapılanla karşılaştırılamaz. Savaş cephesinde olmak ve yüz yüze vuruşmakla, devletin eline tutsak düşmek aynı şey değildir. Bunu anlamak için Suriye’yi kana bulayan bu süreçlerin içinde olmak gerek. Buna rağmen, işkence’de ölü sayısının tüm Suriye çapında iki elin parmak sayısını aştığını ispat edenin anlını karışlarım.
Kaygı yaratan tek şey, terör öbekleri arasında bilgi alış verişini kesmek için tutuklananların nerede olduğunu, kimse bilmez, bu bilgi uzun süre verilmez. Bunun için ‘kayboldu’, ‘öldü’ sanılır, ama asla öyle değil. Bu olumsuz gibi gelse de bir vatan savunmasında çok doğal bir duruştur. Vatanı yakan hainlerin dış güçlerin uzantısı olarak yaptıklarına karşı bilgi sızmasını engelleme hakkı çok doğaldır. Savaş halidir bu. Savaşın negatif yanları budur.Саид Беяз arkadaşın da dediğini tekrar teyit edeyim, Evet ben de 4 kez zindan yattım (burada Mihrac Ural kendisinin de Baas tarafından tutuklanıp zindana atıldığından bahsediyor) sonuncusu tam bir yıl hücrede gün yüzü görmeden tamamlandı (1999-2000 yılı). Yaklaşık 150 tutuklu vardı, aralarında çok ağır suçlular vardı.
Birinci hafta kaba dayak, falaka yapılır sorgulanırdı tutuklular ama ötesine hiç geçilmezdi, kısa süre sonra biter, cezasını çekmek için mahkemeye hazırlanırdı. Hepsi bu. Ben size Paris’te tutukluluğumu anlatayım, çektiğim ağır psikolojik işkencelerin nasıl iz bıraktığını anlatayım, Zindanda bile yalıtılmış insanlık dışı zorbalığı anlatayım da işkence nedir bunu anlayın… Üstelik bu dünyanın en çok hukukuyla öğünen ülkesinde yani Fransa’da… Suriye devleti her şeye rağmen, Nusracıların, IŞİD’çilerin, ÖSO’cuların (Özgür Suriye Ordusu) yargısız infazlarına, kelle, kol, bacak kesmelerine, fidye taleplerine, hukuksuzluklarına, ne idüğü belirsiz karar mercilerinin ölüm kararlarına bakınca, devletin rahmetine methiye dizmek hiç te garip olmaz… Ve bu övgüyü eski teröristler sıklıkla yapıyorlar. Bu ise savaş hallerinde olan tüm devletler için geçerli bir durumdur. Bu duruşu sergileyen bir devletin laik ve göreli demokratlığından söz etmek abartılı değildir. Bunu kendi gözlem ve bilgilerimle belirtiyorum…”
Mihrac Ural’ın yanıtının yorumunu size bırakıyorum. Şahsım adına da şunları söyleyebilirim: 55.000 fotoğrafın Cenevre 2 öncesi sızdırılması bana bu olayların tam doğruluğunu sorgulatır hale getirdi. Ancak böylesi bir durum Suriye Baas rejimini işkence ve katliam yapan bir devlet olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Baas faşizmi ve Esad diktatörlüğü asla savunulamaz. Ama diğer yönden de Esad’a karşı savaşanlar da kelle kopartıcı, faşist ve zalim örgütlerdir. Öyle zalimdirler ki insanlara (ABD’ye bile!) Baas’a rahmet okutuyor.
Türkiye’de yolsuzluk operasyonlarının engellenmesi sonucunda gelişen olaylarla hak, hukuk, adalet gibi kurum ya da kavramlar kalmamıştır. Kürt karşıtlığı da Rojava’da Kürtlerin ilan ettiği özerkliği düşmanca görme temelinde devam etmekte ve terörist örgütlere yardımı ilanen yapmaya kadar götürmüştür. Baas faşizmi ve Esad diktatörlüğü tuhaftır ki on yıllardır işlediği cinayet ve işkencelere karşın savaşan muhalif örgütlere nazaran batılı ülkeler tarafından bile ehvenişer görülmektedir. İnsanlık kanamakta ve emperyalistler kazanmaktadır. Olan her durumda da ezilen halklara olmaktadır. Kompradorlar, burjuvalar, emperyalistler kandan şişmanlamakta, ezilen mazlum halklar, yoksullar, avukatsızlar, kimsesizler ise daha da ezilmektedirler.