Ülkemiz Devriminde Geri Dönüşü Olmayan Bir Yolun Başlangıcı
“Kızıldere Son Değil Başlangıçtır!” haykırışı, 1970’li yıllarda sokaklarda en çok yankılanan sloganlardan biri olmasının yanında, 1971 devrimci hareketine bakıştaki farklılıklardan kaynaklanan bir tartışmada taraf olmanın da ifadesi olmuştur.
Yaşanan yenilgiyi inkarın, teslimiyetin, ideolojik-siyasi tasfiyenin gerekçesi olarak kullanmak, 12 Mart sonrasının cezaevlerine-mahkemelerine ve siyasi tahlillerine damgasını vuran egemen anlayış olmuştur. Özetle 71 devrimci hareketinin tüm yapıları 12 Mart sonrasında derin bir tasfiye çemberine alınmıştır ve ne yazık ki bu tasfiyeciliğin öncü ve yürütücü gücü ise çemberin dışından değil içinden, bizzat 71 devrimci mücadelesinin simgesi olan örgütlerin merkezinde-önünde yer alan unsurların içinden çıkmıştır.
Örgütsel işleyiş ve varlığı katliamlar ve ideolojik-siyasi tasfiyecilik eliyle yok edilen THKP-C’nin bundan sonraki gelişimi ise tüm plan-programları boşa çıkaran bir seyir izlemiş, tasfiyeci kuşatma-çember kırılıp etkisiz hale getirilmiştir.
Bu tasfiyeci çemberi kıran yine ideolojik-siyasi çizginin kendisidir. Elden ele dolaşan ve büyük bir gizlilik içerisinde okunup kavranmaya çalışılan Kesintisiz Devrim broşürleri ve Mahir Çayan’ın diğer yazıları 71 devrimci hareketine olan sempatiyi bilinçli-örgütlü bir devrimci güç haline getiren en önemli etkenlerden biridir dersek abartmış olmayız.
Tasfiyeciliğin “zeki, geleceği parlak, yiğit, gençler”in arkadaşları için kendilerini feda ettikleri bir “trajedi” olarak sunmaya çalıştığı, ideolojik-siyasi çizgilerin değil yiğitliğin-fedakarlığın anlam kazandırdığı bir köy ismi haline getirmek istediği Kızıldere, bu aşamadan sonra ülkemiz devrimin manifestosu olarak görülüp kabullenilmiştir.
İşte “Kızıldere Son Değil Başlangıçtır!” sloganı tasfiyeciliğe karşı bu Manifestonun en güçlü biçimde ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.
Devrimci Mücadelenin Son 50 Yılına Damgasını Vuran Çizgi
1974 sonrası süreç, tasfiyeciliğin “Kızıldere trajedi”sine indirgeyip mücadele tarihinin “büyük hayal kırıklıkları” başlığı altına yazdırmak istediği THKP-C çizgisinin belirlediği bir süreç olmuştur.
Öncelikle hiçbir mütevazılığa kapılmadan şunu belirtmek gerekir: 74’den bugüne, THKP-C'ye bakışı ve şu andaki konumu ne olursa olsun, bu hareketin ideolojik-siyasi çizgisinden etkilenmeyen, siyasi pratiğine öykünmeyen bir yapı-anlayış yoktur. Hemen tüm yapılarda (Kürt Ulusal Hareketi dahil) THKP-C'nin (ve 74 sonrası takipçilerinin) temel belirlemelerinden, pratik deneylerinden izler bulmak mümkündür.
Keza diğer boyutuyla da şu veya bu başlıkta veya bir bütün olarak THKP-C'yi doğru bulduğunu, öyle veya böyle savunduğunu iddia edenler nezdinde de şöyle bir çarpıklık ortaya çıkmıştır: Kimileri dogma haline getirerek, kimileri ise en temel tezlerini özünden koparıp revize ederek[1] THKP-C çizgisinin tasfiye çabalarında önemli işlevler üstlenmiştir.
Ne var ki tüm bunlara karşın 74 sonrası sürecin temel belirleyenleri bu çizginin takipçisi olduğunu iddia edenlerin -dogmatik yaklaşanları ve gizli-utangaç tasfiyecileri dahil- oluşturdukları yapılanmalar ve pratikleri olmuştur. Sonuçta 12 Eylül’de onlar da yenilmiştir ancak onların yenilgisi vadettiklerinin ve örgütsel kapasitelerinin büyüklüğü oranında ağır bir yenilgi olmuştur. Bu yenilgilerin ağırlığı ilk anda THKP-C çizgisinin son ve kesin tasfiyesi açısından önemli bir dayanak noktası yapılmak istenmiş ancak yine de başarılamamıştır.
Bitmiş midir bu tasfiye çabaları? Elbette ki hayır! Bitmeyecektir de!..
Çünkü bu çizgi devrimin çizgisidir, devrimcilerin çizgisidir. İdeolojik-siyasi tezleriyle, örgütsel yapısı ve eylemleri-hedefleriyle ekonomik-demokratik hak kırıntılarını değil doğrudan devrimi, yani iktidarı hedefleyen bir siyasi partinin çizgisidir.
Çünkü bu çizgi, tüm dünya devrim deneylerinin Marksist-Leninist anlayış ve ülke koşulları temelinde yeniden yorumlanmasıyla biçimlenmiş, her devrimin kendi koşullarının ürünü olacağını kesin bir şekilde ortaya koyarken dogmatizmin, şablonculuğun ve çeviri teorisyenliğinin mezarını kazmıştır.
Çünkü bu çizgi ülke koşullarını diyalektik bir yöntemle tarihsel gelişimi içerisinde irdeleyip somut bir ülke tahlili yapabilen ülkemiz sol hareketleri tarihinde en ciddi ve bilimsel öze sahiptir.
Çünkü bu çizgi, ideolojik-politik boyutta olsun, örgütsel ve pratik bağlamda olsun ülkemiz solunun dünyaya açılması, kendi dar ilişki ve bağlarından kurtulup enternasyonal bir kimlik kazanmasında öncü bir rol üstlenmiştir.
Çünkü bu çizgi, ideolojik tezleriyle, bu tezler ışığında biçimlenen siyasi pratiği ve bu pratiği belirleyip yaşama geçiren kadro yapısıyla solculuğun yeniden tanımlanmasıdır. Bu tanımla geleneksel “solculuk” reddedilmiş yerine “devrimcilik” konulmuştur.
Çünkü bu çizgi aradan geçen 50 yıla karşın çözemediğimiz, anlayamadığımız her sorun karşısında teorik tezlerini tekrar tekrar okumak ihtiyacı duyduğumuz bir çizgidir.
Bugün dahi tüm zulme, adaletsizliğe, yokluğa, yoksulluğa karşın halkın neden isyan etmediğinin cevaplarını bulmak için "Kesintisizler”i tekrar karıştırmak ihtiyacı duyuyorsak;
En azgın yöntemlerle sürdürülen emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerine karşın yönetici kesimin nasıl olup da anti-emperyalist söylemlerle oy toplamaya çalıştıklarını anlayabilmek ve anlatabilmek için yine “Kesintisizler”e dönmek zorunda kalıyorsak;
Bu çizginin tasfiye çabası her yönden ve her türlü yöntem kullanılarak sürdürülecektir. Çünkü bu çizgi dün olduğu gibi bugün ve yarın da devrimin, mücadelenin çizgisi olmaya devam edecektir.
Bundan eminiz ve bu nedenle bir kez daha haykırıyoruz:
Kızıldere Son Değil Başlangıçtır!
[1] Bu noktada Mahir’in tüm yazılarında çok sık vurgulanan “somut koşulların somut tahlili” ilkesinden kimin ne anladığını tartışmak gerekir. Sonuçta bu bir sorunları ele alış biçimi-ilkesidir. Ancak bu ilkenin temelinde doğru bir anlayış yoksa çok kolay bir şekilde “reel politika”cılığa zemin oluşturması kaçınılmazdır. O yüzden “Biz somut koşulların somut tahlilinden hareket ediyoruz” diyen herkesin doğru sonuçlar çıkardığı gibi yanılgıya da düşmemek gerekir.