“İtirafçılık yasası” devletin sol muhalefete karşı kullandığı taktiklerdendir. Devlet mekanizması bu yasa ile birilerini itirafçılaştırsa da asıl hedefine ulaşamadı. Örneklerini gördüğümüz gibi, devletin içinden de itirafçılar çıkmaktadır. Bunların kimisi itiraf yapıyorum dese de, bazıları yaptıkları işleri anlatırken kirli işleri dile getirir. Buna ilişkin bazı örnekleri anımsatmak gerek.

Dışişleri Bakanlığı yapan İ.Sabri Çağlayangil, Seyit Rıza olayıyla ilgili şunları söylüyor: “İşte bu olay, Dersim İsyanı'nın başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor: "Bu meseleyi kökünden hallediniz." ("Çağlayangil'in Anıları- Kader Bizi Una Değil, Üne İtti", s.72-73)

Solcu gözükerek '9 Mart Cuntası'nı tezgahlayan Muhsin Batur'un anlatımı da, 1938'i bir katliam olarak anlatmaktadır: “Harput'un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” (Anılar ve Görüşler- “Üç Dönemin Perde Arkası”, M.Batur, s.25)

Bir dönem Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan Org. Sabri Yirmibeşoğlu; "Özel Harp'te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs'ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela." demekte sakınca görmüyor. 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da gayrimüslimlere karşı gerçekleştirilen saldırıları Başarılı bir özel harp işidir” şeklinde övmektedir. Keza, Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılmasını sağlayan da kontrgerilladır.

Şimdilerde yeniden siyaset sahnesinde rol verilmek istenen Tansu Çiller, “Bizim için kurşun atan da yiyen de şereflidir” demişti. Başbakanlığı döneminde Mehmet Ağar, Korkut Eken, Hanefi Avcı, Veli Küçük... elebaşılığında infaz timleri oluşturuldu. İnfaz timleri 'Beyaz Toroslar' ile gözaltında kayıplar ile yargısız infazları sıradan vakalara dönüştürdüler.

16 Mart 1978 Katliamı'nda öğrencilerin üzerine atılan bombayı Zülküf İsot'un eline tutuşturup atmasını söylerler. Z.İsot, katliam sonrası yaşadığı vicdan azabının etkisiyle ablasına yaptıklarını itiraf ederek, teslim olacağını söyler. Zülküf İsot itirafta bulunacağını söylediği yakın arkadaşı Latif Aktı'ya öldürtülür. Diğer ülkücü itirafcı Ali Yurtaslan ise öğrencilerin üstüne atılan bombayı Abdullah Çatlı'nın temin ettiğini itiraf etmiştir.

“Her katil mutlaka bir gün olay mahalline tekrar döner” sözüne uygun biçimde, katlettirdiği Uğur Mumcu'nun evine kadar gidip eşi Güldal Mumcu ile görüşen Mehmet Ağar, “bir tuğlayı çeksen, duvar yıkılır… bu sırlar benimle birlikte mezara gidecek.” demiş, yaptıkları “bin operasyon” ile övünmüştür. 12 Temmuz 1991 operasyonda, Devrimci Sol örgütünün önderlerini ve kadrolarını katlettiren elebaşlardan biri olan Ağar, bu katliam ve siyasi cinayetler için, “bunlar fırsat operasyonu, fırsatını bulunca kaçırmayacaksın” diyebilecek kadar fütürsuzdur. Çünkü sırtını sağlam yere yaslamıştır. S.Peker'in dile getirdiği Yalıkavak Marina'ya çökme olayında da Susurlukçuluğunu sürdürmektedir.

Sedat Peker'in itirafları Susurluk'tan farksızdır. 'Tek Adam' rejimi Peker'in itiraflarını görmezden gelmek istedi. BAE ile gizli pazarlıklar yapılarak Sedat Peker susturuldu. Fakat ne yapılırsa yapılsın, gerçekler mutlaka ortaya çıkmaktadır.

Kontrgerillanın vurucu timlerinde yerini alan Ayhan Çarkın, ilk gözaltına alındığında itiraflarda bulunmuş, yargısız infazlar gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. 'Gözaltında kayıplar'ın isimlerini ve gömüldükleri yerleri söylemişti. Ayhan Çarkın, Artı Gerçek gazetesi kamerası önünde itiraflarını yineleyip, yargıya seslendi:

Ayhan Çarkın, Hüsamettin Yaman ve Soner Gül isimli gençleri “öldürdükten sonra” çocuklarına sarılamadığını ve evini terk ettiğini anlatarak, “Anneleri, akrabaları Galatasaray Lisesi önünde bekliyor. Çok gittim oraya, çok seyrettim onları. Hep kendimi onların yerine koydum. Adaleti yerine getir. Benim cezamı ver ki benim yüreğim soğusun...” (“Ayhan Çarkın: Mehmet Ağar Vatan Hainidir”, Artı Gerçek gazetesi, Seda Taşkın, 13.03.2022)

Her şey gibi, geçmişi karanlık insanların da değişip dönüşebileceğini biliyoruz. JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan, Ayhan Çarkın, Sedat Peker gibi kişilerin itiraflarını, gerçekleri açığa çıkarmak amacıyla en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız. Çünkü, bu itiraflar, sistemin içyüzünün teşhiri anlamında kullanabilecek değerli bilgilerdir. Bu isimler, bir dönem kirli tezgahların içinde kullanılsalar da, yaptıkları itiraflarla pek çok gerçeği birinci ağızdan dile getirdiler. Bu itiraflar faşizmin kirli yüzünün açığa çıkarılmasında önem taşımaktadır.

Ayrıca, geçmişte 'maşa' olarak kullanılanların ve yakınlarının basında yer alan anlatımları dikkat çekicidir.

Ayhan Çarkın ile aynı ekipte yer alan Oğuz Yorulmaz tahliyesi sonrası bir kavgada öldürülmüştü. Annesi Nurhan Yorulmaz, “Ben evladımı devlet memuru olması için verdim. Çete olması için vermedim. O zaman Başbakan Tansu Çiller'di. Mehmet Ağar da İçişleri Bakanı. İbrahim Şahin (Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili) ve isimlerini şimdi hatırlayamadığım daha birçok kişi bu ekibin içindeydi. PKK'ya yardım eden iş adamları, uyuşturucu tüccarları vardı. Bana 93-94 kişiyi öldürdüklerini söyledi. Ömer Lütfü Topal'ı da (Kumarhaneler Kralı) diğerlerini de, hepsini öldürdüler. (...) Vatan için yaptıklarını sanıyorlardı. Oğuz çok geç anladı. “Ben bu pisliğin içine nasıl düştüm anne?” diyordu. Ama çok geçti. Onlardan ayrılması mümkün değildi. Bunu yaptıklarında kardeşi kardeşe bile vurdururlarmış. “O yüzden ayrılamadım anne, ayrılamıyorum” derdi. Melek gibi evladımı devlet çete yaptı" ifadelerini kullandı.” (“Oğlum 93-94 kişiyi öldürdüklerini söylüyordu”, Uğur Dündar, Sözcü, 30 Mayıs 2021)

“Susurluk Çetesi” olarak adlandırılan ekipte Oğuz Yorulmaz ile birlikte tetik çektirilen Ayhan Çarkın, 'beni affedin demek çözüm değil' diyerek çektiği vicdan azabını dile getiriyor:

Çarkın çektiği vicdan azabını ise “Hayatta her gün ölüsün. Çok pişmanım. Ama yapmak zorundaydım. Bu saatten sonra beni affedin demek çözüm değil...” (“Ayhan Çarkın: Mehmet Ağar Vatan Hainidir”, Artı Gerçek gazetesi, Seda Taşkın, 13.03.2022)

Hatalarını farkederek bunu itiraf edenlerin iyileşme yönünde adım attıkları kesin. Kötülüklere engel olmak isteyenler bağışlayıcı olmak zorunda. Toplumlar, gerçeklerin açığa çıkarılması çabasında, acı gerçeklerle “yüzleşenleri” affetmelidir ki, aynı felaketler tekrarlanmasın. “Yüzleşmeler” geçmişin kötülüklerinin içinde yer alıp, vicdan azabı çekerek bunları itiraf etmek isteyenlere cesaret vermelidir.

Gerçeklerle “yüzleşmek”, yalanlarla yaşamanın önüne geçmenin yollarından biridir.

Dostoyevski'nin belirlemesine katılmamak mümkün değil;

Ya hatalarınla yüzleşir, ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin.”