Atilla Keskin'in 1998'de yayınlattığı, “Biz Bir İsyan Ateşi Yakmıştık / Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler” eserini büyük bir merakla okuyup bitirdim.  

1969 yılında ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü Başkanlığı yapan Atilla Keskin, 1970 yılında El Fetih eğitim kampından dönüşte yakalanıp sekiz ay Diyarbakır Cezaevi'nde kalır. 1945 Afyonkarahisar doğumlu Atilla Keskin, THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) Davası'nda yargılanıp idam cezası alanlardan biri. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan'dan sonra idam edilmesi gerekenlerin ilk sırasında. “Üçe üç” diyerek Adnan Mendereslerin idam edilmelerinin intikamını almak isteyenler, TBMM'de iki ellerini birden havaya kaldırarak “Üç Fidanın” darağacında sallandırılmasına onay verirler. 

Kitabın kapağında, “Dördüncü İdam Mahkumu Yoldaşlarını Anlatıyor,” yazılı.  Dördüncü idam mahkumu olan Atilla Keskin, yoldaşlarının çocukluk yıllarından itibaren neler yaşadıklarını içten, samimi tarzda dile getirmiş. Eserde, Onların 60'lı yıllarda ülkemiz devriminin taktiklerini, stratejilerini tartışarak, öngördükleri devrimci yolda, tüm riskleri göze alarak gelecek kuşaklara örnek oldukları anlatılmaktadır. 

Sınıf mücadeleleri tarihinin bir gerçeğinin de altı çizilmektedir. Burjuvazi, mücadeleyle başa çıkamadığı devrimci liderleri her türlü kirli yöntemi kullanarak, “içi boş bir çuvala çevirmeye” çalışmaktadır. Bilindiği üzere, Denizler de burjuvazinin bu tür operasyonlarından birine kurban edilerek, onlar hakkında 'güzellemeler' döşenmektedir. 

“Deniz Yoldaş'a yapılan en büyük hakaretlerden birisi de şudur: Deniz, aynı dönem aynı ütopya için mücadele etmiş, bu uğurda can vermiş olan yoldaşlarından farklılaştırılmaya çalışılmaktadır. Deniz mitleştirilip, evliya mertebesine çıkartılırken; Mahirler, Kaypakkayalar, Cihanlar ve o dönem can vermiş nice devrimci 'anarşistler', 'silahlı zorbalar' olarak aynı medya tarafından hâlâ karalanmaktadır. Yöntemlerinde farklılıklar da olsa, 1971 dönemi devrimcileri, devlete karşı olan, mevcut sistemi yıkarak yerine hakça bir düzen kurmak için mücadele eden isyancılardı. Üstelik Cihan, Mahir ve yoldaşları Denizlerin hayatını kurtarabilmek için kendi canlarını feda etmekten çekinmemişlerdi. Ama düzenin şakşakçısı medya, devletin bombalayarak, acımasızca katlettiği Kızıldere'de can veren devrimcileri hâlâ karalarken, idam ederek yaşantılarına genç yaşta son verilen Deniz ve yoldaşlarına farklı bir yöntem uygulamaktadır. En çok yapılan propaganda, Denizler yaşasaydı, idam edilmeseydi, 'masum gençler' olarak bugün önemli mevkilere gelir, ülkelerine böyle yararlı olurlardı şeklindedir.” (s.144)

“Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler”in yazarı Atilla Keskin, eserinde 68 sonrası sürece ilişkin önemli noktaların altını çizmektedir. O dönemi mahkum etmeye çalışan sağcı kafalara, hiçbir itiraza yol açmayacak açıklıkla ders vermektedir. Yarım asırdan bu yana, 12 Mart tartışmaları sırasında silahlı mücadele yanlısı örgütlere yönelik kara propagandalar yapılmaktadır. THKO, THKP-C gibi 68 sürecinin öncüleri iki siyasal anlayışın 12 Martçılara karşı tereddüt içinde kaldığı, hatta destek verdiği iddiaları dile getirilmektedir. 'Çamur at izi kalsın' anlayışıyla bu saldırıyı yapanlara, hak ettikleri dilde karşılıklar verildiği halde, çirkin dillerinden vazgeçmiyorlar. Dolarla hizmet ettikleri patronlarına rüştlerini ispat etmeye çalışanlara, A.Keskin şu yanıtı veriyor:

“Deniz'in ve yoldaşlarının isyancı ruhuna kurnaz bir saldırı da statükoculardan, darbecilerden gelmektedir. Onları; yaptıkları eylemlerle 12 Mart Darbesi'ne yol açan, hatta Hasan Cemal gibileri daha da ileri giderek, onları; darbecilerle birlikte hareket eden devrimciler olarak göstermeye çalışmaktadır. Çok açıktır ki; Denizler, Mahirler, Kaypakkayalar mevcut sistemin tümüne ve elbet onun en güçlü baskı aracı orduya da sonuna kadar karşıydılar. Atalarımız; “Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz,” demiş. Kimileri darbe yapmaya çalışan orduyla kol kola girerken, güçleri çok sınırlı da olsa sistemin bütününe karşı mücadele ediyorlardı ve bu yüzden de darbeciler tarafından  katledildiler.”(s.145)

Şundan eminiz, tarihsel gelişmeleri çarpıtmaya kalkışanlar kirli emellerinden vazgeçmeyecekler. Bilinen gerçektir ki, silahlı mücadele örgütleri, devletin hiçbir kurumuyla dirsek teması içine girmeyi akıllarına bile getirmezler. Bu tür kirli ilişkilere girmenin diğer adı, karşı devrimciliktir.

12 Mart faşist cuntası süreci sonrasında THKO ile THKP-C dünya genelinde çok az örneği olan bir birlikteliğin altına imza atma onuruna sahip oldular. THKO'lular, Maltepe Askeri Cezaevi'nde başlattıkları tünel faaliyetine THKP-C'lileri de davet ettiler. Üstelik, Selimiye'de bulunan Mahir Çayan Maltepe'ye gelene kadar firar eylemi bekletilmiştir. Mahir Çayan'ın Maltepe'ye getirilmesi sonrasında yaptıkları görüşmelerde belirledikleri ortak hedefleri şudur: “Denizlerin kurtarılması”. 

29 Kasım 1971'de Maltepe Askeri Cezaevi'nden firar ederek kaçanlar; Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Mahir Çayan, Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı. Firardan sonra yurtdışına çıkması teklif edilen Mahir Çayan bu teklifi reddeder. Ünye Radar Üssü'nden biri Kanadalı, ikisi İngiliz üç teknisyen kaçırılarak Kızıldere'ye götürülür. Eylemciler THKP-C ile THKO'nun önder kadrolarıdır. Atilla Keskin, Kızıldere sürecini değerlendirirken çok önemli bir noktaya parmak basıyor. 

“Kızıldere, devrimcilere yapılan adeta bir birlik çağrısıydı. Mahir Çayan ve arkadaşları, başka bir örgütten olan Denizlerin kurtarılması için kendi yaşamlarını hiçe sayarak eylem yapmışlardı. Ne yazık ki, daha sonra çok daha güçlü olarak ortaya çıkan Türkiye devrimci hareketi, bu mirası doğru olarak devralmadı. Birlik yerine ayrılıklar öne çıkarıldı. Bugün, Denizleri ancak ve ancak bu birlik çağrısını öne çıkararak doğru bir şekilde anabiliriz.” (s.145)

Faşist cuntalar süreci tartışılırken, kendilerine Marksist-Leninistlere akıl satma misyonunu yükleyenlerin yineledikleri yaygaraları biliyoruz; “Gördünüz mü, uslu durmadınız, ortalığı karıştırdınız, ordunun sağcı bir darbe yapmasına neden oldunuz”. (148) Bununla da yetinmeyip, ML'leri 'romantik devrimciler' olarak gösterip köşeye sıkıştırmaya, dalga geçmeye çalışırlar. Atilla Keskin bu kesimlere de şu yanıtı vermiş:

“12 Mart Darbesi olduğunda, darbecilerden talepte bulunanların başına “balyoz(!)” inerken kimimiz cezaevinde, kimimiz dağdaydık.(...) Evet romantiktik... Romantik olmadan devrimci olunamayacağını bilecek kadar romantiktik.”(s.148)

“Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir,”⁽¹⁾ cümlesi de devrimcilerin romantikliğini ispatlar. Atilla Keskin, Denizlerin insan yanlarını anlatırken adeta fıkra olabilecek bir anıyı kaydeder. 

ODTÜ'nün çevresindeki köylerden birinde çelimsiz bir at sahibi tarafından serbest bırakılır. Deniz ile Yusuf arasında ata kimin bineceği kavgasını Yusuf kazanır. Ata binse de, çelimsiz atı getirip Deniz'e teslim ederken, “Al, senin olsun, bu uyuz beygir, böyle bir ata binmek benim şanıma yakışmaz,” der. Çelimsiz ata binen Deniz'in boyu uzun olduğundan, doğal olarak ayakları yerde sürünür. İki arkadaşının çekiştirmesiyle kız yurdunun önüne getirilen Deniz kız yurduna doğru seslenir:

“Hüsniyeee; kız, Hüsniye! Beyaz atlı prensin seni kaçırmaya geldi; hadi, hazırla bohçanı bakalım!”

Atilla Keskin idam edilen yoldaşlarını anlatırken, onların insan yanları da dile getirir. Onlar da sevmiş, sevilmişlerdir. Yaşamın artıları ve eksileri ile karşılaşmış, engellerin üzerinden atlayabilmek için yoğun çaba harcamışlardır. Eksiklikler, zayıf yanlar, güçsüzlükler karşısında pes etmemiş, savaşırken yenilmeyi göze alarak yürümüşlerdir. Sınıf mücadelelerinin uzun vadeli bir halk savaşıyla gerçekleşeceğini bildiklerinden, yenilgilerden ders çıkarmayı öngörmüşlerdir. Bu yanıyla ele alındığında, geçmiş süreçlere ilişkin tartışmalar yapılması, eleştirilerin dile getirilmesi doğaldır. Çünkü, siyasi partiler ile örgütlerin her şeyi doğru yapacağı gibi bir kural yoktur. Doğruları kadar, yanlışlarından da ders çıkarabilenler zaferi kucaklayabilecektir. 68 sürecini omuzlayanların birtakım yanlışlar yaptıkları dile getirilse bile, bu yanlar, onların devrim yolundaki kararlı yürüyüşleri gerçeğini zedeleyebilecek noktalar olamaz. 

Atilla Keskin'in “Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler” eseri, geçmişimizin yerli yerine oturtulması anlamında da okunmalı. “Üç Fidan” darağacına çıkarıldıklarında tarihsel açıdan çok önemli mesajlar verdiler. Onların mesajları Nurhaklarda da dile getirilmişti. Kızıldere'de katledilen On'lar ile işkencehanede “ser verip sır vermeyen” Kaypakkaya geleceğe ışık tutanlar arasındadır. 

Atilla Keskin'in, 68 sürecinde yenilgi yaşanmadığı cümlesi, altına imza atılacak bir gerçektir.

“İdam edildik; dağlarda, şehirlerde katledildik ama yenilmedik.” (s.150)

⁽¹⁾ Emma Goldman'a ait olduğu söylenir.