8 Mart’tan 8 Mart’a değil; her gün, her an sadece ekmekle yetinmeyip;
gül de istedik Lilith’le başlayan özgürlük mücadelemizde…
Arkadaş Zekai Özger’in,
“Pencereyi aç,/ sesin sarsın dünyayı./ Duyulur elbet ta ötelerden,/ yürek kendini tanır”…
Adnan Yücel’in,
“Durmak yok bu koşuda/ Teslim olmak yok/ Ağıt yok dilimizde/ Dizlerde titreme yok”…
Ahmet Telli’nin,
“ne zindan karanlığı/ ne zulüm/ ne işkence/ indiremez dudaklarındaki,/ gülümsemenin bayrağını”…
dizelerini terennüm ettik ısrarla dünyanın bütün dillerinde;
Hepatia, Kazvinli Kürret-ül Ayn, Olympe de Gouges, Louise Michel, Pankhurst Kardeşler,
Alexandra Kollontai, Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Emma Goldman, Dolores Ibárruri, Naciye Hanım,
Suat Derviş, Angela Davis, Behice Boran, Leyla Halid, Mine Bademci, Barbara Anna Kistler,
Ayçe İdil Erkmen, Berna Saygılı Ünsal, Sakine Cansız olduk…
“Gelsin koca, gelsin hoca, gelsin patron, gelsin paşa, inadına isyan, inadına özgürlük”
haykırışıyla yollara düştük…
Başkaldırdık sömürü ve tahakkümün bütün biçimlerine…
Ludwig Feuerbach’ın,
“Ahlâkın temeli ne zaman ilâhiyata dayandırılırsa; haklar ne zaman ilâhi otoriteye bağımlı hâle getirilirse; en ahlâksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mâzur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir,”
uyarısını bir an dahi unutmadan/ unutturmadan…
Ve bu 8 Mart’ta da dünyanın bütün meydanlarında, bütün sokaklarında,
Benoît Malon ile birlikte bir kez daha haykırıyoruz:
“Eski düzenin son ezilmişleri, kadın ve proleter, ancak geçmişin tüm biçimlerine karşı
güçlü bir şekilde birleştiklerinde kurtulabilirler!”
Bu bilinç ve inançla kutluyorum 8 Mart’(ımız)ı ve kucaklıyorum içtenlikle…