7 Haziran – 1 Kasım 2015 tarihleri arasında bir kabus yaşandı. Seçim yenilgisini kabullenemeyenler, ana muhalefet partisinin sokaklara çıkma korkaklığından, sinmişliğinden yararlanarak seçimleri tekrarlama kararı aldılar. Sedat Peker, Rize'de AKP'ye destek mitinginde, 'Oluk oluk kanınızı akıtacağız ve akan kanınızla duş alacağız' demişti. İtiraflarından oluşan videolarında, “Kanla ilgili söylemiş olduğum olayların hepsi söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı,” demek zorunda kaldı.
Altı yıl sonra 17 Haziran 2021'de HDP İzmir İl Binası'na katliam yapmak üzere katiller gönderildi. Kırk kişilik parti toplantısını basarak katliam yapmak üzere gönderilen katil, Deniz Poyraz'ı katletti.
Seçmen kitleleri nezdinde prestiji hızla tükenen iktidar yeni katliamlar döneminin başlatılması kararını almış durumda. Her geçen gün oy yüzdesi azalan iktidar, HDP'nin kapatılması kampanyası doğrultusunda yeni Suruçların, 10 Ekimlerin gerçekleştirilmesi yolunu açtı. İktidar yeniden “korku iklimi” yaratma hesapları peşinde.
2015 yılında başbakan olan Ahmet Davutoğlu, “Şimdi Ankara'da ki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var... Saldırıdan sonra da yüzde 44 bandına doğru yükselme trendi devam ediyor. Önemli olan burada bizim hedefimiz Ak Parti'nin tek başına iktidarı getirecek sonucu elde etmesi,” açıklamasını yapmıştı.
Gelecek Partisi'ni kurduktan sonra kendisini farklı göstermeye çalışan Davutoğlu, “2015 Haziran-Kasım’ı arasında olanları açıklasam kimsenin birbirinin yüzüne bakacak hali kalmaz” ifadelerini kullanmıştı. Şundan eminiz, 2015 Haziran-Kasım arasında yaşanan katliamlar zincirine ortak olanların hiçbiri o karanlık gerçekleri açıklayamazlar. Çünkü açıkladıklarında siyasi cinayetlerin azmettiricisi, planlayıcısı olarak sanık sandalyesine oturacaklar.
Taksim'e Topçu Kışlası yapma hesaplarıyla ağaçları kesip, direnişçilerin çadırlarını yaktıranlar da “korku iklimi” yaratmak üzere harekete geçmişlerdi. Fakat hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşı karşıya kaldılar. 27 Mayıs-15 Haziran tarihleri arasında, ülkemiz tarihinde görülen en kitlesel toplu direniş yaşandı. Bayburt ve Bingöl dışındaki tüm illerde aktif destek gören, on milyonlarca insanın katıldığı bir Gezi Parkı Direnişi dönemi yaşandı.
Bir çevre direnişi olarak başlayan Gezi, kısa sürede farklı şekle büründü. Yaşam biçimine karışılmasına karşı çıkanlardan, laikliği savunanlara kadar çok geniş bir muhalif çevre, tepkilerini dile getirdi. Herşeyin paylaşıldığı Gezi Parkı komünal bir yaşam alanına dönüştü, ancak sonuçta yenildi. Çünkü bu direniş belirli hedeflere kilitlenen örgütlü bir yapıdan yoksundu. Nereye kadar gideceği, nasıl sonuçlanacağı belirsizdi. Devlet gücünün yoğun saldırıları karşısında hedefine ulaşamamış olsa da, mevcut gerici/faşist iktidara sendrom yaşattı. İktidarın ellerinden gidebileceği korkusunu yaşayan iktidarın yaşadığı travma o kadar büyüktü ki, Gezi sendromundan asla kurtulamayacaklar.
Toplumsal hareketlerin nerede, ne zaman, nasıl tepki verebileceği bilinmez. Faşist iktidar, “kindar ve dindar” nesil yaratma politikalarıyla yarattığı çürümeyi durdurmak yerine, “korku iklimini” giderek çok daha derinlere taşımaya çalışıyor. Bu gidişe dur diyemezse karşısına yeni Gezilerin çıkacağından emin. Daha büyük korkusu ise, yeni Gezileri durduramayacağı kaygısı.
Toplumlar faşist saldırılarla çıkmaz sokaklara doğru sıkıştırıldıklarında iki yol var. Ya bu gidişe dur demek üzere patlayacak, ya da patlayabilecek gücü bulamazsa gitgide geri dönülmez biçimde çürüyecek. Toplumsal patlama noktasına ulaşılamazsa, çürümenin durdurulabilmesi asla mümkün olmayacak.
Muhalif güçler olarak, gündeme müdahale edebilecek bir toplumsal güç haline gelmeyi başaramazsak, yenilgiler hanesine yeni bir halka daha eklemiş olacağız.
Üzerinde yoğunlaşmamız gereken temel nokta, muhalif güçlerin nasıl bir örgütlenme ile ciddi bir güç haline geleceğidir.
Toplumsal patlamanın yenilgi ile sonuçlanmaması için örgütlülük şarttır.