Türkiye'de Yeşil Sol Parti listesinden Gaziantep milletvekili seçilen gazeteci kökenli Sevda Karaca, Almanya'da günlük gazete Junge Welt’in sorularını yanıtladı.
İşte Junge Welt'teki “TBMM'yi kürsü olarak kullanıyoruz” başlıklı o röportaj:
Çeviri: Süheyla KAPLAN
-
Türkiye'deki parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinden yaklaşık altı ay geçti. Erdoğan ve AKP-MHP ittifakının yenilenen seçim zaferi muhalefeti derin bir depresyona sürüklemiş görünüyor. Türkiye'de olumlu bir değişim için hala umudunuz var mı?
Seçim sonuçlarına ilişkin partimizin ve EMEP’li milletvekilleri olarak bizim daha önce çok sayıda değerlendirmemiz oldu. Onları tekrar etmeden ve derin bir analize girmeden kısaca şöyle söylenebilir: Pandemi ve depremden sonra; sınıfta kalan ve çelişkileri apaçık ortaya çıkan AKP’nin, bu seçimlerde sadece sandığa indirgenmiş bir siyaset anlayışıyla iktidarı kaybedeceği inancı, yanılgılıydı. Çünkü tek başına boş tencerenin iktidarı deviremeyeceğini, sadece sandıkta oy kullanmaya indirgenmiş bir mücadele ile halkın geniş kesimlerinin öfkesinin örgütlenemeyeceğini hep söylüyorduk. İktidarın her türlü baskı aracıyla ideolojik bir hegemonya altında olan toplumun burjuva siyasetiyle kuşatılmışlığı söz konusu. Bu nedenle bu sonuç bizim açımızdan yıkıcı olmadı.
Bununla birlikte biz sosyalist bir parti olarak umudunu sandığa bağlamış bir hareket değiliz, olamayız. Bizim değişim umudumuz, halkın çıkardığı ve çıkaracağı itiraz seslerine, bu itirazın ve öfkenin örgütlenmesine bağlı. Bu seçimi ve sandığı tamamen yok saydığımız anlamına gelmemeli. Oradaki sonuç da yabana atılır değil. Zira bu ülkenin yarısı, Recep Tayyip Erdoğan’ı istemediğini söyledi. Fakat esas umut, bu sefalet düzenine başkaldıran işçilerde, eğitimde gericileştirmeye karşı çıkan velilerde, asimilasyon ve inkara direnen Kürtlerde, KYK yurtlarında ölmek istemiyoruz diyen gençlerde, haklarımızı yok ettirmeyiz diye kadınlarda. Dolayısıyla evet, bir umut elbette var ve o umut her gün ülkenin her yerinden sesini yükseltiyor.
-
Şu anda AKP-MHP ittifakına karşı nerede ve hangi nüfuz gruplarından hala aktif bir direniş/karşı çıkış var?
AKP-MHP ittifakına karşı bu ittifakın dışında kalan diğer herkesten bir karşı çıkış olduğunu söylemek mümkün ancak aktif bir karşı çıkıştan kastımız etkili muhalefetse; bunun çok sınırlı olduğunu söyleyebiliriz… Emek ve özgürlük ittifakının bileşenleri dışında aktif ve gerçek bir direnişin olmadığını söylemek abartı olmayacaktır… Ana muhalefet olarak anılan CHP bile kadük kalıyor… Belki kapsamlı bir değerlendirme için henüz erken ancak oradaki iddialı değişim sözlerinin de henüz bir yansımasını görmedik…
Bu seçimlerde çeşitli nedenlerle AKP-MHP’ye oy veren halk kesimleri de memnuniyetsiz ve bu memnuniyetsizlik giderek daha fazla dile getirilir, görünür hale geldi. AKP-MHP dışında bir seçenek göremediği için, hegemonik iktidar söylemlerinin etkisinde kaldığı için, ağır yoksulluk ve geçim sorunları bu iktidarın en yerele uzanan yardım ve bağımlılık ilişkileri ile hafifletildiği için seçim döneminde bu ittifaka oy vermiş olan yoksul halk bakımından, seçimin üzerinden geçen süre çok öğretici oldu. Ancak bu tepkinin örgütlenmesi noktasında toplumsal muhalefet güçlerinin desteklenmesi, irili ufaklı direnişlerin, eylemlerin etkisinin arttırılması noktasında ana muhalefet partisinin de emek ve demokrasi güçlerinin de eksiklikleri var. Özellikle son 4 aydır, ülkenin dört bir yanında çok önemli bir emek mücadelesi sürüyor; sıcak geçen bu yaz, işçi ve emekçilerin açlık sınırında ücretlere karşı insanca yaşanacak ücret mücadelelerine tanıklık ettik, işçiler geçim koşullarının iyileştirilmesini, kölelik koşullarında çalışma şartlarının değiştirilmesini istiyorlar. Sarı sendikaların, patron yanlısı sendikaların işçilerin bu öfkesini iktidar lehine kontrol etme çabası, bunun için uyguladıkları mafyatik yöntemler eskisi kadar etkili olamıyor. İşçi ve emekçilerin insanca yaşam taleplerinin siyaset alanının da en belirleyici söz haline gelmesi noktasında ana muhalefet yeterli çabayı göstermiyor.
Bir yandan eğitim hakları ellerinden alınan, yokluğa, barınaksızlığa, açlığa mahkum edilen üniversite öğrencilerinin de ülke sathına yayılan eylemleri, gençlik kesimlerinin mücadele eğilimlerini ortaya seriyor.
Kadınların eşit yurttaşlık haklarının gasp edilmesi politikalarına karşı tetikte olduğunu söyleyebiliriz.
Biz, Emek Partisi olarak ülke siyasetinin en belirleyici sözünün, geniş halk kesimlerinin insanca yaşam, eşitlik, demokrasi arayışına cevap verecek söz olduğunu düşünüyor, buna uygun hareket ediyoruz. Emekçilerin, gençlerin, kadınların, ezilen halk kesimlerinin mücadelesinin ortaklaşması ve bütünlüklü bir güç haline gelebilmesi çabası gösteriyoruz.
-
Başkanlık sistemi altında parlamento neredeyse işlevsiz durumda- dahası, muhalefetin içine kadar uzanan sağcı muhafazakar, faşist ve dinci partilerden oluşan bir blok tarafından domine edilmektedir. Bu koşullar altında parlamentonun muhalefet için hala ne gibi bir önemi/işlevi var?
Parlamento sizin de dediğiniz gibi; asıl amacı olan yasama faaliyetinde işlevini önemli ölçüde yitirmiş durumda. Tek adam rejimi parlamentoyu tümüyle etkisiz hale getirdi, “millet iradesi” sözü ağızlarından düşmeyen iktidar bloku vekillerinin bile el kaldırıp indirmekten başka bir işlevi yok. Bütün mekanizmalar iktidarın elinde ve inisiyatifinde.
Biz meclisi mücadelenin ve muhalefetin merkezinde görmüyoruz. Bizim için meclis, geniş halk kesimlerinin taleplerini dile getirip görünür kılmak, mücadelelerine destek vermek, iktidar blokunun halkı düşmanı politikalarını teşhir etmek ve muhalefet etmek için mücadele alanlarından yalnızca biri. Anayasayı, yasaları, meclis iç tüzüğünü hiçe sayarak, hiçbir muhalefet sesinin duyulmasına izin vermeyerek alelacele geçirmeye çalıştıkları yasalara, hayata geçirmek istedikleri politikalara karşı olan biteni anlatmak için kürsü kullanmaya, söz söylemeye çalışıyoruz. İşçi düşmanı, kadın düşmanı, emek düşmanı sözler söyleyen iktidar vekillerinin rahatça hareket etmesine engel olacak bir muhalefet gücü olmak için çabalıyoruz.
-
Bir sosyalist ve feminist olarak, sağ çoğunluğun olduğu bu parlamentoda konumuz açısından zor bir durum. Bu koşullarda (parlamentoda) ne elde edebilirsiniz?
Öncelikle bir feminist olmadığımı vurgulamak isterim. Yalnızca ve sadece sosyalistim, kadınların kurtuluşu ve tam hak eşitliği mücadelesinin bütünlüklü bir perspektif, kuramsal bir bütünlük ve toplumsalı değiştiren sosyalist siyasi strateji ile mümkün olduğunu düşünüyorum.
Sosyalist kimliğim ve kadının ezilmişliği sorununa olan sosyalist bakış açımla böylesi erkek, muhafazakar ve sermaye yanlısı figürlerle doldurulmuş bir meclis ortamında söz söylemek belki zor gibi görünebilir. Fakat aslında tam da bu karşıtlık bizim burada olmamız gerektiğini söylüyor. Bu koşullarda parlamentodan kendi amacı dahilinde tümüyle değiştirici bir güç olacağımız beklentimiz başından beri yoktu. Daha önce de söylediğim gibi AKP-MHP ittifakının sayısal gücü, bu işlevi paralize etmiş durumda. Buna karşılık, parlamenter olmanın diğer koşullarından faydalanarak burayı emekçilerin, ezilenlerin sözünün taşındığı; görmezden gelinen taleplerin dillendirildiği, sokağın sözünün büyütüldüğü ve herkese ulaştırıldığı bir kürsü olarak kullanmak, bizim bakımımızdan parlamentodan elde edilebilecek tek şey.
-
Türkiye ciddi bir ekonomik krizin eşiğinde olmasına rağmen, toplumsal çatışmalar hala kültürel ve kimlik mücadelelerinin gölgesinde kalmış gibi görünüyor. Bu nasıl kırılabilir? Örneğin muhafazakâr Müslümanları sınıf mücadelesi siyasetine kazanmak için sosyalistlerin nasıl hareket etmesi gerekir?
Türkiye gibi ülkelerin tamamında, etnisite üzerinden karşıtlık yaratmak iktidarların her zaman kullandığı en kullanışlı yol olmuştur. Batılı ve gelişmiş diye tarif ettiğimiz; hak bilinci daha ileri olan ülkeler açısından dahi durum pek de farklı değil. Örneğin Avrupa’da, kriz boyutuna ulaşmamış olsa dahi son yılların en büyük enflasyonu ve bunun getirdiği işsizliği ve gelir eşitsizliği baş göstermiş olmasına karşın hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinin özellikle göçmen politikasını kalkan yaparak sağa yanaştığını gözlemliyoruz. Yani bu kimlik politikası, dünyanın ve kapitalist dönemi içine alan tarihin bir sorunu. Türkiye açısından da din ve milliyet konuları, her iktidar döneminde bir şeylerin üstünü örtmek için kullanılmıştır. Bu örtüleri açarak altında gizleneni, sorunuzda milliyetçi ya da muhafazakar diye adlandırdığınız sınıf mensuplarına göstermek gerekiyor. Sosyalistler bunu yaparken bu kimliklerden birini diğerine yeğ tutarak değil; hiçbirini değersizleştirmeden ancak ayrılıklardan ziyade ortaklıkları öne çıkararak hareket eder.
-
Oldukça muhafazakar olduğu düşünülen seçim bölgeniz Gaziantep'te bu konuda nasıl bir deneyiminiz var?
Gaziantep, bu ülkenin belki de en özgün şehirlerinden biri. AKP Antep’te kendisine ve patronlara bir “rüya şehir” kurmaya çalışıyor. Fakat bunun altında işçiler inanılmaz sömürü koşulları altında heba ediliyor. Bir yanda ülkenin ihracat rekorları kıran patronları, diğer yanda yoksulluk, borç, işsizlik, eğitimsizlik rekoru kıran büyük bir emekçi halk yığını. Bu sınıf çelişkisinin tüm karakteristik özellikleri gündelik hayata da sirayet etmiş durumda. İki milyon nüfuslu kentin kabaca dörtte üçü işçi ailelerinden oluşuyor. Antep kayıt dışı çalışmanın en yaygın olduğu kentlerden biri aynı zamanda. Kentte her üç kişiden biri sigortasız, güvencesiz. Derin bir hane yoksulluğuyla da birleşince çocuk işçilik oldukça yaygın. Sosyal yardımlara mahkûm edilmiş büyük bir kent nüfusundan söz ediyoruz.
Cihatçı çetelerin de açıktan beslendiği bir yer olması itibarıyla aynı zamanda muhafazakarlığın da kalelerinden biri olması isteniyor. Fakat bütün bunlar arasında sınıf sömürüsünü önde tutup oradan elinizi uzattığınızda, eliniz boş kalmıyor…
Antep’te seçimin hemen ertesi gününden başlamak üzere kentin yoksullarının, işçilerinin, kadınlarının, gençlerinin sorunları konusunda başvuru merkezi haline geldik. Emek Partisi olarak zaten yıllardır bu kentteki mücadele deneyimimiz ve birikimimiz de bunun alt yapısını oluşturuyor. Bu kent sadece 4 ayda 12 ayrı işçi direnişine sahne oldu. Şireci fabrikasında 2 bin 500 işçinin 6 gün boyunca sürdürdüğü direniş, aslolarak işçilerin birliklerini bozmamaları, yanı sıra bizim de mücadelelerine destek olmamız sayesinde kazanıldı. Bu, yalnızca Antep için değil, çevre illerdeki işçiler için de umut oldu. Şu an Antep’e yakın bir kent olan Urfa’da 500 tekstil işçisi sendika seçme hakları için mücadele ediyor ve Şireci direnişinin onlara bu yolu açtığını ifade ediyorlar. Antep’te Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde mezbaha dönüşen fabrikalarda elleri kolları makinelerde kopan işçiler partimizle buluştu ve şimdi kentin emek ve demokrasi güçleriyle bu iş cinayeti düzenine karşı birlikte mücadele ediyoruz.
Ülkenin dört bir yanında, işçinin yanında olan ve işçilerin birleşik mücadelesinin kazandıran en tem faktör olduğunu her zaman dile getiren, tüm çabasını buna harcayan bir parti olmanın daha görünür olduğu bir zemin oldu Antep. Milyonlarca işçinin kenti olan Antep’in, işçilerin sözünün geçtiği, canlarının kıymetli olduğu bir kent haline getirme mücadelesi kentin yurttaşlarını heyecanlandırıyor diye düşünüyorum.
-
Tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay'ın tahliyesine karar veren Anayasa Mahkemesi ile bu karara karşı çıkan ve bunun yerine anayasa yargıçları hakkında soruşturma açan Yargıtay arasındaki son güç mücadelesi, devlet aygıtı içindeki güç mücadelelerini ortaya koymaktadır. Bunun arkasında ne var?
Can Atalay meselesi özellikle bu son yaşananlardan sonra yalnızca Can Atalay’ın ya da TİP’in sorunu olmaktan çıktı. Apaçık bir demokrasi sorunu oldu ve tek adam yönetiminin despotik kural tanımazlığının da en açıktan ilanı oldu. Bu meselenin arkasında olan şeyin MHP-AKP kavgası olduğu yönünde bir görüş olsa da bu ayrılık savaşının net olarak arkasında hangi çıkar çatışmasının olduğunu bilmek şu an için olanaksız. Fakat bu durumu yeni anayasa için kullanılacak bir yol yapma gayretinde olduğunu gösterdiler.
Bariz bir oy kaybıyla karşı karşıya olan AKP, devlet olanaklarına dayanarak ve iktidarda olmanın tüm avantajlarını kullanarak siyasi erkini sürdürüyor. Tüm bunlara karşın halk desteğinde erime var ve bu Erdoğan’da kaygı yaratıyor. Kaygı yaratması normal çünkü onca ittifaka, politik ayak oyunlarına rağmen ilk turda seçimi kazanamadı ve risk Erdoğan açısından artıyor. Yüzde 50+1 koşulu, siyasi partilerin bir kısmını zoraki ittifaka mecbur bırakırken, AKP’yi de MHP’ye mahkûm kıldı. Tek adam yönetiminde tek belirleyen ve tek güç olma isteği, halk desteği azaldıkça Erdoğan’ı yeni arayışlara yöneltti ve bu anayasa tartışmalarını açmalarına da neden oldu. 12 Eylül ürünü olarak eleştirdiğimiz, antidemokratik bulduğumuz mevcut anayasaya bile iktidara dar geliyor artık. Bunu salt ideolojik, politik gerekliliklerinin bir parçası olarak ele almıyorlar. Sermaye gruplarının maden sahaları, ormanlık alanları, tarım arazileri, su kaynakları gibi yeraltı, yerüstü kaynaklarının talanı konusunda engel gördükleri düzenlemelere de müdahale etmek istiyorlar. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü olması da işlerine gelmiyor. Yani halkın direnç noktaları denebilecek, mücadelesine hukuk yönünden güç verecek düzenlemeler, tartışma konusudur. Dolayısıyla bu tartışmaları formüle edecek bugünkünden daha geri noktada bir anayasa tartışması yürütüleceği aşikâr.
-
Listesinde EMEP adaylarının da yer aldığı Yeşil Sol Parti, selefi HDP'ye kıyasla kötü bir seçim sonucu elde etti. Hem tutuklu eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hem de bu ittifak partisi içindeki sosyalist bileşenler daha sonra partinin seçim kampanyası sırasındaki performansını sert bir şekilde eleştirdi. O zamandan bu yana tartışma nasıl gelişti?
Yeşil Sol Parti, yalnızca HDP olarak seçime girmedi. Biz seçime, emek ve özgürlük ittifakı olarak Yeşil Sol Parti çatısı altında girdik. Dolayısıyla seçim sonuçlarının olumsuzluk eleştirisi yeşil sol partiye değil; bizim de dahil olduğumuz seçim ittifakına dönük olmalı. Biz de bu ittifakın parçası olarak eleştirilerin muhatabıyız. Bizim bu sonuca ilişkin salt HDP’yi eleştirdiğimiz bir açıklamamız da hiçbir zaman olmadı.
AKP’nin %7 oranında oy kaybettiği seçimleri tek adam yönetimi için “zafer”, muhalefet için ise “ağır yenilgi, hezimet” gibi kavramlarla ya da saptamalarla ifade etmek doğru değil.
Seçim sürecinde ve sonrasında burjuva muhalefetin “Bekleyin, tek adama yönetimi seçimlerde kaybedecek ve her şey düzelecek” çağrılarında en somut ifadesini bulan çizgiye karşı mücadele, halkın yalnızca geri kesimlerini değil ileri kesimlerini de etkiledi ve mücadelenin gelişmesini engelleyen bir etken oldu. Bizim ittifakımız bakımından bu etkinin kırılamamış olması ve tek adam ve yönetiminin saldırılarına karşı ezilen ve sömürülen sınıfların taleplerini temel alan ve kitlelerin giderek genişleyen kesimlerini kucaklayan bir mücadelenin ve bununla birleşen bir aydınlatma ve örgütlenme çalışmasının yürütülememesi son seçimlerde alınan sonuçların başlıca nedenlerinden biri hatta en önemlisi.
Seçimlerin özellikle HDP açısından hangi koşullarda gerçekleştiği dikkate alınmalı, uzun yıllardır ağır baskı koşulları, tüm üye ve yöneticilerinin gözaltı ve tutuklama riski altında olması, çoğu deneyimli yöneticilerinin cezaevlerinde olması, iktidarın her an hedefe koyan ve terörize eden gayrimeşru söylemleri elbette büyük bir baskı altında seçim çalışması yapılmasını da beraberinde getirdi. Biz seçim sonuçlarını Emek ve Özgürlük İttifakının toplamıyla ele almak gerektiğini, ancak bu özgün baskıların da etken olduğunu gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyoruz.
Şu açık; ittifakımız ve aralarında farklılıklar olmakla birlikte bu ittifakın bileşenlerinin potansiyellerine uygun bir çalışma yürütülmedi. Ancak bu, hep birlikte sorumluluk almamız gereken bir sonuçtur.
Seçim ittifakımızın belli başlı tartışmaları olsa da hala daha seçim ve taktikler üzerine detaylı bir tartışma yürütebildiğimizi söylemek mümkün değil… Seçimin hemen ardından bileşen partilerin genel kurulları döneminin de başlaması ve kendi iç tartışmalarını tüketmeleri ihtiyacı olması nedeniyle; bu değerlendirmeler ertelendi…
Ancak biz, ittifak partilerinin kendi iç değerlendirmelerinden çıkacak olan taktik sonuçlar ne olursa olsun, bu ülkede tek adam yönetimini çok daha otoriter, güçlerin bütünüyle tek elde toplandığı, adeta faşist bir devlet sisteminin tamamlanma aşamasında olduğumuz bu süreçte, emek ve demokrasi güçlerinin en geniş ittifakının kurulması ve bir mücadele merkezi haline gelmesinin hayati olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönem işçi sınıfı ve emekçiler için zor bir dönem olacak. Gerek sermaye örgütlerinin açıklamaları, gerek hükümetin Kalkınma Planı, orta vadeli ekonomik planı, gerek anayasa değişikliği tartışmaları, ezilen ve sömürülen kitleleri yeni bir “kemer sıkma dönemi”nin beklediğine işaret ediyor. Bunun tercümesi; ücretlerin baskılanması, üretimde daralma, işsizlik, zam ve vergi artışları... Bu saldırı politikalarına karşı geniş halk kesimlerinin büyüteceği hoşnutsuzluk, öfke ve gösterecekleri tepkiyi daha ağır baskı koşulları ile bastırmaya çalışacakları tümüyle antidemokratik bir siyasal ortam…
Bu çok yönlü saldırganlık ancak ezilen ve sömürülenlerin örgütlü, birleşik mücadelesiyle püskürtülebilir. Tüm tartışmaların buna hizmet etmesinin büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.
-
Yeşil Sol Parti/HEDEP ve meclis grubu içindeki sosyalist ve Kürt milliyetçisi bileşenler arasındaki ilişki seçimlerden bu yana nasıl gelişti? Anlaşmazlık noktaları nerelerdedir?
Biz Emek Partili milletvekilleri olarak parlamentoya doğrudan kendi partimiz ile girdik. Dolayısıyla HEDEP ismi altında hiç yer almadık. Hala ortak çalışmalarımız olsa da organik bir bağımız söz konusu değil. Bu açıdan, HEDEP içerisinde -varsa- bir tartışma ya da anlaşmazlıktan haberdar olmamız olanaklı değil, süren tartışmalara ilişkin belirttiğiniz sıfatlarla kimin ne dediği, neden dediğine ilişkin siyaseten bir değerlendirme yapmak etik de değil.
-
En güçlü muhalefet partisi olan CHP, kısa bir süre önce partide reform yapacağını açıklayan ve sosyal-demokrat bir imaja sahip olan Özgür Özel'i yeni genel başkan olarak atadı. Özel yönetimindeki CHP'den ne bekleyebiliriz?
CHP muhalefetin ana öznesi olarak anılsa da bir burjuva partisi. Yani, bir ideolojinin temsilcisi. Dolayısıyla başkanın değişmesiyle, partiyi baştan aşağı değişmesinin olanağı yok. Belki eylem ve hareket biçimlerinde çeşitli değişiklikler yaşanabilir. Özgür Özel’in iddiası da buydu zaten. Henüz gözle görülür bir değişiklikten söz etmek de mümkün değil. Bekleyip göreceğiz.
-
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözde Filistinlilerin güçlü bir destekçisi ve İsrail'in sömürge ve savaş politikasının sert bir eleştirmeni olarak görünüyor. Amacı nedir ve Türkiye'de kime ulaşmak istiyor?
Erdoğan’ın gözyaşlarına başından beri timsah gözyaşı dedik… Erdoğan ve AKP samimi bir yerde dursa zaten yapacağı şey belli. İsrail’le olan anlaşmalarını iptal eder. Bir yandan ağlayıp öte yandan İsrail’e kapalı kapılar ardından destek olan Erdoğan; Müslümanlık üzerinden yedeğinde tuttuğu dini hassasiyeti olan vatandaşların gazını almak dışında bir şey yapmıyor… Türkiye, ilk günden itidal çağrısı yapmak, telefon diplomasisi ile uzlaşma sağlamak dışında İsrail’e yönelik bir tutum sergileyemediyse, ABD ile süren bağımlılık ilişkileri nedeniyle ABD’ye yönelik de açık bir tutum sergileyemez. İç politikada sahte gözyaşları ve hamaset ile toplumun öfkesini yönetmeye çalışan Erdoğan, emperyalist güçlerle de dengeli bir ilişki sürdürmeye devam ediyor. İsrail ile ticari ilişkilerin on katın üzerinde artış gösterdiği, her türlü ikili anlaşmasının kendileri döneminde genişleyerek devam ettiği bir tabloda, Filistin halkı ile dayanışmadan bahsetmek sahtekarlık. AKP kurtla birlikte yiyor, çobanla birlikte de ağlıyor.
SEVDA KARACA KİMDİR?
1984’te Adana’da doğan Sevda Karaca, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. 2007 yılında Evrensel gazetesinde gazeteciliğe başladı. Hayat TV'nin (daha sonra adı Hayatın Sesi olarak değişti) kuruluşunda yer alan Karaca, televizyonun Ankara temsilciliğinin ardından Yayın Koordinasyonu üyesi oldu. Haftanın 4 günü canlı yayımlanan, işçi emekçi kadınları ana eksenine alan ve kadın mücadelesinin de önemli bir yayını olan Ekmek ve Gül kadın programının sunuculuğunu ve koordinatörlüğünü yaptı.