Doğan, Türkiye’den gelen binlerce devrimciden kaybolmayarak kendini yeni koşullarda yeniden üretebilen birkaç değerimizden biri oldu ve iz bırakarak bu dünyaya veda etti.
Daha önce yitirdiğimiz, onun gibi Şavşatlı olan devrimci dostlarımız Enver Karagöz ve Adnan Keskin’in yanına gönderdik...
Doğan Akhanlı’yı 1990’lı yılların başında, Almanya’ya ilk geldiği dönemde tanıdım. Türkiye Demokrasi ve İnsan Hakları Dayanışma Derneği’nde (TÜDAY) karşılaştık. TÜDAY’ın hızlı bir gelişme süreci içinde bulunduğu ve kamuoyunda etkili olduğu, önemli etkinlikler / kampanyalar yürüttüğü yıllardı. ABM’ler (İstihdam Yaratma Programları) yoluyla aldığımız kadro sayısını 5’e kadar çıkarabilmiştik. Bu iş yerleri için önceliği siyasi sığınmacılara veriyorduk. İşte Doğan da bu şekilde aramıza gelmişti. Dernek başkanlığını yaptığım için çalışan arkadaşlarımızla sıkı bir ilişki ve iletişim içinde bulunma durumundaydım ve en “tatsız” sorunlarla genellikle ben muhatap oluyordum... Doğan’la iş bazında hiçbir sorun yaşamadık. Kendi kendini disipline edebilme başarısını gösteren biriydi. Orayı bir işyeri gibi görerek kurumsal çalışmaya gerekli özeni gösteriyordu. İşini ciddiyetle yapıyor ve yeni şeyler öğrenmek için çırpınıyordu. Yeni ve farklı bir yolun başında olduğunun farkındaydı; kendini yeniden var edeceği, bilincine kazınmıştı; kendi heykelini yonttuğunu bilen insanlardandı.
Doğan adeta yoktan var oldu; kendi küllerinden doğdu. Almanya’ya geldiğinde, birçok sorunla karşı karşıya olan ve yaşama tutunma mücadelesi veren “sıradan” bir sığınmacıydı. Aramızdan ayrılırken ise “sıra dışı” biri olmayı, kendi olmayı başarmıştı. Doğan, Türkiye’den gelen binlerce devrimciden kaybolmayarak kendini yeni koşullarda yeniden üretebilen birkaç değerimizden biri oldu ve iz bırakarak bu dünyaya veda etti. Kısa yaşamına birçok eser kazandırdı, birçok ödül aldı. TÜDAY’da insan hakları kavramını ve sorunlarını derinden kavramış, yazın uğraşında insan hakları sorunları, azınlıklar, yüzleşme, soykırım ve tarihsel haksızlıklar önemli bir başlık olmuştu...
Doğan’ın 2010 yılında Türkiye’ye dönüşünde İstanbul Atatürk Havaalanında tutuklanması Almanya’da yankılar uyandırdı. Kısa süre sonra dayanışma çabalarının ve Alman makamlarının girişimleriyle Köln’e geri dönebildi. Ancak kırmızı bültenle aranan biri olmuştu artık. 2017 yılında tatil için gittiği İspanya’da İnterpol tarafından Türkiye’ye iade amacıyla tutuklanması, kendi deyişiyle onu düşman görenlerin kendilerine dönen bir bumeranga dönüştü; yumuşak sesli, gülümseme ve iyimserlik yüzünden hiç eksik olmayan bu “küçük adam”ın serbest bırakılması için Almanya’da büyük bir kamuoyu oluştu. Doğan Akhanlı da duruşu, mücadelesi ve eserleriyle hak ettiği yere geldi; kamuoyunda ciddi bir etki gücüne kavuşmuş oldu.
Uzun yılları bulan arkadaşlığımız, DÜNYA VERLAG’ı kurmamızla daha da pekişti. Yayınevimizin kuruluşunu sevinçle karşılamıştı, ilk ziyaret eden kişilerin başında geliyordu. Elinde yazdığı birkaç kitap yanında bir de yayımlanmamış bir kitap dosyası vardı. Kitaplarını bastırdığı Alman yayınevi, gelecek yıl mart ayında bu yeni kitabını basacaktı. Çevirisi yapılmakta olan Sankofa’nın Türkçesini bize teslim etti. İki kitabın birlikte çıkmasını istiyorduk. Almanca kitaplarının da bizde basılmasını arzu ettiğini söyledi. Bu karar için daha erken olduğunu ve yeni bir yayınevi olduğumuzu belirttiğimizde, gülerek, “Bu iş çok zor bir iş, biliyorum. Ama bunu başaracağınıza kuşkum yok. Bunu Almanya’da ancak siz başarırsınız,” dedi, birlikte çalıştığımız ve birbirimizi iş içinde gördüğümüz yıllara atıf yaparak...
Göçün 60. yılı dolayısıyla düzenlediğimiz Edebiyat Yarışmasının öykü dalında oluşturulan jürisine severek katıldı. Ancak temmuz başında dosyaları gönderdiğimizde bize şu yanıtı verecekti: “Sevgili Şakir, sevgili Osman, dosyalar için teşekkürler. Ben açabildim ama benim ciddi bir engelim çıktı. Dün hastaneye yattım ve muhtemelen bir ay boyu burda kalacağım... Yani jüri üyeliğinden üzülerek çekilmek zorundayım. Sevgi ve dostlukla. Doğan”
Doğan için bu, yeni bir sürecin başlaması anlamına geliyordu. İşkencelere, siyasi şubelere, cezaevlerine, faşist baskı ve saldırılara, zor sürgün yaşamına direnerek zayıflayan bedeni, bu kez farklı bir düşmana direnmek zorundaydı... Amansız hastalık Doğan’ı en zayıf yerlerinden, ciğerlerinden kalleşçe vurdu...
İçimizdeki iyimserliği yitirmemeye çalışarak ve umutla iyi olacağını bekleyerek onu yarışmamızın ödül töreninde aramızda görmeyi ve ödül vermesini çok istedik. Bize en son 18 Ekim tarihinde yazdı: “Günaydın Şakir hocam, davet için teşekkürler. Ancak katılmam mümkün olmayacak...” İçinde bulunduğu zor süreci anlatarak, “Doktorlar kasım sonuna kadar durumunun iyileşeceğini söylüyorlar...” diye devam ediyordu mesajında...
Maalesef doktorların dediği gerçekleşmedi. 30 Ekim akşamı onun ikinci vatanı gördüğü Köln’de ödül törenini yaptığımız saatlerde yeniden hastaneye kaldırıldı ve sabaha karşı yaşamını yitirdi.
Onu sevgi ve dostlukla anacak çok güzel mücadelelerimiz ve anılarımız var; kısa yaşamına sığdırmayı başardığı birçok eseri var. Her adımımızda çevremizde göreceğimiz sevenleri, dostları, arkadaşları var.
Bir de elimizde kalan Sankofa... Bu kitabı Doğan’nın anısına, başarı ve mücadelesine saygı için basmak istiyoruz. Çocuklarına, ailesine ve dostlarına armağan etmek istiyoruz.
O, en verimli olacağı ustalık döneminde aramızdan ayrılırken bizlere tamamlanmamış güzel bir öykü bıraktı. Mutlaka yeni Doğan’lar çıkacak ve onun zor, engebeli ama onurlu yolundan tıpkı onun gibi gözlerinden eksik olmayan iyimser ve umut dolu gülümseme ile yürüyeceklerdir...
Şakir Bilgin
Yazar-Yayıncı
20 Kasım 2021