Hamburglu Yazar Süleyman Deveci'nin sanatçı Oya Pervin Pelit ile gerçekleştirdiği keyifli bir sinema sohbetine yer veriyoruz.

Süleyman Deveci: Oya Hanım sinema nedir sizce, onu nasıl tanımlarsınız? İki yaşında sinemaya başlayan ve sinema okulunda okumuş biri olarak sinema sizde neleri çağrıştırıyor?

Oya Pervin Pelit: Çocukluğum yerli sinemamızın ünlü yönetmenleri ve senaristleri arasında geçti. Orhon Arıburnu, Mehmet Dinler, Sefa Önal, Yılmaz Atadeniz, Bülent Oran ve diğer birçok üretken ve çalışkan sinema insanların arasında büyüdüm. Babam hem senaryolar yazıyor, hem de bu yönetmenlerin bazılarına daktilograflık yapıyordu. Ben daktilo sesleri arasında, ahenkle büyüdüm. Kardeşim Bülent ile birlikte bazen filmlerde çocuk oyuncu olarak rol aldık. Babam Hidayet Pelit eve bir montaj aleti getirmişti. Çocukluk merakıyla montaj ünitesini karıştırmıştım, zaman zamn da babamın daktilosuyla oynardım. Babam durumu hemen fark eder ve beni fena halde azarlardı. Daktilo ve kalemi kendi tabiriyle onun silahlarıydı, dokunulmasından hiç hoşlanmazdı. Babam yetenekli, dürüst, alçakgönüllü ve güçlü bir kalemdi.

Ben bu büyülü dünyada çocuk saflığım ve masumiyetle büyürken sinema da kabuk değiştirmeye başlamıştı. Özellikle 1970‘li yıllarda sinema sektöründe ciddi değişimler başladı. Kaliteli ve seviyeli melodramlardan soyutlanan sinema açık saçık filmlere yöneldi. Ailelerin ayakları sinema salonlarından kesildi.

Ne kadar şanslıyım ki ben Bülent Oran, Orhon Arıburnu, babam Hidayet Pelit gibi sinemaya gönülden emek vermiş, sevmiş, yüceltmiş insanlar arasındaydım. Dolayısıyla sinema anlayışımı, görgü ve becerilerimi bu dev isimlerin şekillendirdiğini gururla söyleyebilirim. Ama dediğim gibi o krizli yıllar ve yozlaşma başladığında zaman zaman ben babam filmci demekten utandığım da oldu. Oysa o açık saçık filmlerden oynayan sanatçıların bazıları ilk filmlerini daha önce babamın filmlerinde oynayarak çekmiş oyunculardı. Ama dönem öyle bir dönemdi. Ayak uydurmamak için güçlü bir karakteriniz, emek verip kendi sinemanızı, filmlerinizi, çalışmalarınızı piyasaya kabul ettirmeniz gerekirdi.

İşler durunca ya da yavaş ilerlemeye başlayınca, tutuculuk ve kötü gözle Yeşilçam‘a bakılmaya başlayınca ben de artık genç bir kız olmuştum. Geriye çekilip kendimi eğitimime vermeye başladım. Sinema ile ilgili anılar dünya kadar. Ama kısaca şunları söyleyebilirim sinema benim dünyamdı. Babamın elinde bulunan kapalı bir kutuydu. Hayatımın en önemli yeriydi sinema. Babam ben küçükken beni bu dünyadan ne kadar uzak tutmaya çalısa da ben ısrarlı, meraklı ve istekliydim. Bu istek ve ısrar büyüdükçe roller almaya başladım. Daha sonra birçok yerden teklifler almaya başladım ama babam buna yanaşmadı, dahası onun kanatları altında olmak yetiyordu.

Kısaca sinema dünyasının tekniğini öğrendim, anladım. Bu arada videolar çıkmaya başlamıştı. Dört bin kişi arasından sinema okuluna seçildim. Hâlâ bugüne kadar sinemanın içindeyim. Sinema demek benim için üretmek demektir. Bunun için bütün mevcut kapılar zorlanabilir. Senaryo, yönetmen, kurgu, ses, renk, laboratuvar ortamı, setin arka planı hepsiyle düşünülmesi gereken bir bütündür ve bambaşka bir dünyadır. Sinema büyülü bir kutudur, sihirin ta kendisidir.

Sinema denilince „Yeşilçam“ı nerede, sinemanın neresinde görürsünüz, nereye yerleştirirsiniz? Yani genel anlamda nedir dünya sinemasında size göre „Yeşilçam“ın yeri?

Eski filmlere baktığımda çoğunlukla, ağır şartlarda fakat çalakalem yapılmış, o zamanın sinema tekniğinin anlanıp kavranmasından öte daha çok merakla, araştırılarak ve bıkıp usanmadan çalışılarak yapılmış, yoğun bir tempoda dur durak bilinmeden inat, kararlılık ve büyük bir sevgiyle yaratılmış bir sinema dünyası (Yeşilçam) görüyorum. Bugün bile ciddi bir resmi kurum yok ona sahip çıkan, gelişmesine yardımcı olmak isteyeni yol gösteren, ya da yeni yeni sözkonusu gelişmelerden bahsetmek mümkün.Oysa sinema büyük bir endüstri..

Sürekli halkın yoğun ilgisi ve sektördekilerin inatçı bir verimlilikleriyle, çalışkanlıklarıyla ve kararlılıklarıyla ayakta durmuşlar. Bugün çok farklı tabii. Dünya sineması ile boy ölçüşebilecek kalitede eserler veriliyor. Sinema sanatın güçlü dallarından biri olmasına rağmen hep aşağıda kalmış, horlanmış, devlet ya da resmi kurumlar yeteri kadar sahip çıkmamış.

Ama Yılmaz Güney var ….

O çok okuyan biri. Yeşilçam‘a babamla aynı zamanda gelmişler, fakirlik arkadaşları en doğru tabir olacak. Kaldıkları bir yerde tahta sandelyeleri birleştirip yatak yerine kullanmışlar. Babam onu Süreyya Duru‘ya götürüyor. O da“bu at hırsızına benziyor, bana niye getirdin?“ diyor. „At Hırsızı“ filminin hikayesi bu. Şartların ağırlığına aldırmayıp kararlı davranmış, doğru bildiği yolda gitmiş nadir insanlardan biri. Yine Tarık Akan ve Şerif Gören‘de bence benzer kahramanlıkları göstermişlerdir. Geçerken değinmek istiyorum eğer kamuoyu bugün Yılmaz Güney filmlerini izleyebiliyorsa bu da yine merhum babamın katkısı büyüktür. 1980 ihtilalinde babam, Güney Filmin hemen hemn tüm filmlerini saklamış, bu günlere ulaşmasını sağlamıştır.

Bugünkü Yeşilçam artık zenginliği, ihtişamı ve çok yönlülüğü ile topluma daha yakın. Birçok örnek çalışma ve eserle günümüzde dünya sinemasına daha yakın hatta aynı seviyede. Eskisi gibi belirli işletmecilerin veya faizci tefecilerin elinde değil. Önceleri salt ticari kaygılar egemendi, toplum geri plandaydı. Ama artık dünya değişti değişiyor. Yeşilçam‘da buna ayak uyduruyor.

Sinemayla nasıl tanıştınız sorusu o zaman abes olacak. Sinemanın içinde doğmuşsunuz. O halde neler yaptınız bugüne kadar diye soralım? Biyografinizi sinemadan ayrı düşünmek ne kadar mümkün?

Sinema serüveni 1965 yapımı „Kamyon Faresi“ filmiyle başladı. Sonra da on yaşına kadar birçok filmde çocuk oyuncuydum. Kaderin Pençesinde, Kızım Sana Emanet, Kanlı Define, Beyoğlu kan Kokuyor, Köprüden Geçti Gelin, Uğraş filmlerinde roller aldım. Küçük bir yıldız olarak sinema tarihimize geçtiğimi söyleyebilirim. On yaşında Muadelet Tibet Tiyatrosu‘nda tiyatro çalışmalarına başladım. Bu çalışmalarım lise yıllarına kadar devam etti. Sonra da üniversite, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü. Tüm bunlar olurken ama hep ben sinemanın içindeydim. Sonra da eşimle tanıştım. O da sinemacıydı. Hayatımda tiyatrosuz bir dönem oldu ama sinemasız asla bir hayatım olmadı.

Ayrıca on dört yaşımdan beri de dublaj (seslendirme) sanatçısıyım. Bugün bu anlatılanlar okuyanlara öyle çok kolay gibi gelebilir ama ora koşullarında yetenek ve emek yoksa yandınız demekti. Biyografim sinemasız bugüne kadar mümkün olmadı, bundan sonra da olacağını sanmıyorum.

Yıllar sonra bugünden geriye dönüp baktığınızda Yeşilçam‘ı nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi kötü, eksik fazla yanlarıyla?

Ben Yeşilçam‘ı içinde doğan, büyüyen, gören yaşayan biri olarak, imkânsız büyük emek diye adlandırıyorum. İmkânsızlıklar içerisinde yaratılan emek. Dostluğun ve arkadaşlığın esas olduğu, ticaretin değil maneviyatın daha da önemli olduğu bir sektör. Devlet sahip çıkmamış bir kere, insanlar ne yapsın. Karanlıkta el yordamıyla yol almaya çalışmışlar. Bence suçlanacak birileri varsa o da resmi kurumlardır. Bohem bir hayat süren insanlar yanlışlar yapabilirler. Ama orada devlet sahip çıkabilir yol gösterebilirdi. Bizimkilerin genel yaklaşımı yasakçı ve sansürcü bir zihniyetin yerleşmesi olmuş. Geliştirmenin, yol göstermenin değil. İstenildiği kadar nankörlük yapılsın, reddedilsin, görmezden gelinsin bu günkü onca başarılı dizilerin bile kökü, günümüz sinemamızın uluslararası başarıları yine Yeşilçam‘a dayanır. Bunu halk da bilir, sektör de, uzmanlar da.

Yeşilçam bence aşk demektir herşeyden önce. Etkileşimdir. Gözyaşıdır. Karşılıksız emektir, cefakârlıktır. Ben ona duygusal bakıp değerlendiriyorum. Onca olanaksızlıklara rağmen insanların emekler verip ortaya çıkardıkları bir değer. Devlet sahip çıksaydı bugün çok daha farklı yerlerde olurdu.

Oya Hanım siz aynı zamanda bir dublaj sanatçısısınız. Ben sizi sadece bir dublaj sanatçısı olarak tanıyordum. Sinema dünyasından geldiğinizi, Yeşilçam‘ın yerlilerinden olduğunuzu sonradan öğrendim. Kamuoyu da eminim bu söyleşi sayesinde sizi biraz daha yakından tanıma imkânı bulacaktır. Sizin ayrıca dublaj sanatçılığınız var, 1977‘den 2012‘ye kadar, biraz da buna değinsek. Nasıl tanıştınız, nasıl başladı seslendirme sanatçılığınız?

Babamın bir filminde Mihrican Bahar kendisini konuşacaktı. Ben orada izleyiciydim denilebilir. Yönetmen Hikmet Eldek, „bir de Oya‘yı dinleyelim“ dedi. Babam itiraz etse de ben de istekliydim. Denediler. O günden itibaren de hemen her filminde dublaja başladım, irili ufaklı filmlerinde roller başladı. Benim başarılarımı gören babam da kabul etti. Zamanla nice ünlüyle yan yana olunca seslendirme hayatımın parçası oldu. Bana ayrıca para kazandırmaya başladı. Sonrasında da dublaj yönetmenliği geldi. Yerli yabancı binlerce filmi seslendirdik.

Göçmen bir ülkede yaşamak sinema anlayışınızı nasıl değiştirdi? Filmler ve sinema hakkında hâlâ buraya gelmeden önceki aynı şeyleri mi düşünüyorsunuz?

Ben ailevi nedenlerden dolayı Hamburg‘a zaten sürekli gidip gelen biriydim. Son 6-7 yıldır buraya yerleştim diyebilirim. Buralardaki filmleri teşvik olayını sevdim örneğin. İnsanın film çekesi geliyor. Memleketle karşılaştırıldığında sinemaya sahip çıkıldığını görüyoruz. Hak edilen değer veriliyor. Yalnız göçmenlerin bunu yeteri kadar bildiklerini ve anladıklarını sanmıyorum.

Hamburg‘daki çalışmalarınız hakkında ne gibi bilgileri paylaşabilirsiniz? Geleceğe yönelik plan ve projeler gibi.

Kafamda birkaç film projesi var. Olmadan da duramam zaten. Koşullar olgunlaştığında filmimi hazırlayıp çekeceğim. Bir de babam adına bir okul projem var. Onun dışında tiyatro oyunu yazıyorum. Hamburg'da çocuklarla ve gençlerle bir drama atölyesi kurdum. Oya Pervin Pelit'le Drama ve İletişim Atölyesi adı altında... Türkçe, dil, sesi kullanma, diksiyon, özgüven gelişimi ve drama öğretiyorum. Kamera ve oyunculuk eğitimi veriyorum. Kurslar düzenli olarak hafta sonları devam ediyor. Kız öğrencilerin konuya ilgileri daha fazla. Sadece çocuklar değil büyükler de var. Kendilerine güvenmeleri, Türkçeyi iyi kullanmaları, beden dili, pedagojik güçlendirici çalışmalarla devam ediyoruz. Güzel gidiyor çalışmalarımız. Aileler de ilgileniyorlar. Bakalım bizi nereye götürecek. Türkiye‘den de oyuncu ve dublaj çalışan arkadaşlarım var. Yer yer misafirimiz oluyorlar. Böylece uluslararası oyuncu kast ajansımı da oluşturmuş oluyorum.

Biraz da yazarlığınızdan bahsedelim. „Benim Yeşilçam‘ım“ adlı bir de kitabınız var. Fikir nasıl doğdu? Neler yaşadınız bugüne kadar kitapla ilgili? Dahası var mı, neler var kültür ve sanat heybenizde?

Ben aslında sürekli yazan biriydim. Özellikle 1999‘da ki depremden sonra yazılarımın kalıcı olması amacıyla, yaşadıklarımı yazmalı ve yazdıklarımı yayınlamalıyım, dedim. „Beyoğlu Rüyası“ adıyla diye bir kitap hazırladım. Bundan laf arasında bir oyuncu arkadaşıma bahsettim. Meğer şahıs fikirlerimi, kendisine anlattıklarımı yani düpedüz kitabımın özellikle adını çalmış üstüne üstlük bir de filmleştirmiş. Adını da tam olarak ''Beyoğlu Rüyası'' koymuş. Bir televizyon kanalında, aynı adla yayınlanınca, çok üzüldüm. Şevkim kırılmıştı. Emeğim düpedüz fikir hırsızlığına kurban gidince, kitabımı yayınlamaktan vazgeçtim.

2010‘da kalabalık bir sanatçı heyetiyla GAP Akademi‘ye davet edildik. Kültür ve sanat dünyasından farklı görüşten insanlar vardı aramızda. Mardin'de yaptığımız atölye çalışmalarında, öğrencileri Dublaj ve Oyunculuk konusunda aydınlatırken, anlattıklarım, kıymetli editörüm Fahri Tuna‘nın dikkatini çekti. Irmak diye bir dergi çıkartıyorlarmış. Anılarımı Irmak dergisine yazmamı istediler. Sonra da burada yayınlananlar kitaplaştı. Babamın da unuttuğum fotoromanların adlarını hatırlatarak, kitaba katkısı oldu.

Benim Yeşilçam“ım çok ses getirdi. Özellikle Türkiye‘de sinema çevresinde epey ilgi gördü. Agah Özgüç bir solukta okuduğunu iletti ve hani devamı diye ekedi. Bulgaristan‘da bir üniversitede (Şumen Ep. Konstantin Preslavski Üniversitesi) ele alındı, okumalar ve atölyeler yapıldı... İstanbul, Sapanca, Edirne, Taraklı ve Hamburg'da okumalar imza günler yapıldı. Okuyucusu çok oldu ve çok sattı. Halen okuyucular bir şekilde bana ulaşıp, duygularını dile getiriyorlar. Örneğin; çocukluğu Adana ve Mersin çevresinde geçmiş bir okuyucum „sizinle tekrar yazlık sinemaları, çocukluğumu yaşadım“ dedi. Henüz olumsuz bir eleştiri almadım. Nihayetinde bir anı kitabı gibi görünen gerçek bir sinema kitabı, çocuk oyuncu olarak, yaşadığım belli bir dönemi, anılarımı, şahit olduğum olayları elimden geldiğince sade ve kolay okunur bir dille, bir kız çocuğunun gözünden yansıttım. Devamı var. Bu yeni çalışma hayatımın on dokuz yaşından sonraki evreyi kapsıyor. Bu evre, kamera arkasında çalıştığım insanları, dublaj piyasasını yansıtıyor.

Teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Oya Pervin Pelit Yeşilçam‘da doğup, büyüyen, yerli sinemanın kalbinin attığı yerde hem kameranın önünde hem de arkasındaki dünyayı gören, yaşayan ve bilen bir insan. Babası Hidayet Pelit ve kardeşi Bülent Pelit‘de oyunculuk ve yönetmenlik yapmışlar. Daha bebekken iki yaşında kamera karşısına geçen sanatçı birçok filmde çocuk oyunculuğu yaptıktan sonra gençlik yıllarında tiyatroya merak sarmış. Akabinde de dublaj sanatçısı, kısa sürede de dublaj yönetmeni olmuş. Tüm bunların yanı sıra asistanlık, kurgu yönetmenliği ve yapımcılık da yapmış. Ayrıca da yazar olan çok yönlü sanatçıyla Yeşilçam‘ı, maceranın nasıl başladığını, sinemacı ailesini, Hamburg‘u ve yeni projelerini konuşmak keyif ve tad verdi:

19.04.2019