1989 yılından bu yana Hamburg'da yaşayan, Asmin Tiyatro'nun kurucusu ve 20 yılı aşkın bir süredir tiyatro çalışmaları sürdüren Ferman Karayiğit ile bir sohbet gerçekleştirdik.

Tiyatro senin için ne anlam ifade ediyor?


Ferman Karayiğit-Tiyatro insanı, doğayı, hayvanı. yani dünyayı yorumlama, sahneye aktarma ve yaratıcılıkla sürekli yarışma maratonudur, Tiyatro sanatın bir parçası olmakla birlikte diğer sanat dallarından çok farklı ve özgün biri özelliği vardır. Ajitasyon ya da taklit bir yetenek olmakla birlikte Tiyatro değildir, oyunculuk, sahnede tasarlanan karekterin yüreğine ve beynine sarmalama, başkalaşma başarısıdır. Bir bütün olarak hikayenin bir parçası olma, kendi kabuğundan çıkıp ötekini içselleştirme eylemidir.

- Göçmen Tiyatrosu'nun sorunları nelerdir?



Yurtdışında Tiyatro yapmanın çok çeşitli sorunları var. Öncelikle Tiyatro kültürünün yaygınlaşmadiğı ülkemiz insanlarına Türkçe. Kürtçe ve Almanca dillerinde hitap ediyoruz. Yurtdışında yaşayan Türkiye kökenlilerin çoğu ekonomik sorunlar nedeniyle ülkelerini terk etmiş durumdalar. Bundan dolayı da para verip tiyatroya gitmek yaygın bir alışkanlık değil. 

Çoğu zaman etkinlikler öncesi seyircinin evine, işyerine veya kurumlara bizzat kendimiz bilet götürüyoruz. Sadece oyuna değil, tanıtımına ve reklamına da konsantre olmak işimizi elbetteki bir kat daha zorlaştırıyor. Yıllar önce tiyatroya başladığımız ilk dönemlerde Kültür Dairesi'nin kısmi de olsa desteğini alıyorduk ama, o zaman günümüzdeki gibi tanınmadığımız için oyunlarımıza ilgi azdı.Ama bugün baktığımız zaman her yıl seyirci kitlemizin çoğaldığını görmek içimizdeki tiyatro aşkını daha da kalıcılaştırıyor.

-Bugüne kadar Tiyatro Asmin olarak kaç oyun sahnelediniz? Kaçını sen yazdın veya yönettin?



-Yaklaşık 16 oyun sahneledik, benim yazdıklarım sırasıyla; ''Anaların Öfkesi'', ''Töre'', ''Alamancı Muhtar''. ''Yumuşak Koca'', ''Karizmatik Kazma Kazım'', ''Sosyal İnek'', ''Kart Koca'', ''Entel Cabbar'', ''Bana Bir Goca Lazım'', ''Haydırık Huyduruk Haydar'', ''Maraş'a Ağıt'', ''Hayır'lı Kadınlar'', ''Ah Ben Sağa, Ochsenzoll'a'', ''Cüppelinin Kerametleri''. ''Anaların Öfkesi'' oyununu ''Mavi Sahne''döneminde yazmıştım, İsmail Altınocağı yönetmişti. 
Tiyatro Asmin tarafından sahnelenen tüm oyunları ise ben yönettim.

Öte yandan ''İki Kişilik Kalabalıklar'' oyununu, oyuncu arkadaşım Nurcan Keskin yazmıştı. Birde Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı "Kadınlık Bizde Kalsın"´oyunu var. 

-Oyunları yazarken esin kaynağın nedir?

-Aslında özellikle tasarlayarak yazdığım hiç bir oyun yok, hepsi de kendiliğinden geldi. Ben hep söylerim ''yazmak için malzeme çok'' diye, okuyan, araştıran ve yoğunlaşan herkesin yazabileceğine inanıyorum, çok düzenli bir uyku, Tv'den uzak bir yaşam ve kesinlikle spor yapmak insanın yaratıcı yanını geliştiriyor, bazen sokakta gördüğünüz ilginç bir insan, ya da aykırı bir cümle oyun yazmanıza kapı aralıyabiliyor.

-Tiyatronun insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi gözlemleyebiliyor musun?



-Sahnelediğimiz oyunlardan sonra seyircinin sohbet isteği ve oyun hakkındaki izlenimlerinden, yüzlerindeki gülümsemeden anlıyoruzki iyi yoldayız, hayatında hiç tiyatroya gitmemiş insanların duygularını, yorumlarını dinlemenin tarifi imkansız bir mutluluğunu yaşıyoruz, tüm maddi imkansızlıklar, salon sorunu ve hiç bir kurumun desteğini almadan yıllarca ısrarla sahnelerde gülümsememizin enerjisini seyirciden alıyoruz, ''Tiyatro aşkı'' dedikleri bu işte.

-Oyuncu arkadaşlarınızın Tiyatrodan beklentileri nelerdir?

-Bir oyunu sahnelemek için aylarca provalar yapılıyor, hiç bir oyuncu oyunlardan ekonomik anlamda bir beklenti içinde değil, zira ''göçmen tiyatrosu''nun maddi getirisinin olmadığını onlar biliyor ama harcanan onca emeğin bir karşılığınıda bekleme hakları var. Bu yegane ''hak'' seyircinin alkışı ve gülümsemesinden başka bir şey değil. İnsanın insana yabancılaştığı bir dönemde Tiyatronun insana kazandırdığı manavi değerleri de oyuncular görebiliyor.

-Avrupa turneleriniz oldu mu, varsa hangi ülkelerde oyun sahnelediniz?



-Her yıl oyunlarımızı Almanya ve Avrupa'nın çeşitli kentlerinde sahneliyoruz. Daha çok Fransa'ya gidiyoruz ama yeni sezonda Danimarka ve Belçika'dan da davet geldi.

-Bugüne kadar yönettiğin oyunlarda kaç kişi rol aldı ve bunlardan kaç kişi halen tiyatro oynuyor?

-Kuruluşumuzdan beri bir çok insan grubumuzda Tiyatroyu tanıma ve oyunculuğu öğrenme imkanı buldu. Tabi ki herkesin beklentisi farklı. Disiplinli bir çalışma ve Tiyatro sevdasını omuzlarında taşıyamayanlar bir dönem sonra ayrılabiliyor. Ama yıllardır o sevdayı paylaştığım yol arkadaşlarımdan başta Nurcan Keskin, Sevgi Polat. Haydar Bakay, Furkan Orak, Hacı Yorulmaz ve son iki yıldır aramıza katılan Sibel Kara, Handan Yilmaz, Nuhmete Karagül, Kasım Palabıyık ve Mehmet Koca arkadaşlarımızı da buradan en sıcak duygularımla selamlıyorum. Bunun dışında dernekler bünyesinde çeşitli grupları yönettim, onların bir kere de olsa sahneye çıkmasını sağladık.



-Kültür Dairesi'nden veya başka kurumlardan proje veya maddi destek alıyor musunuz?


-.Daha önce biz de Kültür Dairesi'nden yardımı aldık ama oyunların içeriğine ya da Almanca sahneleme gibi dayatmaları oluyor, bundan dolayı da 10 yılı aşkın bir süredir hiç bir kurumun desteğini almıyoruz

-Oyunlarınızı nasıl finanse ediyorsunuz?

-Oyunlarımızın finansmanı seyircimizdir. Birde sponsorlarımız var. Beklediğimiz seyirci sayısı her yıl giderek çoğalıyor, oyunlardan maddi bir gelir elde etmesekte, hiç bir oyunda maddi sorun yaşamadık.

-Çalışmalarınızı yapacak veya oyunlarınızı sahneleyecek yer sorunu oluyor mu?

-Evet, en ciddi ve sürekli karşımıza çıkan salon sorunu, istediğimiz tarihlerde yer bulamama ve kaliteli salonlarında pahalı olması işimizi zorlaştırıyor, ama bir kaç yıldır karar aldık ne olursa olsun Tiyatroya uygun salonlarda sahne alacağız, bunu da uyguladık ve seyirci memnun.

-Genel olarak oyunlarınızın yankısı nasıl oluyor? Olumsuz tepkiler var mı ?

-Her oyunda rahatsız olanlar karşımıza çıkıyor, ''Haydırık,Huyduruk Haydar'', ''Töre'', ''Alamancı Muhtar'' ve ''Ah Ben Sağa, Ochsenzoll'a" oyunları en çok tartışma yaratan oyunlar ama biliyoruz ki, bir sanat eseri, bir yerde tartışmaya sebep oluyorsa, orada başarı vardır. Ama ''rahatsız olanlar" içinde Tiyatrocu olduğunu söyleyen kimi kesimlerin de olması elbetteki gariptir.

-Tiyatro denildiğinde, Uluslararası veya Türkiye'den yönetmen, yazar, oyuncu olarak hangi isimler aklına gelir?

–Oyun yazarı Dario, ve Türkiye'nin en çok okuduğum yazarı Çetin Altan, Bilgesu Erenus ve benim kahramanım Şarlo (Charlie Chaplin) şarlo'nun çalışma tarzı, Çetin Altan'ın oyunlarındaki sürükleyici yan, Dario'nun güçlü kalemi ve oyuncu olarak Haluk Bilginer'in her karekteri sahneye taşıma başarısını boynumda bır muska gibi taşımışımdır.

-Bir oyun sahneleme aşamasına geldiğinde seni en çok ne düşündürür?

-Oyunu yazarken kafanda yarattığın bir hikaye, o hikayenin kahramanları, ışık, kostüm, teknik olarak parçalardan oluşan bir bütündür oyun ve ben sahneleme aşamasında kafamda kurgusunu yaptığım bir bütünün parçalarından eksik bir yan ile karşılaştığım zaman geceleri bile uykum kaçar. Bir babanım. annenin bebeğini sahiplenmesine benzer oyun. İlk tiyatroya başladığımız dönemde ''seyirci yeterince gelecek mi'' kaygısı vardı, şimdi seyircinin az yada çok gelmesi değil, oyunun tasarlanan aşamada olup olmadığı kaygısı başlar.



-Bir oyun için ortalama kaç gün veya saatlik bir çalışma gerekiyor?


-Oyuncu sayısına göre değişiyor, kalabalık oyunlarda işimiz daha çok zorlaşıyor ama ortalama 4 ayda, haftada 3 kez bir araya gelerek oyunlarımız sahneleme aşamasına geliyor.

-Bir çok sanat dalında kimi zaman ''alaylı ve mektepli'' tartışmaları olur, bu yapılanın sanata ne denli etkisi olur?

-Sanatın en net ifade şekli, estetik ile yoğrulmuş yaratıcılıktır. Benim yaşıtlarım üniversiteye giderken ben Adana. Hatay cezeevlerinde Türkiye'nin yaratıcı insanları ile beraberdim. Entellektüel, çalışkan, yiğit ve sabahın köründe hergün ellerine kalem, kitaplarla dünyaya meydan okuyan insanlarla yaşadım, bu benim için büyük ''Mektep'', Kuran'ı, İncil'i, felsefeyi, romanı, şiiri okumayı, yazmayı, sorgulamayı ve bir bütün olarak değişimi orada başardım. Sanat için,Tiyatro için ''mektepli'' olmak yetmez, insanlar aptal değil, hele de tiyatro seyircisi hiç aptal değil.

Bu tür tartışmaları yapanların tiyatroya aşkla bağlı olmadıkları mümkündür. Bu tür ''Tiyatrocu''lar başkasının başarısına saldırarak gündemde kalmaya çalışırlar. Toplam 3 yıl ''Küçük Sahne'', 5 yıl ''Mavi Sahne'' ve değişik Tiyatro gruplarında oyunculuk yaptım.10 yıldır Tiyatro Asmin'de aralıksız sahnedeyiz. Tiyatro ekibi kurmak 'dernek kurmaya benzemez. 

-Ferman tiyatro yazmasaydı, yönetip oynamasaydı ne yapardı?



Sanırım kafayı yerdim. Biliyoruz ki yalnızlık çok ciddi bir sorun, bir çok insanın depresyon ilaçları ile yaşamını idare etmeye çalıştığı bu devirde, Sanat, Edebiyat ve Tiyatro yaşama tutunmak için en iyi mücadele ilacıdır. Sokakta yürüyen sinirli insanlar, yalnızlık korkusu içindeki mutsuz bakışlar, kavgaların ve vahşetin tırmandığı bu devirde, herkes elleri-ayakları, beyni ve diliyle bir şeyler yaratabilir.

-İleriki süreçle ilgili plan ve projelerin var mı, varsa bunlar nelerdir. Hedeflerin konusunda neler söylemek istersin?

-Doğrusu ilk hedefimiz grubumuza ait bir salonumuzun, bir yerimizin olması. Böylece düzenli ve kalıcı tiyatro çalışmalarına imza atarak, daha fazla insanı bünyemizde barındırma olanağımız olacaktır. Bunun yaptığımız çalışmalara olumlu bir etkisinin olacağı kesindir. Birde uzun süredir üzerinde çalıştığım, yazdığım bir film projem var, senaryosu hazır, onu gerçekleştirmeyi hedefliyoruz.

-Son soru olarak, Ferman gelecekte yeni kuşaklar tarafından nasıl anılmak isterdi?

-Sahneyi ibadethane, Tiyatroyu insanı, hayvanı, doğayı güzelleştirme ve güzel günlere ulaşmada bir köprü olarak gören bir ''Tiyatro Manyağı'' olarak anılmak isterim, bu da düşlediğim ''cennet´te'' kaldığım yerden oyunlarıma devam etmemi sağlar diye düşünüyorum. 

Röportaj/ Mustafa Akpolat