12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında 78'li binlerce devrimci ve yurtseverin avukatlığını yapan Nebi Barlas, Tükenmez dergisinden Nimet Tanrıkulu'na konuştu. Söze Nebi Barlas’ı tanımakla başlayabilir miyiz? Sonra yakın tarihimiz üzerine konuşmak isteriz.
Sıkıntılı ama mutlu bir çocukluk yaşadım. O dönemdeki mutluluk, Üstün Dökmen'in kitaplarında anlattığı gibi ‘küçük şeyler deydi’ 2. Dünya Savaşı yıllarında doğdum. Ekmek karneyle dağıtılıyor, nüfus kağıdına damga basılıyordu. Gece her evde koyu lacivert perdeler asılarak, karartma yapılıyordu. Biz Perşembe Pazarında, Arap Caminin bulunduğu sokakta oturduk. Varlık vergisi, 6-7 Eylül olaylarında, mahallemizde yaşayan Rum, Musevi ve Ermeniler yapılanlara tanık olduk. Korumaya çalıştık . Birlikte yaşamak o dönemi hatırladıkça bugün bana çok anlamlı geliyor.
İlk okulu Şişli 19 Mayıs, ortaokulu Şişli ortaokulunda okudum. Başarılı öğrenciydim. Sonrası Kuleli Askeri Lisesi. Ardından Harbiye. Harbiye’de kurmay subay olma hayalleri içerisindeyken, mezuniyetimize beş gün kala 21 Mayıs olayları nedeniyle, Balıkesir ve Mamak cezaevlerinde 3.5 yıl geçirdim. Bu dönemde okuduğum Bekarya’nın Suçlar ve Cezalar kitabının etkisinde kaldım. Hukuk fakültesinin kazanınca, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’na kendimi tanıtıp cezaevinden çıktığımı anlattım, olayları biliyordu zaten. Şahsın Hukuku ve Aile Hukuku kitaplarının bana verilmesi için Filiz Kitabevi’ne yazı yazdı. Hukuk Fakültesini bitirdiğim zaman Hıfzı Veldet hocaya gidip size borcumu nasıl ödeyeyim, dediğim zaman; “Hukukun üstünlüğü ilkelerine, haklara dair kavramlara inanmış onurlu bir avukatlık yaparsan bana borcunu ödemiş olursun” cümlesini meslek hayatım boyunca hiç unutmadım, yüreğimde taşıdım. Onurlu bir avukatlık yapmaya çalıştım. Sevgili Işık Ergüder'in hapishane günlüğünde yazdığı bir cümle vardır; bir kişi bile direnebiliyorsa, adalet onun ayağının bastığı yerden yeniden kurulur. Kırk iki yıllık avukatlık mesleğim boyunca bu ilkeyi hayata geçirmeye çalıştım.
12 Eylül 80 darbesine dair bize ne söylemek istersiniz.
Amerika’nın CIA dergisinde çıkan bir haber Günaydın ve Hürriyet’te yayınlandı: “Türkiye’de bizim de bin beş yüz baş ajanımız var, terörizmi istediğimiz gibi şiddetlendiririz,” sözleriyle Kenan Evren’in hatıralarında yer alan “ortamın olgunlaşmasını bekledik” sözlerini yan yana getirir, 12 Eylül ‘80 darbesinden sonra J. Carter’e, CIA yetkilisini, “Bizim çocuklar başardı,” sözlerini eklerseniz, ‘80 darbesinin nedenlerini anlarsınız.
Bu dönemi işkenceleri yaşayanlar tarafından kamuoyuna bütün detaylarıyla yansıtılmalıdır. Diyarbakır’da, Elazığ’da, Malatya’da yaşananları zulüm yaşandı.. Elleri ayakları zincirli, prangalı çocukların tanklarla duruşmalardan getirildiğini, müvekkilim Mehmet Akoğlu’nun görüşmesine gittiğimde Diyarbakır’da gördüm. Diyarbakır’da, Malatya’da insan hakları savunucularına, Baro başkanlarına yönelik cinayetler işlendi. Aynı işkenceleri Metris’te uygulamaya koydular. 21 Nisan 1981’de açılan Metris o pilot uygulamalar içindi. Direniş, anaların Arjantin anaları gibi yürekli davranışları, evlatlarını yalnız bırakmamaları ve bir avuç avukatın yargılamalardaki direngen tutumu nedeniyle Metris Mamak haline getirilemedi.
80 darbesi olduğunda neredeydiniz? Ya da darbeyi nasıl haber aldınız?
Rumeli Hisarı’nda Karaca’nın üstünde bir evde kalıyorduk. 12 Eylül gecesi saat 4.5a kadar Necip Tandoğan’ın savunmasını hazırlıyordum. 5’e doğru denizaltılar gezmeye başladı boğazda. Komşunun oğlu kapıyı çaldı ve “ihtilal var,” dedi. Radyoyu açtığım, Hasan Mutlucan marşları çalıyordu. Sokağa çıkma yasağı vardı. Ertesi gün mü pazartesi mi hatırlayamıyorum, cezaevine gittim; Sonraları cezaevlerine gitmeyi sürdürdüğüm dönemde Metris’te avukat görüşmesi esnasında bir avlu gördük; Gencecik insanları karın üstünde şınav, mekik çekiyorlar, askerler onları copluyorlardı. 9 avukat tutanak tuttuk ve Avrupa Konseyi’nden bir yetkiliye-Lambert miydi adını hatırlayamıyorum- tutanakları bir ziyaret sırasında ona verdik. 9 avukat hakkında Almanya’da bildiri dağıttılar diye 40. maddeye göre, ‘Türk devletinin itibarını dışarıda sarsmaktan’ hakkımızda dava açıldı. Ayhan Soysal, Sabri Ünlü, Oktay Kök, Mehmet Feyyad, Nesrin Ceyoğlu, Ali Rıza Dizdar ve ben… Tabi beraat ettik. İşkence tutanakları büyük yankı uyandırdı. Bizim yargılanmamıza karşı Konseye baskı yapıldı.
Genelkurmay’dan 5 albay yazıhaneye geldi; “Niye bu davalara giriyorsun,” diye. Kendilerine hukukçu olduğumu, avukatlık görevini yerine getirdiğimi söyledim. Abdullah Meral’ın eşinin cezaevine televizyon sokmasıyla ilgili olarak beni gözaltına aldılar. Selimiye Kışlasındaki MİT karargahına götürdüler. Görevliler, “Siz doğma büyüme Nişantaşılı'sınız, Devlet Opera ve Balesi’ninde avukatısınız. Onlar size davetiye gönderiyor, konserlere gitmeniz lazım, gitmiyorsunuz. Bir de sabah dokuzdan akşam altıya kadar Metris’te 60 kişiyle görüşüyorsunuz. İşte MLSP davasına yetişmişsiniz Selimiye’de. Ara verilmiş, dört buçukta gitmişsiniz yirmi dört kızla görüşmüşsünüz. Sen örgüt avukatı mısın, değil misin?” diye sorguladılar.“ Eee, hangi örgütün avukatıyım… Dev Sol’dan üç yüz kırk kişinin, MLSP’den dört yüz yirmi kişinin, TİKKO’dan yirmi kişinin, Dev-Yol’dan otuz kişinin, Üçüncü yol davasında tümünün avukatıyım. Eylem Birliği’nden, Ankara Kurtuluş, Ankara Dev-Yol, İzmit Dev-Yol, Bursa Dev-Yol ve 7 Kurtuluş davasından müvekkillerim var. Hangi örgütün avukatıyım ben,” dedim. Sonra “Çok basit,” dedim. “Nasıl çok basit avukat bey,” dedi. “Beş tane kelle,” dedim, aynen söyledim adamlar şaşırdı. Beni getiren başkomiser, “Ya Nebil Bey, ne saygısızlık beş kelle dediniz resmen konsey üyelerine,” dedi. “Yasa çıkarmıyorlar mı o beş kelle! “Sıkıyönetim mahkemelerinde avukatlık kaldırılmıştır,” diye bir yasa çıkartsınlar, siz de rahat edin biz de rahat edelim,” dedim.
Kitapta da bahsettim, MLSPB’den Akrep Nalan diye bir genc kadın vardı. Hürriyet gazetesinde hakkında o kadar yazı çıktı ki, yok ‘otuz kişi öldürmüş… kırk kişi öldürmüş’ falan.Tahliye etti mahkeme. Kenan Evren, 1.Ordu Komutanı Haydar Saltık’a soruyor, “Nasıl tahliye edersiniz” diye. Hâkim İskender Tepebaşı da -bizim MLSPB hakimi- diyor ki, “Efendim iddianamede öldürmeyle ilgili bir suçlama yok ki. Sadece örgüt üyeliğinden bir suçlama var. 3.5 sene yatmış zaten. Verilecek cezayı karşılamış, tahliye ettim.” Bunu hemen Kenan Evren’e iletiyorlar ve O, “Yav bu gazeteler ne kadar çok şişiriyorlar her şeyi,” diyor.
Üçüncü Yol davasında yargılanan 78’li subaylarla ilgili olarak -Rahmi Yıldırım’ın kitabında Sermayenin Paşaları kitabında da belirttiği gibi- “Bunlara vatan haini demek bile azdır,” diyerek heyeti etki altına almaya çalıştılar. Ama heyet buna rağmen beraat kararı verdi.
Suadiye Vapurunun kaçırılması olayında 450 İTÜ talebesi AÖS’te yargılanıyorlar, 90 gün işkencede kalmışlar. Hakimlerin içi sızlamış. Emniyetçi üsteğmen Kazım Özop diyor ki hakim üsteğmene, “Levent abi, yazık bu çocukları tahliye edelim. Sizin mahkemeleriniz de 12 Mart paşalarının mahkemesi gibi. Densiz bir avukat yüzünden 450 gencecik çocuk niye mağdur olsun,” demiş. Hepsini tahliye ettiler.Hakim Yarbay Saydam Ertok ve Hakim Üsteğmen Kazım Özok’un 141 -142. maddenin Anayasa’ya aykırılığı konusunda gerekçeli kararları var 45 sayfa. En iyi hukukçu onu yazamaz.
Çok saygı gördüm. Hiç sözüm kesilmedi. Savcısı da, hâkimi de çok saygılı davrandı bana.Özel mahkemelerde bunu görmek mümkün değil. Özel mahkemelerin işleyişini ve avukatlara karşı saygısız tavırlarını davaya giren avukatlar mutlaka yazmalı.Sarp Kuray davasına üç celse girebildim. Orada karşılaştığım tavır beni hayal kırıklığına uğrattı, söyleyeceklerimi anlatamadım. Bizi ara karardan sonra dışarı çıkartıyorlar ve mübaşirle duruşma tutanaklarını veriyorlar. “Yav! siz ne kadar saygısızsınız avukatlara karşı. Böyle bir hakaret söz konusu olabilir mi? Bir mübaşir vasıtasıyla bize duruşma tutanaklarını veriyorsunuz,” Bunu heyete anlatamadım, aynı uygulamalarına devam ettiler…
Hatalar yapılmadı mı? Yapıldı. Ahmet Soner, Kadir Tandoğan hakkında idam cezası verildi ama Yargıtay bunu bozdu. Amerika’nın baskısıyla maalesef Boğazlıyan kaymakamı Kemal Beyin yirmi beş, yirmi yedi yaşında İngilizlere yaranmak için asılması gibi, Urfa mutasarrıfı Nusret Beyin asılması gibi, Ahmet Soner ve Kadir Tandoğan da asıldı.
2480 müvekkiliniz var. 807 kişi idam cezası alıyor ama onun sadece ikisi kesinleşiyor. Ahmet Soner ile Kadir Tandoğan tanıklığınızı ve yaşadıklarınızı paylaşabilir misiniz?
Şimdi darağacında bile son gülümsemeyi cellatlarına bırakmayan o yiğit gençlere selam olsun, diye başlamak istiyorum sözlerime. Ahmet ve Kadir’le ilgili her konuşmamda kendimi kötü hissediyorum. Göz yaşlarımı engelleyemiyorum.Yaşamım boyunca yaşadığım en büyük acı gencecik o iki insanın asılması olayıdır. Onlar asılmadan Türk Amerikan kongresi vardı. O dönemde Amerikan yetkilisi Türkiye’ye geldi, ‘Kongreye oturma’ şeklinde bir sözü vardı. Bu sözün kaynağını Metin Ağaçgözlü kardeşim gazeteleri, bütün arşivleri taramak suretiyle buldu. Benim beyanlarımın havada kalmaması önemliydi.Tarihe karşı da benim görüşlerimin doğrulanmasını sağladı. Bir avukat olarak benim için onurdur. O iki gencin asılmaması için çok çaba sarf ettik. Hatta ben CIA’nın karargahını buldum, gittim. Nebi Barlas, deyince beni kovdular, sokmadılar. Metin diyor ki “Oradan çıkamayabilirdin…” Umurumda değildi diyorum ya, benim bütün düşüncem o iki genç çocuk asılmamasıydı... Çok uğraştık olmadı kurtaramadık...
Bu arada bir çok idam dosyası ile ilgili başvurular yapıyoruz, zorlu çalışmalar yürütüyoruz. Baki Altın, Harun Kartal, Aslan Şener Yıldırım, Aslan Tayfun Özkök, Sadettin Güven hakkında verilen idam cezalarıyla ilgili verilen hükmün yerine getirilmesi konusundaki dosya, sanıkların avukatı Nebil Barlas’ın yargılamada hatalar var iddiası ve dosyanın Askeri Yargıtaya gönderilmesi şeklindeki dilekcesi üzerine, dosyanın Askeri Yargıtay’a gönderilmesine karar veriyor Danışma Meclisi. Yani “Asmayalım da, besleyelim mi?” denilen bir ortamda, Danışma Meclisi’nde bu kararı veren üyeleri kutlamak isterim. Aynı şeyi Ahmet Soner, Kadir Tandoğan için de yaptık; iadeyi mahkeme ve karar düzeltilmesi talebiyle dosyanın Askeri Yargıtaya gönderilmesi. Dosyaları Askeri Yargıtaya gönderilen sanıklar idam edilmekten kurtuldular. Ancak sırf Amerika’nın baskısıyla, Ortadoğu ajanı Alberto Sanlovello’nun ölmüş olması nedeniyle, Amerika intikamını almak gayesiyle o iki gencin idam edilmesini sağladı… Akyazı soygunuyla ilgili haklarında idam cezası verilen Erdoğan Yazgan, Ömer Yazgan, Ramazan Yukarıgöz, Mehmet Kambur’un dosyaları avukatların Askeri Yargıtaya gönderilmesi konusundaki gerekçeli dilekçelerine rağmen sıkıyönetim mahkemesinde görev yapan hâkimin rüşvet alarak sekiz buçuk yıla mahkûm olması nedeniyle maalesef Milli Savunma Bakanlığı tarafından Askeri Yargıtaya gönderilmemişti. O arada Milli Savunma Bakanlığı Baş Hukuk Müşaviri General Hakim Muzaffer Başkaynak’a, parlamento muhabirliği yapan aynı zamanda 78’lilerde müvekkilim de olan Rahmi Yıldırım’ın bu konuyu sorması üzerine, Muzaffer Başkaynak ‘hatırlamıyorum’ şeklinde gerçekten enteresan bir cevap vermiştir. Bu çocukların da dosyası Askeri Yargıtaya gitmiş olsaydı, o çocuklar da idam edilmekten kurtulurdu. Böylesine zorlu ve derin acılar yaşadığımız bir süreçti...
Ahmet Soner, Kadir Tandoğan Nasıl öğrendi? Siz onlara ne söylebildiniz ? Nasıl karşıladılar?
Öğrenmişlerdi zaten... Ben ve Ali Rıza Dizdar, avukatları olarak Selimiye’de iki genç güzel insanla gece saat 12’de konuştuk. Çok üzgündüm, onlar beni teselli ediyordu... Dilim damağım kurumuştu. Sözün bittiği yerdeyiz. Onlar, “Tren kalkıyor de mi Nebi Abi? Bilet kesildi işte… Arkadaşlarımıza söyleyin, arkamızdan gelsinler... Siz üzülmeyin. Nebi Abi siz hiç üzülmeyin,” diye beni teselli ediyorlardı. Gece idam yerine Rıza Dizdar'la birlikte emniyetin komuta merkezi arabasıyla giderken, Selimiye’den Paşakapısı’na kadar hilafsız beş bine yakın polis, asker vardı. Telsizden duyuyoruz, ana kumanda merkezinin arabasındayız, “İşte Sarıgazi’de çatışma… Bakırköy’de çatışma… Gazi Mahallesinde çatışma…” Devamlı bildiriyorlardı. Bizi infaz yerine aldılar; hâkimler, savcılar, imam falan… Rıza içeri girdi. Biri telkin yaptı Kadir Tandoğan’a. Sonra gece saat 3’te mi, 3.5’ta mı ne, Ahmet Soner marşlarla hücresinden çıktı sehpaya doğru. Askerler kapatmak istedi çenesini, hepsine kafa atarak askerlere sert müdahale etti. Sehpaya çıktı. Gözlerime bakıyor, Ben çok kötüyüm. “Nebi Abi üzülme,” dedi sehpanın üzerinde. Sonra cellada döndü, “Cellât sende heyecanlanma, bir tarafımı sakatlayacaksın,” dedi. Hâlbuki idam edilecek bir saniye sonra. Ya, ölümden bu kadar da korkusuz insanların avukatı olmak da büyük bir onurdu tabii. Acı bir olay yaşıyorsun ama böyle yiğit insanların istekleriyle, infazlarında bulunmak da tanrıya karşı görevlerimiz bakımından değerlendirilmelidir. Ahmet 18 dakika ipte kaldı. Kadir’i getirdiler. Boyu çok uzun, bir türlü ipi geçiremiyorlar. Cellât telaşlandı falan. Cellada döndü, “Sen ne heyecanlanıyorsun ya, sakin ol,” dedi. Sonra bana baktı, böyle başını kaldırdı ve gülümsedi. Karanlığa doğru, “Nebi Abi üzülme,” dedi, tekmeyi vurdu. Bir saat önce Selimiye Kışlası’nda saçlarını okşadığımız iki gencin ölüsünün saçlarını okşamak çok acı bir olay tabi. Üsküdar’daki infaz savcısı Ensari bile “Çok yiğit çocuklar bunlar, yazık olmuş,” dedi. İmam da dedi ki, “Bu çocuklar, çok iyi çocuklar… Belki mezarlarını size ve ailesine göstermezler, ben size kartımı vereyim…” dedi ve Rıza’ya kartını verdi. Gerçekten bize 2 gün sonra mezarlarını gösterdiler. Duvar dibinden girince bir ağaç var, oradan girince mezarları var. Zekeriya amcayı götürdüm, Kadir Tandoğan’ın babasını. Onların duruşması Kurban bayramı tam arife günüydü. Zekeriya Amca, “Bak avukat evladım, ben çok fakirim. Hiç kurban kesemedim. Şimdi oğlumu kurban veriyorum,” dedi. Mezarlarını gösterdikten iki gün sonra Zekeriya Amca öldü o acıdan. Şimdi tabi bu olayı anlatmak kolay değil benim için...
Yani o kadar yiğit insanlar asıldı ki bu ülkede. O asan insanlar yargılandı mı? Yargılanmadı, yargılanamadı. Göstermelik yargılama, yargılama değil. Halkı kandırarak yapılan yargılamayla hiçbir meseleyi çözmez. O insanların acılarını dindirmez. Ne Berfo Ana’ya, ne Elmas Ana’ya ölülerini verdiler. Ne de Veysel’in mezarını verdiler. Şimdi bunların hesabını sormak, evlatlarını bulmak için Cumartesi Anneleri her hafta o meydanda...Yani Cumartesi Annelerine, de “Şu Metris’in önü bir uzun alan, bir tek onları sevdim, bir tek onları gerisi yalan,” diyen ceza evlerinde uzun yıllar evlatlarını bekleyen annelere,eşlere her zaman çok saygı duydum. Arjantin anaları gibi,hatta daha fazla övgüye değer olarak kabul ediyorum.
Savunduğunuz davaları değerlendirdiğinizde, ne söylersiniz devrimci gençler hakkında.
Emperyalizme karşı emekten yana daha güzel bir ülke yaratmak için gencecik insanlar kendilerini feda ettiler. Bir devrim hayali vardı.Bu çocuklar bu hayaller içinde, ülkeyi değiştirmek ve o ideal hayali yaşamak için canlarını verdiler. Böyle bir heyecan vardı. Fatih Öktülmüş, Abdullah Meral, Niyazi Aydın var, Cafer Camgöz vardı. Kamer Tayhani var. Çok özel insanlardı.Tek tek saymayayım eksik kalır, özeldi hepsi...12 Eylül’den sonra ilk müvekkilim Zeki Yumurtacı… Savaşçılar grubundan Ahmet Yazıharman, Özer Bal, Faruk Aydın…Hasan Sensoy muhteşem bir insan, saygılı... Hasan Erkul var, dünya güzeli bir çocuk... Süleyman Biber, Ayşe Hülya… dedim ya, tek tek saymam zor...O dönemdeki tüm genç insanlar pırıl pırıldı...
Bu kadar örgüt, 2480 müvekkil, Nasıl bu kadar dosyanın altından kalkabildiniz?
Hollanda Baş Konsolosu Kültür Ataşesi geldi yazıhaneye. Dosyaları gördü, “Bunları kaç sekretarya hazırlıyor, dedi. “Sekretarya yok, sadece benim,” dedim.“Mümkün değil,” dedi. “Hakikaten, ben hazırlıyorum,” dedim. O kadar yoğun duruşmalar, o kadar özel hazırlanmam gereken özel duruşmalar var ki yani nefes alamıyordum. Takside uyuyordum.
78 kuşağına dair başka tanıklıklarınızı da paylaşmanızı istesek?
En çok üzüldüğüm o idam edilen gençler… Bir de maalesef Mehmet Fatih Öktülmüş’ü ölüm orucundan vazgeçiremedim. Benim avukat olarak hala içimde uktedir. Metris’ten duruşmadan çıkıyordum, Haydarpaşa Askeri Hastanesine gidiyordum. Gece 9’da,10’da askere, astsubaya yalvar… “Onlarla görüşmeye geldim,” dedim. Alttan giriyordum, üstten çıkıyordum biraz da saygınlığımız vardı herhalde, görüştüm. Fatih Öktülmüş’ü vazgeçiremedim ölüm orucundan. Çok yiğit ve güzel bir gençti, çok üzüldüm. Abdullah Meral’di diğer müvekkilim. Sonra onun yeğeni de öldürüldü Bedri Yağan’larla birlikte Göztepe’de öldürüldü. Menekşe Meral’di adı sanırım. Bunlar hep derin izler bıraktı bende...Düşündükce hala çok etkilenirim.
Size en büyük desteği 12 Eylül aileleri veriyordu. 12 Eylül aileleri diye bir şey var bizim hafızalarımızda. Didar Şensoy geçti hayatımızdan hepimizin.Ne söylemek istersiniz.
Gülizar Hanım var. Süleyman Sadık Öge’nın ölümü üzdü.Ablası Nilgün, Işık Ergüder'in annesi Gülgün hanım, Şaziment hanım, Şükrüye. Nazari, Sacide Çekmeci, Melahat Sarptunalı, Elmas hanım,Ramazan Yukarıgöz'ün annesi Aysel Hanım ve Leman Fırtına…hatırlayamadıklarım,hepsi çok fedakar, özel insanlardı... Didar Şensoy özeldi, bütün o aileler içinde toparlayıcı özel bir hali vardı. Hasan 'Şensoy'un ablası. Çok düşkündü kardeşine. Çok seviyordu. Hasan'nın kılına zarar gelecek diye kendini feda edebilirdi, etti de. Ankara'daki ölümü çok etkiledi hepimizi. Bütün o dönemde baktığım davalarda gençlerin aileleri ile daha yakın bir ilişkisi oluşuyordu. Tabi Tahsin Şülekoğlu çok koşturdu. Bu sevgilerle yaşıyorum. Kartal’da minibüse bindim,“Bostancı dedim.” Parayı uzatıyorum; şoför döndü dedi ki “Sizden para alabilir miyim? Siz Hasan Şensoy’un avukatısınız. Biz sizin savunmalarınızı dinleyebilmek için otuz milyona nöbet satın alırdık askerde”
Darbe döneminde kadınlara yapılanları biliyorsunuz. Çok ağır sorgulardan geçtiler. Çok ağır işkencelerden… Hala hayatlarında izler taşıyorlar. Ne söylemek istersiniz?
Kadınların gerçekten çok saygın bir yeri vardır o dönemde. Yaşadıkları çok ağırdı. O gencecik kızlara yapılan işkenceleri bire bir konuşamazdık. Konuşmalarım ağırlıkla dava konusundaydı. Ama yataklara reçel, bal dökülmesini, kötü sözleri, yapılan şeyleri anlatırlardı duruşmalarda. Böyle haberdar olurduk. Mesela, Ayşen Göreleli Kızılderelioğlu’nu -sonradan evlendi- içeride doğuma elleri arkadan kelepçeli olarak götürmüşler. Götüren de doktor. Hipokrat yemini etmiş bir doktor! “Patik ve Postal” kitabında anlatıyor kızcağız. Şimdi öğretmenlik yapıyor. Böyle çok yaşanmış öykü var kadınlara dair…
Kenan Evren, Diyarbakır’a Kemal Yamak'ı gönderiyor. Diyarbakır 5 No'lu Cezaevinde yatan binlerce insana vahşet uygulanıyor. Türkiye’nin genelinde bir vahşet uygulanıyor. Mamak’ta, Metris’te, Diyarbakır’da…
Direniş tarihinin en önemli direnme noktasını teşkil eden Gezi Olayları çok daha farklı raya oturtulabilirdi. Birlikte olmak çok önemli... Niye Metris, Mamak’laştırılamadı? O direnç adamları durdurdu. Dr. Tarık Ziya Ekinci gibi biri bile başını kaldırıp da şimdilerde prof. Dr. Dursun Kırbaş’a kendini tanıtamıyor. Beni tanıyorsun diyor ses çıkaramıyor. Konuşsa işkence başlayacak...Uygulamalar 12 Eylülde her yerde… Ama Diyarbakır'da başka bir şey oluyor.
78’liler olarak yola çıkarken başlarken “Şarkımızı tamamlamak için..,” dedik. Yarım kalan bir şarkı var…
12 Eylül’e giden süreçte o yiğit gençlerin gönüllerinde yatan -güneşin zaptı yakın, diyorlar ya hani- o ruhun, o coşkunun devam etmesi gerektiği düşüncesindeyim. O ruh, o coşku onları varmak istedikleri hedeflere ulaştıracaktır. 78 Kuşağından niye etkilenmedi yeni kuşaklar diye sorduğumuzda, 12 Eylül’ün en büyük günahı depolitizasyon. Onun çok büyük etkisi var ama genç kuşak onu yırtacak diye düşünüyorum. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Berkin Elvan: Gezi’nin yiğit çocukları, güzel çocukları bu şeyi mutlaka yırtacaklar. 78 kuşağının arzu ettiği hedeflere bu yiğit gençler mutlaka varacaklardır.
O zorlu süreçte İHD kuruldu. Sıkıntılar vardı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz o dönemi?
Bende İHD'nin kurucu üyesiyim. O zorlu süreçte çok önemli idi. Emil Galip Sandalcı’yı saygıyla anmak isterim.Fikirleri çok önemliydi İHD için. İnsan hakları ihlallerine karşı tek örgüttü. İnsan Hakları Derneği işkence konusunda, hukuk ilkelerinin kullanımı konusunda çok önemli bir işlev gördü. O işlevi de yerine getirdi. Benim için önemli bir yerdi.
Bitirirken ne söylemek istersiniz.?
12 Eylülün Türk toplumuna getirdiği kara lekeyi, acıları gelecek kuşaklara nakletmek gibi büyük bir çalışma yaptınız, yapıyorsunuz. Başarılarınızın devamını dilerim.Teşekkür ederim. (Mayıs / 2016)