Üç dönem arka arkaya milletvekili seçilen, gerek Hamburg parlamentosununda, gerek parlamento dışı siyasi çalışmaları ile kendisini seçmenlerine, parlamento dışı muhalefete ve kamuoyuna kabul ettiren; hem yerli hem de göçmen işçilerin, emekçilerin güçlü sesi, çocukların, gençlerin, sporcuların, mültecilerin, ezilenlerin haklarının yılmaz ve kararlı savunucusu Die Linke (Sol Parti) Hamburg Milletvekili Mehmet Yıldız ile siyasi hayatını ve 24 Haziran seçimlerini konuştuk.

Sevgili Mehmet milletvekili pratiğiniz, istenildiğinde halk için siyaset yapılabileceğinin de ispatı oldu. Politikaya hangi amaçla atılmıştınız hatırlıyor musunuz? O günkü savunduğunuz fikirlerin ne kadarını gerçekleştirebildiniz?

Siyasete çok küçük yaşlarda, 13 yaşlarında başladım diyebilirim. 12 yaşında Almanya’ya gelmiştim. Heim denilen yuvada ve gençlik evinde kaldım uzun bir dönem. Benim için oldukça zor ve çetin bir dönemdi. Ama bugünkü yeni gelenlerin durumu ile karşılaştırıldığında aslında durumum “hiçte fena” değilmiş. O günlerde (annesiz babasız) bana zor geliyordu. Başka bir dil, başka bir kültür, insanlar, ilişkileri, davranışları, yaşamı.

Üç ayda yaklaşık yirmi kilo zayıflamıştım. Yemek yiyemiyordum. Başka bir mutfak, yemek ve damak tadıydı karşılaştığım. Ben verilen yemeği yemeyince insanlar neden yemediğimi sorduklarında bu yemekleri nasıl yiyebiliyorsunuz diyordum. Şimdi ile kıyaslandığında halbuki doğal bir beslenme ortamı içerisindeymişiz. Bunu bugün anlıyorum. Evimizde herşey doğal ve kendi ürünlerimiz olduğu için sanayide üretilmiş ürünlere alışmam zor oldu. Düşünün sıcak bir aile ortamından, biricik anne-babanızdan o yaşlarda ayrılıyorsunuz. Bunun bir kader olmadığını ta o yaşlarda anladım.

Kapitalizmin dayatmasıydı içinde yaşadığımız koşullar, bu sistem çocukları anne-babalarından ayıran vahşi bir sistem. Ailelerin parçalanmasını, sevenlerin birbirlerini terk etmeye zorlayan bir sistem. Sömürü, hırsızlık, talan, kâr ve benzeri bilinen kapitalist uygulamalar insanları düpedüz göçe zorluyor. O yaşlarda buna karşı mücadele edilmesi gerektiğini fark ettim. İnsanca yaşayabileceğimiz toplumu oluşturmak mümkün. Yeter ki isteyelim.

Uzun bir süre öğrencilik döneminde öğrenci temizliklerinde, çıraklık dönemlerinde genç işçi ve çırak temsilciliği, sendikacılık, işyeri işçi temsilciliği, semt gençlik çalışması, dernek çalışmaları yaptım. 

Bu düşünceler içerisindeyken aktif politikaya atıldım. Kendi görev alanımda parlamento dışı muhalif güçlerle başarılı faaliyetlerde bulunduk. Düşünebiliyormusunuz çocuk yuvalarında çocuklar oda hapsi verilerek düpedüz işkence yapılıyor. Bu tür uygulamaları dayatan birçok yuvayı kapattırdık. Daha iyi kreşlerin olması için halk inisiyatifleri oluşturduk ve hükümet bu çalışlarımızın sonucunda anaokulu ve yuva alanına ortalama 500 Milyon Euro extrada yatırım yapmak zorunda kaldı. Sonra Hamburg’un başına neredeyse bela olacak olimpiyatların reddedilmesi kampanyasını parlamento dışı muhalif güçlerle çok cüzi bir bütçeyle başarılı bir çalışma yürüttük ve referandumda % 51,6 oyla kazandık. Bunların hepsinin o ilk başlardaki politik şekillenmemle doğal bir ilişkisi var. Ben işçi, emekçi, kadınlar, gençlerle … değiştirmek, birşeyleri düzelmek, dönüştürmek güzel bir yaşam için poltika yapıyor, bunun için somut çalışmalarda bulunuyoruz.

2008’de parlamentoya girdiniz. On yıllık meclis tarihiniz var. Geriye dönüp baktığınızda neyden pişmanlık duyuyorsunuz, gelecek on yıla dair neler var heybenizde?

İlk dönemlerdeki tecrübesizlik en büyük sorundu. Deneyimli hemen hemen hiç arkadaşımız yoktu. O dönemde sık sık bırakmayı düşündüğümü diyebilirim. Ama birgün kendi kendime sordum, sen bu işi neden ve kimin için yapıyorsun ve Almanya işçi sınıfı tarihini bildiğim için Ernst Thälmann Hamburg parlamentosunda milletvekilliği yapmış, işçi kökenli Almanya Komünist Partisi Başkanı. Bu büyük komünistin o yaşadığı koşullları, devrimci iradesini, direnme ruhunu ve bir komünist işçi olarak yaptığı başarılı parlemento çalışmalarını düşündüm uzun uzun. Onun yaşantısı bu işin sade zengin ve orta sınıflar değil gerçek anlamda bu işi yapacak İşçi ve Emekçilerdir. Ve bu tarihi örnek ve büyük komünist yaşantısı beni de etkiledi ve başka bir kararlılıkla bu görevi yapmama vesile oldu. Geriye dönüp bakıldığında gençlik, çocuk, mülteci, spor alanında yaptıklarımız kendi başlarına birer kanıt halindeler.

Ben bir sendika temsilcisiydim. Geldik parlamentoya hemen her gün dünyanın resmi yazışmaları, önergeler, apayrı bir politik dil, bürokrasi, işleyiş, alışık olmadık bir yazışma trafiği, tavır ve davranışlar. Tabi ben de hemen herkes gibi ilk başlarda zorlandım. Mecliste ırkçılık vardı, gerçi hâlâ bugün bile var. Bir örnek vermek gerekir ise ben kürsüde konuşurken milletvekili birisi yandan laf atıp utanmadan, „git geldiğin memlekete, geri dön!“ diyebiliyor. Ya da „siz okuduğunuzu anlamıyorsunuz!“ veya işçi kökenimde dolayı “şu işçiyi mi diyorsunuz?“ gibi sataşmalar karşılaşılan ırkçı ve işçi düşmanı örneklerin yaşamaktaydım.

Meclis dışı muhalif güçlerle de birlikte mücadele etmek zorundayız. Parlamentarizme umut bağlamamak, çok büyük beklentiler içerisine girmemek gerekir. Ben Mehmet Yıldız’ı seçtim, sorunlarımı çözsün anlayışı egemen. Oysa biz sadece ancak sorunları o kürsüde dile geitrebiliyoruz. Gelecekte bu böyle olmamalı diye düşünüyorum. Meclis’i bir umut haline getirmemeliyiz. Mecliste bir mücadele aracıdır, amaç haline dönmesinin önüne engel olmalıyız. Sınıfsız toplumu yaratabilmek için meclise ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum.

M.Yildiz 3
Norbert Hakbusch, Christiane Schneider ve siz üç dönemdir milletvekilisiniz. Koltuğa bir yapıştım mı bırakmama mevzusu mu, yoksa bulaştım mı bırakılmıyor mu bu meret?

Üç dönem veya beş dönem seçilme diye bir sorunum hiç olmadı. İlk aday olduğumda bir dönemlik adaydım. Bunu bilerek ve isteyerek yaptım. İkincisinde talep sendikalardan, göçmen ve mültecilik alanlarında çalışan grupların Sol Parti’ye bilinçli baş vurmalarıyla gerçekleşti. Üçüncü ve son dönem de aynı nedenlerle başladı diyebilirim. Keşke bu işleri yaptığım şekil ve perspektifle yapmak isteyen birileri olsa, ben hepsini devretmeye bugünden hazırım. Hamburg eyaletinde bir milletvekilinin aylık brütü 3000€’dur. Kesintileri, ödenekler, giderleri, faturaları derken bunun yarısı ancak yaşamak için elinde net olarak kalıyor. Bu uygulama kentte yüz yıldır böyle. Maaş değil zaruri ihtiyaçların giderilmesi için bir harçlık mahiyetinde düşünülmüş. Oysa ben eskiden ayda bunun üç katını kazanıyordum.

Ben bu yola politik amaçlar için çıktım, herhangi bir kariyer yapmak için değil. Bu işlerle uğraşanların gerçek anlamda politik amaçları olmalı. Belli bir siyasi görüşe sahip olmalı. Ekonomik heveslerle bu işe atılmak aptallıktır. Poltikacının siyasi kaygıları, idealleri olur. Bunları yerine getirebilmek için uğraşır be mücadele eder. Bizim yaptığımız tam da bu.

Göçmenlerle ilgili politikayla içiçesiniz. Türkiye’deki politika sizi nasıl etkiliyor? Buradan hemen 24 Haziran seçimlerine gelelim. Siz Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz, nasıl gözüküyor Türkiye size?

Bir defa kendisine sosyalistim, enternasyonalistim diyen herkesin sadece Türkiye’nin değil, dünyanın her yanındaki sorunla ilgilenmesi gerekir. Buradaki en ufak bir kriz dünyanın birçok yerini etkiler. Küresel bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye kökenli olmak, göçmenlerle iç içe yaşıyor olmak mecburi olarak bizlerin de Türkiye ile ilgilenmesini gerekli kılıyor.

Türkiyeli Göçmenler 1960’lı yıllardan beri iktidara gelen her hükümet tarafından ucuz politikalara kurban edildiler. Bu anlayış bugün de pek o kadar farklı değil. Herşeyden önce kendisine bugün ben demokratım, ilericiyim diyen herkes bu Türkiye’deki iktidarı benimseyemez. Bu gidişata, bu çarka karşı olmak zorunda. İktidara geldiklerinden beri satmadıkları kamu kurum ve kuruluşu kalmadı. Ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları resmen talan edildi, peşkeş çekildi. Her türlü kurum ve kuruluş satıldı, özelleştirildi ama Türkiye´nin 450 milyar dolara yakın borç var…

Der Spiegel’e göre ama ekonomi büyüyor hatta patlamanın eşiğinde…

Türkiye her alanda olduğu gibi ekonomide de göz boyama siyaseti uyguluyor. Yol yaptıklarını itiraf ediyorlar. Hitler de yol yaptı Almanya’da, savaşta kullanması için. Herşeyden önce özelleştirmeden elde ettikleri gelirleri ne yaptılar, nereye yatırdılar, en basitinden eğitim ve sağlık da genel durum içler acısı. Yatırımcılar yurtdışına kaçıyorlar düpedüz. Sonra Türkiye’nin zenginleri de içeriye değil dışarıya yatırım yapıyorlar. Ekonomi istikrarlı politikalar ister. Geleceğin belirsizliği ve duyulan korku ile ilgili bu kaçış durumu. Ortada güven yok. Eğer IMF’ye borçları yoksa kime 450 Milyar Dolar miktarda borçları var bunların?

Sonra Kürt sorununu çözeceğiz dediler, sahte bir açılım vaadiyle sorunu daha da çıkmaza soktular. Dış politikada dalaşmadıkları ülke kalmadı. Suriye’ye girerek, Afrin’i işgal ederek, dinci faşistlere destek vererek bu ülkenin parçalanmasında aktif rol oynadılar. Halbuki savaşa yapılan yatırımı millete, ülkeye yapsalardı bugün ne kadar kalkınmışlardı. Sonra yeni yetişen gençler hep yurtdışında okumak istiyorlar. Seçkin yerli üniversiteleri kendilerine bağlamak, verilen bilimsel eğitime müdahale etmek, kendi çağdışı anlayışlarıyla yeniden donatmak istiyorlar. Bağımsız yargı diye bir şey kalmadı. Kültür ve sanata da her türden baskı ve yasaklamalarla el attılar. Bunların hepsi bir bütün olarak ele alındığında tabii ki hepimizi etkiliyor. Bu seçimde işte tam da bu yüzden taraf olunmalı.

Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimlerinde hangi partiye neden oy verilmeli? Bu konuda argümanlarınız neler?

Her şeyden önce demokratik bir hak olan oyları kullanmak, sandığa gitmek ve adayını seçmek gerekir. Türkiye’de mevcut siyasi arenada ezilen halkların hepsini kucaklayan, onların sorunlarını dile getiren ve bunları sahiplenenler HDP’dir. CHP’nin ise sadece adayına bakmak gerekir. Yoksa Demirtaş başta olmak üzere HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarına el kaldıranlar yine CHP’ydi. HDP aldığı oylarla ve devletin akabinde kendisine amansız saldırmasıyla halkların yanında olduğunu ispatlamış vaziyette. Burada yaşayan Türkiyeli ve Kürdistanlı demokratların ülkelerine katkı sunmaları seçimlerde oylarını kullanıp çevresindeki akraba, komşularını ikna ederek seçimlere katılıp demokrasi güçlerinin, HDP’nin desteklenmesiyle, ancak böyle olur.

İmkân olsaydı Türkiye’de politika yapmak ister miydiniz? Oradaki meslektaşlarınızla temaslarınız oluyor mu? Mesleki açıdan var olan farklılıklara değinebilir misiniz?

Bir sosyalist için işin doğrusu yaşadığın ülkede siyaset yapmaktır. Orada yeteri kadar mücadele veren, bunca yıldır emek sarfeden insan yok mu? Ne bunları yok sayabiliriz, ne de on yılların mücadelesini ve emeğini görmezden gelebiliriz. Gidip bizim oraya musallat olmamız abes olur. Doğru tavır yaşadığın ülkede aktif siyasete katılmak, mevcut kavgaya omuz vermektir ve diğer ülkelerdeki demokrasi mücadelesine destek olmaktır.

Gözaltına alınan milletvekilleriyle ilgili dayanışma ve onlara sahip çıkma konularında ortak çalışmalar yürütüyoruz. Tutuklu Milletvekili arkadaşlarda “kefillik” projesi bulunmaktadır. Yer yer denk geldiğinde ortak hareket ettiğimiz konular ve noktalar oluyor. Bizlerin Türkiye’deki Milletvekilli arkadaşların çalışma koşullarını kıyaslamak yersiz. Zira onların içinde bulunduğu koşullar çok farklı. Milletvekilleri bile sokakta polisten dayak yiyorlar. Dokunulmazlıkları kolaylıkla kaldırılabiliyor. Oysa bizim buralarda belirli çerçevede işleyen bir burjuva demokrasisi var. Bunu görmezden gelemeyiz. Onların oradaki çalımları da, bizlerin burada yürüttüğümüz siyasi mücadele de doğru ve yerinde çabalardır.

Biz Sol Partililer, Sosyalistler dünyanın her yerinde bu gerici, baskıcı, sömürücü zihniyeti kırmalıyız, yıkmalıyız. Bir tek oy vermekle iş bitmiyor dediğim gibi. Verilen oylara sahip çıkılarak ancak sorunlar çözülür. Benim kişisel deneyimlerim, başarıların ortak ve dayanışmacı, parlemento dışı muhalefetle ortak çalışmalarla elde edildiği yönünde.

Daha ne kadar politika yapmak istiyorsunuz? Aile, çocuklar, gençler, mülteciler, spor alanındaki çalışmalarla birden çok uzmanlık alanı geliştirdiniz. Sol Parti olarak birçok alana el atmanıza rağmen kültür ve sanatta neden hiç sesiniz soluğunuz çıkmıyor?

Siyasete ben sadece milletvekili olarak başlamadım. Öncelinde de ben aktif politika yapıyordum. Milletvekilliğini bıraksam da ben savunduğum siyasi dünya anlayışı yönünde güzel bir dünya için mücadeleye, siyasi faaliyetlerime devam edeceğim. Yani parlamentodaki çalışmalarla ben siyasetle tanışmadım. Yine gençlerlei sendikalarla, sporcularla, mültecilerle beraber çalışır onların sorunlarına sahip çıkar ortak mücadeleyi dahaha güçlendiririm. Koltuğu gençlere bırakmak tabii ki en doğrusu ve yakışır olanıdır. Bu ayrıca ‚işte bu politikacılar koltuklarına bir yapıştılar mı bir daha bırakmıyorlar‘ anlayışını da kırar.

Tekrarlayacak olursam benim adaylığım benim istemlerime bağlı gelişip yol almadı ve olmayacaktır. Sol Parti’den beklentileri olan, bu partiye ihtiyaçları olan insanların ve parlamento dışı muhalefetin istemlerini ve beklentilerini gözardı etmeye hakkımız yok. Yani gelecekteki gidişatın bir tek benim istemimle bir ilgisi yok. Ben de sürece bağlı olarak hareket etmek mecburiyetinde kalacağım.

Kültür ve sanat konusunda benim de bazı birçok girişimim oldu. Göçmen kurum ve kuruluşların temsilcilerini veya üst düzey yöneticilerini bir araya getirmek, dertlerini dinlemek gibi girişimlerim oldu. Aldığım tepki anlaşılır gibi değildi. Bir kısmı yok devletten yardım alıyorlarmış diye bizimle yan yana gözükmek dahi istemeyenler bizden uzak durdular. Sonunda ama yine dönüp dolaşıp bize geldiler. Benim gözlemim göçmenlerin kurumların bu konuda ortak kendi konsept ve belirgin bir anlayışlarının olmadığı konusunda. Ortak talepleri ve ortak bir çatı altında buluştukları ciddi bir kurumları yok. Aynı durum hükümet tarafında da farklı değil. Bu durum hükümetin işine de geliyor.

Bu işlerle ciddi anlamda uğraşanların bir kere talepleri olmalı. Kendi sorunlarına kendileri sahip çıkmalılar. Göçmenlerin klüpleri yok ama sunulmaya hazır maddi destek var. Girişimlerime rağmen bir kaç kurum dışında gelip oturan konuşan dahi olmadı. Herkes her şeyden şikayetçi ama iş sorunları çözmek, ortak bir şeyler yapmak noktasına geldiğinde ortak mücadeleye katılan az.

Tiyatrocular örneği de farklı değil. Ne güzel çoğalıyorlar. Neredeyse hemen her derneğin kendi tiyatro kurumu var. Ben şahsen seviniyorum, her biriyle daha bir zenginleşiyoruz diyorum. Ama bunlar neden ortak hareket edemiyorlar bir çatı altında buluşmuyorlar. Bir birleriyle uğraşıp çekişeceklerine ortak taleplerde buluşabilirler. Sonra bu ülkede yaşıyoruz. Bu dile ister istemez ilgi göstermek zorundasın, sanatçıysan ortak dilde de, bu dille ürün verebilmelisin.

Seçime gidip oy kullanmayan seçmen hemşerilerimiz var. Gerçi Almanlarda da bu durum pek farklı değil. Politikacıya olan güven her geçen gün daha da azalıyor, insanlar da tepkilerini sandığa gitmeyerek gösteriyorlar. Bu konuda oy kullanmaya yanaşmayan seçmenler hakkında neler derdiniz?

Yeni nesil gençlerimiz her ne kadar burada doğup büyümüş olsalar da kökleri, anne-babalarının aileleri Türkiye’dedir. Hepsinin özlemidir memleket hasreti, orada olup bitenler. Şunun bilincinde olmaları gerekir diye düşünüyorum: Gençler bir kere oy hakkına sahipsiniz. Bu dünyanın her yerinde mümkün değil. Bu demokratik bir kazanım ve haktır. Türkiye’deki olumsuz gidişata bu demokratik olanaktan yararlanarak dur diyebilirler. Mevcut her üç gruptan (bloktan) birini seçmek mümkün. Ben kullanılan oyların ilk turda HDP’ye, Selahattin Demirtaş’a verilmesini öneriyorum. İkinci turda Türkiye’nin mevcut gidişatının değişmesi için kim kalırsa Demirtaş ve İnce ona destek verilmesi gerekir diyorum.

Unutmamak gerekir oy kullanmakla sorunlar yine de çözülmeyecektir. Halklar sorunlarına sahip çıkarak ancak bir şeyleri değiştirebilirler. Oy vermekle değil ona, yani oylarına ve sorunlarına sahip çıkarak bir şeyleri değiştirebilirler, değişmesine ön ayak olabilirler. Basın özgürlüğünün bile olmadığı bir yerde buna dur demek, ancak seçime aktif katılıp aynı zamanda oyunu kullanmakla mümkündür.

Teşekkürler ediyorum.

Süleyman Deveci, 15.05.2018

https://devecisueleyman.wordpress.com