Geçen hafta Fransa'daydım. Nancy adlı şehir üzerinde bir küçük yeşil adaya vardım. 500 haneli, hepsi birbirine uzak yakın akraba olan bir köy, modern bir köy, aydın bir köy, geçmişten gelen, geleneksel Alevi Türkmen değerlerine bağlı ama geleceğin köyü.
Yılmaz'ı tanıdım mesela, 20li yaşlarda bıyıkları henüz terlemiş, gözleri dostluk bakan, gülüşü gençlik coşkusu, elleri sazın tellerinde virtüöz, zekası bilgisayar mühendisliği.
Senem'i tanıdım, 2 yaşında bir afet, koyu bal gözlerinini çevirdikçe insanın yüreğini hoplatan, güldü mü yüreğinin en derininden yaşam fışkıran, hiç durmadan bıcır bıcır konuşan, anlatan, söyleneni sonuna kadar dinleyen ve sözylenen söze uygun cevaplar veren Nurtopu, Nurhak dağından kopup gelmiş bir şelale.
Kadir'i tanıdım örneğin, kılı kırk yaran sorular soran, güldü mü nefes borusuna kadar derin gülen, gözleri sözlerden önce anlatan 35 yaşlarında bir serbest müteşebbis. Evinde misafir oldum, genç Hanımı Bahar, adına layık aydın, okuyan, düşünen, konuşan, birlikte rakı içen türkü söyleyen ama sofraya da yufka ekmek çıkartan bir Bacıyan ruh.
Babalar anneler, dedeler nineler, çocuklar gençler tanıdım her yaştan.
Her biri birbirinden güzel, hepsi coşku seli, hepsi birer sevgi halesi. Hepsi pırıl pırıl zeka küpü.
500 Hane.
500 çocuk demek, herbiri 500 hanenin çocuğu.
500 amca, dayı, teyze, abi abla, dede demek.
500 dost.
500 yoldaş.
500 canhanesi.
Bir adaKöy. Futuristik bir şaheser, geleceğin prototipi, kökleri bin yıl geçmişe dayanan sağlam, kararlı. Dayanışmanın, sevmenin, paylaşmanın, yarenliğin, gülmenin, sevmenin adresi.
Bir küçük Gezi Parkı.
Geziyi vareden bin yıllık ruh.
Fransa'da bir köşede çiçek açmış.
Binbir renk, yaren ahenk.
Çok güzelsiniz.
Çok dost.
Çok insan.
İnsan nedir orda buldum.
Aşk ile.