Yine de Almanya’da; camiler çoğalıyor-çoğalacak!

Çok kötü zamanlardayız çok!

Bulanık sular berraklaşana dek bu kötü zamanlar nükseder tarihte. Ve bir kez daha, yine....

“DİTİB imamlarına” diye tüm medyada dolaşan başlık gerçeklerin bir yanı.

Naçizane bilgilerimle bu dönemde bazı şeyleri aktarmayı ihtiyaç olarak görüyorum. Bu bilgisizliklerin, bizi ileride kör-topal bırakacağından çok endişeliyim!

Bu haberler özgülünde: DİTİB’e kurum olarak bulunulan bir itham, suçlama yok ortada. DİTİB hemen 15 Şubat’ta 3-5 paragraflık bir açıklama yaptı Alman kamuoyuna; “adımızı kullandığınız haber, gerçekte sadece 4 kişiyi bağlayan bir haberdir. Adımızın kullanılması kamuoyunda bir yanılgı yaratacaktır. Kurumumuza yönelik yaratılan bu yanılgının düzeltilmesi...” diyerek. Ve hemen ardından basın; “DİTİB’in imamları olmasına rağmen, kuruma yönelik bir suçlama yoktur” yönlü ayrıntıları da vermeye başlamıştır.

2006 yılından beri gerçekleştirilen “Alman İslam Konferansı”nı (DIK) hepimiz duymuşuzdur. “İslam Almanya’ya aittir” söylemlerinin bir dönem gezdiğini, sansasyona dönüştüğünü de duymuşuzdur.

Dört milyonu aşkın müslümanın yaşadığı Almanya, önümüzdeki günlerde beş milyonu aşkın müslüman barındıracağını hesaplıyor. İstatistiki verilere göre; her on kişiden birinin müslüman olacağı öngörülüyor.

On kişiden bir kişinin müslüman olma gerçekliği içerisinde; hele Almanya gibi muazzam öngörülü bir ülkede, her şey iyi planlanır. 10 yıldır müslüman-hristiyan kurumlar elele harıl harıl çalışıyorlar. Geçtiğimiz yıl DİTİB’in, televizyonda bile ilk haber olarak verilen; “Almanya’nın Birlik Günü”nü camilerde Almanca kutlama etkinlikleri tesadüf değildir.

DİTİB; Alman İslam Konferansı (DIK) çatısı altında yeralan 10 kurumdan en güçlü olanıdır. Ancak tüm Türkiyeli kurumlar gibi ‘uyum’da hayli sıkıntı yaşamaktadır. Yine de gerçekleştirdikleri ortak etkinliklerde hepsi; “canciğer kuzu sarması”dır.

Örneğin Ahmadiyya Muslim Cemaati (Pakistan’lı bir cemaat, 200’ü aşkın ülkede örgütlenmesi var!); daha az bir müslüman nüfusu kucaklamasına rağmen, “dinler arası dialog” olarak sürdürülen projelere, daha akademik düzeyde katılıp katkı sunmaktadır. Ve Alman kurumların, birlikte en sağlam adımlar atabileceği potansiyele sahiptir. “Terör ve islam” bağlantısının kavram olarak kullanımında; bu kavramın yanlışlığına yönelik bilimsel çalışmalar hazırlamış, seminerlerde bunları sunmuştur. Ya da müslüman çocukların eğitimine yönelik çalışmaların ana ayağı olmuştur.

Alman devleti; hangi kurumun nasıl bir kapasiteye sahip olduğunu, hangi ayağı örmekte katkı sunabileceğini bizlerden çok daha iyi bilmektedir.

10 yıldır sürdürülen DIK projeleri sonrası geldiğimiz aşamada, tüm şehirlerde, ‘entegrasyon’ kelimesinin geçtiği tüm resmi kurumlarda:

- Müslüman kadınların entegrasyonu.

- Din eğitiminin üniversiteler denetiminde , Almanca yapılması.

- Müslümanların inançlarına saygı (domuz eti yenilmemesinden, türban takılmasına dek...).

- Müslüman gençlerle kendilerini ifade edebilecekleri kamuoyuna açık platformlar yaratılması. Çocuklarla farklı çalışmalar yapılması.

- Alman Anayasası’na aykırı olmayan, kamuoyuna açık her türlü faaliyeti gerçekleştirebilecekleri...

Başlıklarına benzer onlarca başlık altında, binlerce sayfalık yazılarla, sayısız projeler yürütülmektedir. Ve bunlar özellikle her şehrin yerel basınında; şehirdeki müslümanları onure

edecek içeriklerle yayınlanmaktadır. Hiç Almancası olmayanlar dahi, fotoğraflara bakıp onure olmaktadır.

İşlevsiz kiliselerin satılmasına, kullanılamayacak halde olanların yıkımına başlanmıştır.

Azımsanmayacak sayıda caminin bu ülkede bir ihtiyaç olduğu –müslüman nüfus hesaplandığında- çoktan belirlenmiştir. Yeni inşaatlara başlanmış, ya da ihaleleri görüşülme sürecindedir.

Yani Almanya inanç ‘özgürlüğü’ne gösterebileceği maddi-manevi tüm katkıları sunmuş; şimdi sıra, onu kurumsal bir çatı altında denetimli sürdürebileceğinin 4.aşama diye ifadelendirdiği safhasındadır. Ve bu 4.aşamaya gelinene dek; binlerce sayfalık akademik çalışmaya insan seferber etmeyi, milyonlarca avroluk masrafı karşılamayı göze almıştır.

Tam bir seçim sürecinde ‘milliyetçi’ partilerin, esasta kendi halklarına karşı yaptıkları bu ‘flaş haberler’e yeniden değinmek gereksiz. Her ülkede seçim süreci; dünyayı allak bullak edenlerin, insanlığı da allak bullak eden yanılgılar üzerindeki propagandalarıyla sürdürülüyor.

Bütün yaratılan bu yanılgıların enkazı ve düşmanlığı, nihayetinde bizim sırtımıza çöreklenecek! Hazır mıyız, hazırlanabilecek miyiz? Daha sakin bir şekilde, öğrenerek hazırlanmalıyız! Mecburuz!