'Kendin için istediğin demokratik hakkı başkası için de iste' başlıklı yazımda, bir kıyaslama yaparak tarihimizle yüzleşelim istemiştim. Yazımı okuyan kesimlerden çok sayıda eleştiriler ve övgüler geldi. Hakaret ve küfürlere değinmeyeceğim ve kötü söz sahibinindir diyerek bunu geçiyorum.
Bazı demode olmuş laflar ve eskimiş bir plak gibi yeni bir şeyler söylemeden tekrarlanan eleştirilere kısaca cevap vermek istiyorum. ‘Dersim'de soykırım Atatürk'ün talimatıyla yapılmamıştır, çünkü hasta yatağında yatıyordu’ diyenler var. 1937 yılında İ. İnönü, 1938 yılında da Celal Bayar o dönemin Başbakanlarıdır. Atatürk de Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanının onayı olmadan, Dersim de nasıl olur da bir soykırım yapılır? Ayrıca operasyon için verilen talimatın altına bakın! Orada M. Kemal Atatürk’ün imzasını göreceksiniz. Birçok belgeye bakılırsa; soykırımın yapıldığı dönemde Atatürk Elâzığ’dadır. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir uygulama ile Pazar günü Mahkeme kurularak Seyit Rıza’nın Oğlunun yaşı büyütülüp idam edilir. Atatürk mahkeme gecikince sinirlenip ve ‘hala mahkeme heyeti toplanıp görevini yapmadı mı’ diye öfkelendiğini tüm tarafsız tarihçiler aktarır. Ayrıca bunlar Atatürk'ün resmi olarak orada olduğuna dair arşiv bilgisidir. Bu tarihi gerçeği inkâr edeceğimize bununla açıkça yüzleşmek gerekiyor. Zorla Kürtlere Atatürk'ü sevdirmeye kalkmak hem zorbalıktır hem de sevdiği Atatürk’ü yere vurmaktır. Bugünün şartlarında yeni bir şey söylemek gerekir. Tek adam kültürü, feodalizmin-gericiliğin bir ifadesidir ve yirmi birinci yüz yılda bundan vaz geçilmelidir.
Martin Luther Almanya da büyük bir reformisttir. Daha da önemlisi İncil’i Almancaya çevirerek aydınlanmanın yolunu açmıştır. Martin Luther in Yahudilere karşı yazdıkları ve söyledikleri dindar, kindar ve şovence olup, Yahudi düşmanı söylemlerdir. Alman halkının ezici çoğunluğu, onun bu yönünü savunmaz ve amansızca eleştirirler.
Atatürk, İhsan Sabri Çağlayangil'i, Dersim ve Kürt raporu hazırlatmak için Elâzığ, Malatya ve Dersim'e gönderir. Hazırladığı Raporu arşivlerden kendi kaleminden okuyabilirsiniz. CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun öğrencilik yıllarında, İhsan Sabri Çağlayangil ile Dersim raporu üzerine bir söyleşisi vardır. Okumaya değer. İhsan Sabri Çağlayangil, Kılıçdaroğlu'nu, Celal Bayar ile de randevu alıp konuşturmak ister fakat bu randevu gerçekleşmemiştir.
TBMM’nin, 29 Mart 1922 de, Kürt sorununun çözümü için karar altına aldığı 18 Maddelik raporu vardır. Arşivlerden okuyabilirsiniz.
Kürdistan’ın Birinci paylaşım savaşı döneminde işgal edilip 5 parçaya (Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Rusya) ayrıldığı ve sömürgeleştirildiği inkâr edilemez. Tarihi inkâr etmek onunla yüzleşmekten kaçınmaktır. Tarihi gerçeklerle yüzleşerek doğru olan bulunur.
Kürtleri ve diğer azınlıkları, okullarda her sabah Milliyetçi ırkçı ve şoven sözleri yani “Türküm doğruyum çalışkanım“, “Bir Türk dünyaya bedeldir”. “Ne mutlu Türküm” dedirtmek moda olmuş. Milliyetçi, ırkçı ve şoven sözlerden vazgeçilmelidir. Barış içinde bir arada yaşanmak isteniyorsa, Kürtler ve diğer azınlıklara, her türlü demokratik haklar eşit şartlar altında verilmelidir.
1915- 1916 yılındaki Ermeni soykırımı ile ilgili efendim bunu tarihçilere bırakalım diyorlar. Bu Konuda Ermeni Soykırımı üzerine köklü ve derin araştırma yaparak gerçekleri su yüzüne çıkaran Prof. Dr. Taner Akçam’ın yazdıklarına da bakılabilir. Araştırmalarını Osmanlı arşivini inceleyerek yapmıştır.1,5 milyon Ermeni'nin(tabi diğer Halkların da) katliam yapılarak yok edildiğini belgeleyerek, tarihimizle bizleri yüzleştirmeye davet ediyor.
1934 Trakya olayları denilen Yahudilere saldırılar sonucunda, çok sayıda Yahudi başka ülkelere göç etmişlerdir. Edirne taraflarında Yahudilerin yaşamadığını, dükkânları ve mal varlıklarının yağma edilmediğini söylüyorlar. Avrupa'nın en büyük Sinagoglarından birinin Edirne'de olduğunu biliyor musunuz? Bunlar her şeyin inkârına giderek Yahudilere Edirne taraflarında yapılan zulümü ört bas etmeye çalışıyorlar. Güneşi balçıkla sıvamaya çalışıyorlar.
Bu olaylar, yeni kurulmuş Cumhuriyet döneminde oluyor. Tarihimizi öğrenmediğimiz sürece onunla yüzleşmek de çok zor oluyor tabi.
1956 İstanbul'daki gayri müslümanların dükkânlarının yağma edilmesi için dile getirilen ise: Selanik’teki Atatürk’ün evinin Yunanlılar tarafından bombalanması gösteriliyor. Hâlbuki bu sabotajı Özel Harp Dairesi'nin yaptığını bilinmektedir. Türkler, kışkırtılmaya alet olmuş ve gayri Müslümlerin mallarını yağmalamışlar, canlara kıymışlardır. Yalana ve dolana dayalı söylemler yıkılmaya mahkûmdur.
Cumhuriyet inşa edilirken, devlet aygıtı içine, diyanet yani Sünni din, devletin resmi dini olarak alınmıştır. 'Aleviler sizler bizim kardeşimizinsiniz' diyerek kardeşin hakkı gasbedilmiştir.
Devletin dini olmaz ve devlet, dini kontrolü altına alamaz. Laiklik, din ile devlet işlerinin ayrı tutulduğu bir sistemdir. Din, inananlar ile Allah arasında var olan bir olgudur.
Böylece Alevi inancı, Cumhuriyet kurulduktan günümüze kadar ezilip horlanıp ve ötekileştirilmeye çalışılmıştır ve hala da çalışılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Kürdün, Türkün, Ermeni'nin, Çerkez’in, Alevilerin desteğini almadığı ve laikliği inşa etmediği için, bugüne kadar zoraki ayakta durmaya çalışmaktadır.
Geçmiş ile bundan sonra bir yere varılamayacağına göre, ancak Kürdü, Türkü, Ermeni’si Arap’ı, Çerkez’i, Laz’ı, Alevi'si ve Sünni’si, ezilen- horlananlar ile eşit şartlar altında kurulacak bir Cumhuriyet'te var olabilirler. Ve de demokratik hakları verilerek, insanlar barış içinde bir arada yaşayabilirler. Her kesimin memnun olabileceği tam Laik bir cumhuriyet kurulmadan, eski sorunlar tekrar etmeye devam edecek ve ülkemizde huzur olmayacaktır.
Bu cumhuriyetin, AKP, MHP ve diğer gerici partiler ile asla olamayacağı kesindir. Bu da ancak; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına inanan, demokrat, devrimci, sosyalist partiler ile sivil tolum kuruluşlarının birleşerek halkları ikna temelinde faşizmi yok edip, yeni bir cumhuriyetin kurulması ile başarılacaktır.