VEFAKÂR ELMA AĞACINA TEŞEKKÜRÜMÜZDÜR

80’li yıllarda, Evren Cuntası tarafından vatandaşlıktan atılmamızdan sonra Türkiye’ye uzun süre dönemeyeceğimizi düşünerek Belçika’nın Leuven ve Aarschot kentleri arasındaki Heikant tepelerini kaplayan orman içinde PVC’den yapılmış bir kulübe almıştık. Tamamen ıssız bir yerdi. En yakın evler birkaç yüz metre uzaktaydı...

Brüksel’deki yoğun çalışmalardan vakit bulabildiğimizde can yoldaşı kedilerimiz Çita ve İvan’la birlikte gidip bir iki gün tabiatla baş başa kalıyorduk.

Günlerce meşe, gürgen, çam gibi yabani ağaçları söküp yerlerine meyve ağaçları dikmiş, tonlarca toprağı el arabalarıyla taşıyarak ekim tarhları yapmış, çeşit çeşit çiçekler, domates, fasulye, biber, bakla, patlıcan, kabak, bezelye, soğan, sarmısak, üzüm yetiştirmiştik.

İnci duvar örmekte ve taş döşemekte bayağı ustalaşmıştı. Yıkılan eski binaların tuğla ve taşlarını ya da yerleşime açmak üzere yıkılan mezarlıkların parçalanmış mermerlerini taşıyarak platformlar, yollar yapmıştık.

Anvers yakınındaki Heist-op-den-Berg kentinde her hafta sonu Flaman köylülerinin tarımsal ürünlerini, kümes hayvanlarını, keçilerini, kuzularını, hattâ büyük baş hayvanlarını ehven fiyata sattıkları geleneksel bir köylü pazarı kurulurdu. Sebze, meyve, çiçek fidelerini, elden düşme bahçecilik aletlerini de orada Flaman köylülerinden satın alırdık.

Çocukluğumda söz verildiği halde yoksulluktan dolayı bana bisiklet alınamadığı için, bu iki tekerlekli harika araca sahip olabilmek hep büyük tutkularımdan biriydi. Bu köylü pazarından iki tane de elden düşme bisiklet edindik. Böylece günlük yaşamımızda yeni bir ufuk açıldı. Bahçe çalışmasından vakit buldukça bu bisikletlerle kanal boylarında, köy patikalarında, ormanlarda en azından 15-20 kilometre yol yaparak tabiatı daha bir yakından tanıyorduk.

90’lı yılların ortalarında, Brüksel’de hem ikamet hem de İnfo-Türk’ün yönetim yeri olarak kullandığımız apartmanın sahibi orada artık kendisinin oturacağını bildirerek çıkış vermişti.

Bunun üzerine harca borca girip bu plastik kulübenin yerine içinde devamlı yaşayabileceğimiz, aynızamanda İnfo-Türk bürosu olarak kullanabileceğimiz sağlam bir bina yaptırmaya niyetlendik. Ama mümkün değildi, çünkü 60'lı yıllarda kulübe yapıldıktan, hatta elektrik, su ve telefon dahi bağlandıktan sonra ormanın o kesimi inşaata yasak korumalı arazi ilan edilmişti. İzin taleplerimiz reddedildi. Kaçak yaptırmamızı tavsiye edenler de oldu, ancak Flaman Topluluğu kimsenin gözünün yaşına bakmadan yapılan yeni evi yıktırabilir ve bizi yaşlı günlerimizde dımdızlak ortada bırakabilirdi.

Ormandaki kulübemizi içimiz kan ağlayarak satıp borca da girerek Brüksel’in Türk mahallesi Schaerbeek’te, aynızamanda büro olarak kullanabileceğimiz bir daire alıp oraya taşındık. Hâlâ da oradayız.

Kulübemizi ise motosiklet delisi bir İtalyan satın almış, üstelik yasağa rağmen ek odalar yaptırarak büyütmüştü. Ancak bizim zamanımızdaki gibi özen gösterilmediği için bahçe kısa zamanda tüm güzelliğini yitirmişti. Yine de yılda bir iki kez Heikant’a gidip hasret gideriyorduk.

Ne ki, sekiz yıl kadar önce gittiğimizde evin yerinde yeller esiyordu, tamamen yanıp kül olmuştu. İtalyan aile de mecburen başka bir yere göç etmişti.

Buna rağmen en azından dikmiş olduğumuz meyve ağaçlarının ne halde olduğunu görmek için İnci’yle birlikte o ormandan arada bir geçmeyi hiç ihmal etmiyorduk.

Araya giren sağlık sorunlarından ötürü birkaç yıl aradan sonra geçen yıl gittiğimizde bahçe tam bir cöngüle dönüşmüş, bir tek elma ağacı dışında meyve ağaçlarının hiçbirinden eser kalmamıştı.

Bahçeyi boğan diz boyu çalı çırpıyı yararak yanına yaklaştığımızda, elma ağacı henüz kırılmamış dallarından birinde bir elma ile bizi bekliyordu. Gözümüz yaşararak kopartıp ağaca teşekkür etmiştik.

Suriye aktüalitesinin yarattığı üzüntüyü bir nebze dağıtabilmek için bugün İnci'yle birlikte yine ormana gidip metruk ve mahzun bahçemizi bir daha ziyaret ettik. Cöngül daha da azgınlaşmıştı. Elma ağacımız ise bir sürü dalını daha kaybetmiş, can çekişir haldeydi... Ancak kırılmamış dallarından birinde bir tek elma yine bizi bekliyordu. O da tam olgunlaşamamış, kavruk bir meyvaydı...

Cöngülün ortasında elmayı kopartıp gözümüz yaşlı yürekten teşekkür ederek vefakâr elma ağacımızla yeniden vedalaştık.

Görünüşüne göre bu bize herhalde son ikramıydı…

Ama söz… Hayatta olursak, 2020’nin sonbaharında yine ziyaret edeceğiz… Artık yerinde yeller esiyor olsa da, elma ikram edemese de…

Sevgili elma ağacı… Bin teşekkür sana...

26 Ekim 2019