VARLIĞIN VAZGEÇİLEMEZ AİDİYETİDİR ANADİLİ

“Bir dilin kaderi

bir halkın kaderi

ile aynıdır.”[1]

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 17 Kasım 1999’da 21 Şubat’ı ‘Uluslararası Anadili Günü’ ilan etmekle; dilin önemini teyit etmiş oldu.

Gerçekten de etnisiteyi, kültürü, tarihi içinde barındıran dil, kolektif kimliğin meşrulaştırılmasında en önemli araçtır; kültürel yaşamın başat unsurudur. Bir toplumun kazandığı zihniyet, ahlâk, estetik, duygu ve düşüncelerin toplumsal birikimi olarak dil, kimliktir.[2]

Uluslaşma süreçleriyle XX. yüzyıl boyunca, dünyanın pek çok yerinde yerlerinden-yurtlarından edilen milyonlarca insan ölüme/ sürgüne gönderilirken, bu soykırım ve etnik kıyımın pratiğinin iktisadi-sosyal arka planı yanında görünür nedeni, dilsel homojen bir toplum yaratmaktı. Bu nedenledir ki dil son derece önemli bir kültürel-politik mücadele alanıdır.

Çünkü uluslaşma süreçleri anadiline kurulması hedeflenen topluluğa iletişim-anlaşma ve kültür taşıyıcı bir araç olması ötesinde anlamlar yükledi. Anadili, egemen kimlik grubunun devlet kurabilmesinin azınlık kimliklerin ise fiziken tasfiye edilmesinin gerekçesi oldu.

Hatırlanacağı üzere 1927’de Türkiye’nin ilk genel nüfus sayımında herkese “Anadiliniz nedir?” sorusu sorulmuş; 13 milyon 648 bin 270 kişilik nüfusun 11 milyon 777 bin 810’u anadilini Türkçe olarak belirtirken, 21 anadili tespit edilmişti.[3]

Verilerin erişime açık olduğu 1965 sayımına kadar bu dillerden Türkçe, Kürtçe ve Arapça ağırlıklarını korumaya devam etmiş; diğer dillerde radikal azalmalar gerçekleşmişti. Mesela 1927’de anadilini Abazca olarak belirtenlerin sayısı 13 bin 655 kişiyken 1965’te bu sayı 2 bin 272’ye düşmüştü.

Aynı yıllar geçerli olmak üzere Arnavutça 21 bin 674 kişiden 14 bin 265’e, Boşnakça 24 bin 613 kişiden 17 bin 627’ye, Çerkezce 95 bin 901 kişiden 58 bin 329’a, Ermenice 64 bin 715 kişiden 33 bin 84’e,[4] Gürcüce 57 bin 325 kişiden 16 bin 351’e, Lazca 63 bin 253 kişiden 11 bin 668’e, Pomakça 32 bin 661 kişiden 11 bin 3’e, Rumca 119 bin 824 kişiden 48 bin 95’e, İbranice 68 bin 860 kişiden 9 bin 981’e düşmüştü. 1970’lerden itibaren, şehirleşme ve dolayısıyla hâkim dil ve kültüre dahil olma süreçleri hızlanacaktır.[5]

Özetle Eric J. Hobsbawm’ın, “Devletin bir milletle özdeşleşmesi bir karşı-milliyetçilik yaratma riski taşıyorsa eğer, devletin modernleşme süreci bu riski çok daha büyük bir ihtimal olarak yazılı bir ‘milli dil’ vasıtasıyla o devlette yaşayanların homojenleşmesi ve standartlaşmasını içeriyordu,”[6] vurgusundaki üzere farklı ilan edilenler, ötekileştirilenler asimilasyona tabi tutulurken -coğrafyamızda- “Türk Dili Bayram(lar)ı” kutlanmıştı!

Ya da “Dil insanların duygularını, düşüncelerini bildirmek için yarattıkları sözcüklerden oluşur. Uygarlığın temel ölçüsü, dilsel gelişmedir… Dili bağımlı toplumların düşüncesi de bağımlıdır.”[7]

Veya “Kültürümüzün temeli olan dilimiz, düzenin yozlaştırmak istediği değerlerimizin başındadır… Dil geleceğimizdir. Dil bilinçtir, bilgidir, duyarlılıktır, sorumluluktur, kültürdür, kültürün taşıyıcısıdır. Dil savaşımı, insan olma, özgürleşme savaşımıdır,”[8] denilirken; aynı hassasiyet farklı ilan edilip, ötekileştirilenlere (mesela Kürtlere, Araplara, vd’lerine!) gösterilmemiştir!

* * * * *

Oysa Prof Mehmet Ali Kılıçbay’ın, “Düşüncelerimizi ancak kelimelerle yapıyoruz. O zaman ne kadar kelime biliyorsak ve o kelimelerin ne kadar anlamsal içeriğine sahipsek o kadar düşünebiliyoruz. Ancak dille düşünebiliriz. Dil yoksa düşünce de yok,” vurgusundaki üzere anadili kimliktir; varlığa mündemiçtir.[9]

Anadili, dünyaya gözünü açışından itibaren kişinin bütün ruhsal ve duygusal dünyasının, bilgilerinin oluştuğu ortamdır. Başka bir deyişle: Bir kişi birçok dil biliyor olabilir ama onun dünyayla ilişki kurmaya başladığı ilk döneminden itibaren kimlik gelişiminin, duygu ve zihin gelişim süreçlerinin temeli anadilidir. Yani kişinin anadili kendisi ve kimliği kadar hayati değerdedir.

Bilim insanları, dili sadece bir iletişim aracı olarak görmez. Çünkü dil aynı zamanda bir düşünme aracıdır da. Bir toplumu, bir halkı bir araya getiren kültürel ve tarihsel bir zenginliktir.

Bir anadilinin yaşatılması, dille birlikte dile bağlı kültürel ve kimlik bazlı değerlerin de yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması için insanların anadillerini serbestçe konuşmaları olmazsa olmaz bir şarttır; fakat yeterli değildir. İnsanların kendi anadilleri üzerinde yetkinliğe sahip olabilmelerinin, dilleriyle yeni değerler üretebilmelerinin sağlanması her şeyden önce ancak anadilinde eğitimle mümkündür.

Her insanın kendi kültürüyle var olması onu tüm alanları kapsayacak biçimde ilerletmesi ve anadilinde eğitim görmesi kadar doğal ve masumane bir hak düşünülemez. Bir toplumun herhangi bir nedenle bu haktan mahrum edilmesi, yok sayılması ve bu dil ve bu dile ait değerlerin inkâr ve imha edilmesine dilbilimcilerin tabiriyle Linguicide (dilkırım) denir. Bu da kültürel kırımın bir parçası olarak görülür.

Ve en önemlisi de gelinen noktada hâlâ anadiliyle eğitim istemek “bölücülük” sayılıyor. Kürtçe konuştuğu için yurttan atılan, Kürtçe konuştuğu için hastaneden kovulan, Kürtçe konuştuğu için bıçaklanan, linç edilen insanlarla dolu bu coğrafya.

Sözgelimi; İstanbul Havalimanı’nda 36 dil, 80 lehçede çeviri hizmeti veriliyor ama Kürtçe yok. Yine Sağlık Bakanlığı bünyesinde altı dilde tercüme hizmeti verilirken milyonlarca Kürdün yaşadığı ülkede Kürtçe tercüme yapılmıyor.[10]

Yani kültürel kırım devam ediyorken; 1965’te Ankara’da en çok konuşulan dil Türkçe, ikincisi Kürtçe; İstanbul’da en çok konuşulan dil Türkçe, ikincisi Rumca’ydı. 1965 yılı nüfus sayımlarına göre Türkiye nüfusunun ana dilleri olarak 17 dil kayıtlara geçmişti. Bugün ne kadarı var, bilinmiyor. Çünkü artık kayıt tutulmuyor.

Malum 21 Şubat ‘Dünya Anadili Günü’… Bu gün nedeniyle, ulus devletlerin Dil Bayramlarının öteki yüzü yeniden gündeme gelir: Kendi dilleri için bayram icat eden devletler, kırıma uğrattıkları dilleri “es” geçerler. Zira hâkim ulusal dil(ler) için “bayram” olan durum, diğer dillerin çoğu için bir tür cenaze merasimi anlamına gelir!

Söz konusu bağlamda denilebilir ki, dillerin kırımı dönemi nihayete ermiş değildir; özellikle de coğrafyamızda…

Bununla bağıntılı olarak “Anadili siyasî değil, insanî bir konu,”[11] ifadesinin bir “temenni”nin ötesine geçmediği coğrafyamızda “Nasıl, neden” mi?

Gayet basit! Mesela…

DEM Parti Van Milletvekili ve Kürdistan Komünist Partisi (KKP) MYK üyesi Sinan Çiftyürek’in TBMM’ye sunulan “Anadillerin üzerindeki engellerin araştırılması” grup önerisi üzerine Genel Kurulu’ndaki konuşmasının Kürtçe bölümü MHP’li meclis başkanvekili Celal Adan tarafından kesildi![12]

Ya da Dünya Anadil Günü’nde konserleri yasaklanan Metin Kahraman, “Zazaca söyleyen bizlerin konseri yasaklandı, davacı olacağız,”[13] demesi gibi

Yeri gelmişken belirtmeden geçmemeliyim: Kürtçe konser ve tiyatro yasakları hukuki değil, siyasidir…

Yine “Neden” mi?

Onun yanıtı da “basit”: Öncesiyle ve 12 Eylül Darbesi’nden sonra da “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası sürdürenler için sadece “Türk Dil Bayramı” vardı!

Hatırlayın: Türk ulus kimliğinin inşası da bu genel eğilime uygun olarak tezahür etmiş ve 1924’te Türkçe resmî dil olarak anayasada yer aldığında, yeni rejimin yapacağı diğer çalışmalar da arka arkaya gelmiş ve “dil bayramı”na da o süreçte karar verilmişti. 1932’de Mustafa Kemal’in katılımıyla düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü 26 Eylül, bayram için uygun tarih olarak belirlendi.

Kurultay Başkanı Kazım Özalp, şair ve yazar Halit Fahri Ozansoy’un bu büyük toplantının Türk dilinin bayramı olması nedeniyle açılış günü olan 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanmasını teklif ettiğini bildirmiş ve kurultay üyeleri oy birliği ile önergeyi kabul etmişti.

Kurultay konuşmacılarından Besim Atalay, “Beni sevindiren bu büyük bayramı, ben de büyük milletime kutlularım. Bayram milletimin bayramıdır. Bayram Türk budunun bayramıdır,”[14] diyerek dil bayramından duyduğu sevinci ifade etmişti. O günden sonra 26 Eylül Türkiye’de Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.

Ancak ötekileştirilenler söz konusu bayram için “yok” hükmündedir.

“Nasıl” mı?

Şöyle: 2019’u Dünya Yerli Dilleri Yılı ilan eden BM’ye göre ise dil çeşitliliğine yönelik tehditler giderek artıyor ve küresel nüfusun yüzde 40’ının konuştukları dillerde eğitime erişim imkânı bulamıyor.

Türkiye’ye baktığımızda ise UNESCO Dünya Tehlike Altındaki Diller Atlası’na göre 3 dil günümüze ulaşamazken, “yok olma tehlikesi altında” olan dil sayısı 15. Ubik, Kapadokya Yunancası ve Süryanî dillerinden Mlahso’nun tamamen yok olduğu Türkiye’de, diğer Süryanî dillerinden Hertevin “yok olmak üzere”, Turoya ise “ciddi tehlike altında” kategorisinde yer alıyor. Ladiono ve Gagavuzca da bu listeye dahil olan diğer diller. “Kesinlikle yok olma tehlikesi altında” olan 7 dil; Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Romanca, Suret ve Batı Ermenicesi. Abhazca, Adigece, Kabar Çerkes dilleri de “kırılgan” diller olarak belirtiliyor. Kırılgan durumda olduğu belirtilen bir diğer dil ise Zazaca.

Listede yer almayan Kürtçe ise Türkiye’de çok kültürlülük üzerindeki baskıların doğrudan hedefi olmaya devam ediyor. Anadilde eğitim hakkı kapsamında değerlendirilmeyen ve Meclis’te “bilinmeyen dil” veya “X” olarak kayıtlara geçen Kürtçe dili, AKP iktidarı döneminde, özellikle bölgeye atanan kayyumlar aracılığıyla “tasfiye” politikalarının odağında. İçişleri Bakanlığı tarafından HDP’li belediyelere kayyum atamalarının yapıldığı 2019 yılından bu yana, bazı bölge kentlerindeki Kürtçe tabelalar kaldırılarak yerlerine Türkçe olanlar asılırken, cadde ve sokakların isimleri de Türkçe’ye çevrildi. Belediyeler bünyesinde Kürtçe eğitim veren kurumların bir kısmı da kapatıldı.[15]

* * * * *

Birçok dili, kültürü, etnisiteyi, zenginliği, çeşitliliği yok eden asimilasyoncu şoven iktidarlar hep geçirimsiz bir kültür, homojen bir toplum yaratmak eğilimindedir.

Coğrafyamızda Kürt dilini ve kültürünü yok ettikleri veya TRT Kurdî, Kürtçe seçmeli dersler yoluyla hadım edip kendi hizmetinde kuklaya dönüştürmek istedikleri gibi!

Verili yapıda bir siyasi hareketin yetkililerinin Kürtçe konuşması, derneklerin ve hatta kayyum olmasa dahi belediyelerin Kürtçe kullanması, mahallelerin, evlerin sakinlerinin Kürtçeyi geliştirmesi mümkün değildir.

Bir dili inşa etmek bir hayat, bir yaşam inşa etmektir. Hâliyle devletin yapısal mekanizmalarının hiçbirisi buna için müsait değildir.

Anadili sorunuyla ilgilenirken yüzeysel çözümlerle boşuna kürek sallamanın, kimseyi kandırmanın gereği yoktur. Hele hele bir dil siyasete malzeme oldu mu, bu artık ölümün pençesinde olduğu anlamına gelmektedir.

Unutmamalı, irademizle mekâna mühür vurulmadığı, ulusal haklar alınmadığı sürece anadili özgürleşip geliştirilemeyiz. Bu yolda bir hayat üretmek, bir kültür yaratmak, bir düşün dünyası inşa etmek gerekir.[16]

Örneğin bazı kesimler Kürtçe seçmeli ders tartışması yürütüyorlar. Kürt ebeveynlerin çocuklarına Kürtçe seçmeli derslerin seçtirilmesi için de kampanyalar yürütüyorlar, hatta Kürtçe seçmeli derslere ilişkin çekincelerini dile getirenleri veya bu yöntemi eleştirenleri de “Kürt dilini sahiplenmemek” ile  suçluyorlar.

Kürtçe dilinin seçmeli ders olarak seçilmesini isteyenlerin gerekçeleri; Kürtçe seçmeli dersin bir hak olduğu, Kürtçe seçmeli ders seçilirse, Kürtçe öğretmen ihtiyacının da artacağı, üniversitelerin Kürtçe bölümlerine daha fazla Kürt dili öğretmeni yetiştirilmesini de beraberinde getirecek, Kürtçe kitap ihtiyacı, Kürtçe ticari faaliyet oranı, Kürtçe TV, film ve diğer faaliyetler için Kürtçe bilen kadro ihtiyacı da artacağı. Bu durum da Kürtçe ana dille eğitim için daha güçlü bir zemin yaratacağı iddiasıdır.

Kürtçe seçmeli dersleri eleştirenler de; devletin bu yaklaşımının samimi olmadığını, Kürtlerin inkâr ve asimilasyona karşı mücadelelerini yıpratmak için göstermelik seçmeli dersleri lütuf gibi gösterdiğini, bunun bir lütuf değil, mücadele sonucu olduğunu, mücadeledeki esas talebin Kürtçe öğrenmek olmadığını, kolektif bir hak olan anadilde eğitim almak ve kamusal alanda yaşatmak olduğunu ifade etmektedirler.

Şunu görmek ve bilmek gerekir: İktidarın Kürtçeyi seçmeli ders olarak da olsa kabul etmesi bir lütuf değil mücadele sonucu varılan bir eşiktir. Bu eşik Kürtler için kıymetli ama kesinlikle yeterli değildir. Kürtler “seçmeli ders” meselesini fazla büyütüp “şirin göstermek” yerine ana dilde eğitim hakkı mücadelelerine yoğunlaşmalıdırlar, mücadelelerini güçlendirmelidirler; Karl Marx’ın, “Toplumsal reformlar; asla güçlünün zayıflığından ötürü değil, her zaman zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir,” uyarısındaki üzere.

Önemli olan Kürtlerin inkâra ve asimilasyona karşı mücadelelerinin amacı sadece ana dillerini öğrenmek değil, aynı zamanda ana dilleriyle eğitim almaktır. Ana dillerini kamusal ve özel yaşamlarında kullanmak, ana dilleriyle resmi ve özel sektörde hizmet almaktır. Bunun dayanağı da “yasallık” değil “meşruluk”tur;[17] “Diller devletlerle birlikte çoğalır; yoksa devletler dillerle birlikte çoğalmaz,”[18] ifadesindeki üzere Eric J. Hobsbawm’ın.

* * * * *

Toparlarsak: Ludwig Wittgenstein’ın, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”; Noam Chomsky’nin, “Bir dil sadece kelimeler değildir. Bu bir kültür, bir gelenek, bir topluluğun birleşmesi, bir topluluğun ne olduğunu yaratan bütün bir tarih. Hepsi bir dilde somutlaşmış,” notunu düştükleri meselede “Dil Varlığın evidir,”[19] der Martin Heidegger.

Evet varlık kendini ancak dilde bulur; varoluşunu, orada gösterir. Kendini gösterme hâli dilin kapsama gücünün sınırlarını, önemini vurgular. Yani varlık, ancak dilde biçimini bulur...

Dilin varlığın evi olduğunu söylemek bu açıdan ev olan bir dil “inşa etmek” demektir…

Dil, bizim dünyamızdır, kendimize kurduğumuz dünyamız. Yapan ve yine içinde nefes alan bizdir insan…[20]

İşte tam da bunun için Khaled Hosseini, “Kültür bir evse, dil de ön kapının ve içerideki bütün odaların anahtarıdır. Onsuz darmadağın olursun; doğru düzgün bir yuvadan, meşru bir kimlikten yoksun kalırsın,”[21] derken ekler Mehmed Uzun: “Dil, söz, anlatı ve kültür mirası evrenseldir.”[22]

“Dil kayıp, boğaz kurumuş, yürek çöl gibi, ne ses, ne de seda. Karanlık, sadece dipsiz bir karanlık; ne yurt, ne devir, ne de devran. Ne bir insan, ne bir şey, ne bir söz, ne de bir ses, sadece karanlık. Sesin karanlığı; sessizlik.”[23]

“Dil, edebiyat, kültür, müzik, kimlik, kültür mirası… Kürtleri anlayabilmek için çok önemli olan bu alanlar, nedense, hep gizleniyor, öne çıkması engelleniyor ya da çok arka planlarda kalıyordu. Bir halkı ve eğer varsa sorunlarını anlayabilmek için başvurulması gereken en önemli veriler, sözünü ettiklerim. Dil ve edebiyat, bireyin ve topluluğun ruh hâlini en iyi yansıtan aynadır.”[24]

“Bir dilin serbestliği o dilin eğitim dili olarak kabul edilmesinde yatar.”[25]

Ve nihayet ulusal bir hak olarak kültür birliği ancak dil birliği ile sağlanabilir.

O hâlde anadili meselesi açısından “son” uyarıyı da Søren Kierkegaard’dan aktaralım: “Ya sözler bireyi yaratır ya da bireyin varlık nedeni sessizliktir.”[26]

20 Şubat 2024 16:44:35, İstanbul.

N O T L A R

[1] Kırgız Atasözü.

[2] Bkz: Temel Demirer, “Anadili Nefes Almaktır”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2020/05/anadili-nefes-almaktir.html… Temel Demirer, “Özgürleşme Dilde Başlar”, Kaldıraç Dergi, No:188, Mart 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/03/ozgurlesme-dilde-baslar1.html… Temel Demirer, “Abes Bir Tartışma: Dil Meselesi ya da Kürtçe”, Esmer, No: 66, 1 Kasım 2010… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/abes-bir-tartisma-dil-meselesi-ya-da.html

[3] “İslâm Azınlık Dilleri”: Abazaca, Acemce, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Kırmanca, Kırdaşça, Lazca, Pomakça, Zazaca

“Diğer Azınlık Dilleri”: Ermenice, Yahudice, Rumca

Ayrıca Türkiye’deki nüfus sayımlarında hiçbir zaman dikkate alınmayan anadilleri de şöyle: Pontusça, Hemşince, Ubıkhça, Vaynakhça (Çeçen-İnguşça), Asetince (Osetçe), Avarca, Lezgice, Kumukça, Gazi Kumukça (Lakça), Dargice, Karaçay(lı)-Balkarya(lı)ca, Uygurca, Tatarca, Kırgızca, Kazakça, Özbekçe, Nogayca. Ayrıca aynı kaderi paylaşan Süryanî’ce de unutulmamalı.

[4] “Anadolu şehirlerindeki güzelim Ermenice ve çeşit çeşit lehçeleri (parpar) artık susmuşlar. Çünkü barınacak dalları yok, kırılmış. Dillerin kaybolması canlı türlerinin kaybolması kadar acı! Şimdi konuştuğumuz Türkçe ve Ermenice ise ne anamızın babamızın konuştuğuna benziyor ne de çocuğumuzun konuştuğuna. Aşılanmış meyve ağaçları gibi ne elmaya benziyor ne armuda. İyi tarafından bakarsak, bu da üçüncü bir meyve tadında, ama işin fenası ilk meyvenin yok olması, tadının unutulup gitmesi… Bizim kısmetimize Türkçenin güzel sularında yüzmek, Ermeniceninse zorlu sularında kulaç atmak düştü. Buna da eyvallah.” (Lüsan Bıçakçı, “Ana Dil, Ana Dili”, 21 Şubat 2024… https://www.agos.com.tr/tr/yazi/29847/ana-dil-ana-dili)

[5] Şükrü Aslan, “Anadil Sorusu ve Sorunu”, Birgün, 24 Şubat 2021, s.6.

[6] Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, çev: Osman Akınhay, Ayrıntı Yay., 2017.

[7] Adnan Binyazar, “Kültürel Kurumlaşma”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2019, s.25.

[8] Öner Yağcı, “Dil, Geleceğimizdir”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2022, s.13.

[9] Dikkat: Anadil, zaman içerisinde ses, biçim ve anlam bakımından birbirinden az çok farklılaşmış olan dillerin ortak kaynağı kabul edilen dildir; anadili ise, çocuğun ailesinden veya içinde yaşadığı topluluktan edindiği dil…

[10] Hicri İzgören, “Dil Kimliktir”, Yeni Yaşam, 28 Eylül 2023, s.11.

[11] Ali İhsan Aksamaz, “Türkiye’nin Anadili Zenginliği”, 20 Şubat 2024… https://aliihsanaksamaz.blogspot.com/2024/02/turkiyenin-anadili-zenginligi.html

[12] “Meclis’te Kürtçeye Sansür: Çiftyürek’in Konuşması Kesildi”, 21 Şubat 2024 https://www.youtube.com/watch?v=AwZx0tG4E6I&t=2s

[13] “Sanatçı Metin Kahraman: Konser Yasağına Karşı Davacı Olacağız”, 22 Şubat 2024… https://www.evrensel.net/haber/511393/sanatci-metin-kahraman-konser-yasagina-karsi-davaci-olacagiz

[14] Şükrü Aslan, “Dil Bayramları ve Dil Manzaraları”, Birgün, 2 Mart 2022, s.13.

[15] Derya Doğan, “Dünya Anadili Günü: Özgürlüğümüz Birbirimize Bağlı”, Yeni Yaşam, 21 Şubat 2022, s.8.

[16] Ehmed Pelda, “Bir Dilin ve Kültürün Çöküşünün Reddi”, Yeni Yaşam, 8 Şubat 2021, s.5.

[17] Cahit Kırkazak, “Ana Dilde Eğitimden Seçmeli Derse”, Yeni Yaşam, 10 Ocak 2024, s.10.

[18] Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, çev: Osman Akınhay, Ayrıntı Yay., 2017, s.85.

[19] Michel Foucault, Söylemin Düzeni, çev: Turhan Ilgaz, Hil Yay., 1987.

[20] Osman Çakmakçı, “Labirentindeki Meta-Dil”, Karar, 24 Şubat 2022, s.2.

[21] Khaled Hosseini, Ve Dağlar Yankılandı, çev: Püren Özgören, Everest Yay. 2013, s.425.

[22] Mehmed Uzun, Ölüm Meleğiyle Randevu, İthaki Yay., 2010, s.37.

[23] Mehmed Uzun, Dicle Sürgünleri, Gendaş Yay., 2003, s.436.

[24] Mehmed Uzun, Kürt Edebiyatı Antolojisi, Gendaş Yay., 2003.

[25] Mehmed Uzun, Bir Dil Yaratmak, Sel Yay., 2021, s.125.

[26] Søren Kierkegaard, İroni Kavramı, çev: Sıla Okur, İş Bankası Kültür Yay., 2003, s.31.