10 Mayıs 1933 Alman tarihinde geçen karanlık ve utandırıcı sürecin başlangıç tarihidir. Hitler seçimlerde salt çoğunluğu elde edemedi. Ama buna rağmen iktidarı gasp etti. Çünkü sosyal demokrat ve komunist partiler arasında işbirliği kurulamadı. Emekten yana görünen bu iki parti siyaset sosyolojisinden kaynaklı polemiklerden dolayı Hitler‘e karşı bir araya gelmedi. Alman tekelci sermaye gruplarından Krupp, Simens, Theysen gibi endüstri tekelleri Hitler’i başbakanlık koltuğuna oturttu. Hırsı sınır tanımayan Hitler’in ilk işlerinden biri özgürlükçü sosyal demokrat/sosyalist/komünist düşünürlere, yahudilere, aydınlara, bilim insanlarına karşı saldırıya girişmek oldu. Yüz binlerce emekçinin yanısıra sanatçılar bilim insanları ve komünistler turuklandı. Bir çok bilim insanı ve aydın sürgün yollarına düştü. savaş bitene kadar yaşamını zorunlu sürgünde geçirdi. Hindenburg ve von Papen’in kurnaz politikaları sonucu Reichtag yangınını tezgahladılar. Dolayısıyla hazırlanan tezgah tutmuştu. Planlı yayılan yalanla yangın komünistlerin üzerine yıkıldı.
10 Mayıs akşamı başlayan ‘Kitap Yakma’ eylemi tüm Almanya’ya yayıldı. Mayıs ayı sonuna kadar milyonlara varan kitap yok edildi. Berlin Opera alanından Münih Kral alanına dek. Kitapların yakıldığı kentlerde üniversitiler vardı. Kitapların yakılışı üniversiteli gençlere seyretiliyordu. Kitaplar yanarken sadece Naziler nutuklar atmıyordu, profesörler da heyacanla kin ve nefretlerini gösteriyorlardı. “Giderek artan Marxist girişimler, yıkım getiren Yahudiler Almanyayı tehdit etmekte” diye binlerce insana sesleniyordu.
Bertol Brecht, Sigmund Freud, Karl Marx, Engels, Heinrich Heine, Tomass Mann ve Stefan Zweig’ın vb eserleri alevlerde yok olurken askeri olkestralar marşlar çalıyor, insanlar hayvanlar gibi uluyordu. Naziler, “Alman düşünür dünyasının (felsefenin) çöpü” dedikleri bu yazarların sadece Berlin’de 20 bin kitabını ateşe verdi. Faşizmin düşünceye baskısı kitapların yakılması ile doruk noktasına ulaşmıştı. Nazi gençlik örgütlerinin ‘Kitap Yakma’ uygulamasının halka anlatılan gerekcesi, Alman kültürünü yabancı kirlenmelerinden arındırmaktı. Kahverengi gömlekler tüm Almanya’da kütüphaneleri, yayınevlerini bastılar, kitapları kamyonlara doldurup alanlara götürüp ateşlere verdiler. Yakılan kitaplar Alman dilini, edebiyatını geliştiren, onurlandıran düşünür ve sanatçıların eserleriydi. “Bugün kitapların yakıldığı yerde, ileride insanlar da yakılır,” diyen evrensel ve insancıl şairi Heine ne yazık ki haklı çıktı. sınır ötesine kaçamayanlar faşist kampların dikenli telleri arkasında yaşama gücünü yitirdiler. Gaz odaları, ölüm merdivenleri ve fırınlar sonları oldu. 1933’den 1945’e kadar yakılan faşist ateş sönmedi. Bombalanan onlarca kentte yandı durdu.
Kültüre ve sanata düşman olan devletin kalemleri…
Kitap yakma, Hitler ve onun peşinden gidenlerin Alman düşün dünyasında planladığı kıyımın sadece bir parçasıydı. Üniversiteler, müzeler, kütüphaneler, tiyatrolar ve orkestralarda yapılan temizlik 1933’de memur yönetmenliğinde değişikliğe gidilmişti. Komünistler, sosyalistler, yahudiler devlet hizmetinden çıkarıldı. Alman düşün dünyasına ‘zarar veren kişilerin listeleri hazırlanmıştı. Alman aydını görünenlerin bir bölümünün olup bitene sesi soluğu çıkmadı. insanlık tarihinde kara bir leke olarak yerlerini aldılar. Kütür cinayetine onay verdiler. Basın da bu vahşete karşı çıkmadı. bir çok köşe yazarı bu vahşet girişimlerini onayladı. “Kentlerimizde göğe yükselen alevler, Almanya’nın yeniden uyanışının bir simgesidir,” diye yazan köşe yazarları oldu. Hitler yönetimi bir ‘yasaklar listesi’yayımladı. Bu listede 524 yazarın ‘zararlı’ dedikleri toplam 3600 kitabın Almanya’da yayımlanması ve okunmasını yasakladı.
Nerde olursa olsun, kötü her yerde kötüdür. Dolayısıyla kitaplar ve bilim insanları kötülerin korkulu düşüdür, primatlar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap bütün işkencelerden, zindanlardan, zalimlerden ve her türlü silahtan daha güçlüdür. İnsanlık tarihinde kitaptan nefret eden, kitabı yasaklayan, yakan çarpık siyasi despotlar hep görülmüştür. Her türlü baskıya rağmen kitap kalıcılığını ve etkinliğini korumuştur. İnsana ulaşmayı sürdürmüştür. Düşünce özgürlüğüne baskı, uygulandığı ülkenin sınırlarını kolayca aşar, başka toplumlara da sıçrar. Hitler faşizmi estirdiği teror sonucu bir çok aydın yazar ,ressam, bilim insanı,sosyalist,komunist Almanya’ yı terketmek zorunda kaldı.
400’e yakın muhalif, yazar, sanatçı, aydın Türkiye’ye kaçtı.Üniversitelerde ders verdi.
Muhalif sürgünlerden Fritz Neumarkt, Türk gelir vergi yasasını hazırladı,
Ernst Hirsch, Batı Berlin ‘in ilk Eyalet Başbakanı, Türk Ticaret Kanunu hazırladı.
Hans Wilbrandt, tarım uzmanı, 1934-1952 Ankara, Türkiye’de koopratif sisteminin kurucusu.
Hans Winterstein, fizyolog 1933’den itibaren İstanbul, İstanbul Üniversitesi Fizyoloji Bölümü kurucusu.
Fritz Arndt, kimyager, 1935’den itibaren İstanbul’da sığınmacıydı. Türkçe ve Almanca birçok yayınları bulunmaktadır. 1955’de Hamburg’a geri döndü.
Eduard Zuckmayer, müzisyen ve müzik eğitmeni, 1936-1972 Ankara, Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü Başkanı.
Paul Hindermith, Türkiye ‘deki modern konservaturları kurdu.
TBMM mimarı olan Bruno Taut Nazi zülmünden kaçıp Türkiye ‘ye sığınan sürgünlerdi.
Almanya’dan aydın, filozof, öğretim görevlisi ve yazar zorunlu olarak kaçmak zorunda kaldı. Zorunlu gelen 400 kişi Türkiye’de Heimatlos( yurtsuz) olarak yaşadılar. Bunların arasında 315 kişi ögretim üyesi görevinde bulundu. Hitler faşizmden zorunlu kaçan Alman sürgünler 1953 yılında Almanya’ ya geri döndü.
Almanya ‘ya geri dönen sürgün edebiyatçıları savaşla ilgili eserler ürettiler. Alman aydınları o sürece yıkım edebiyatı dediler.
Hitler; faşist zihniyetini şöyle ifade ediyor. „Ulusal politikamızda, bilim adamları için bile olsa, bir yeniden düzenleme ya da değişiklik yapılamaz. Eğer Yahudi bilim adamlarının işten atılması çağdaş Alman biliminin yok olması anlamına gelecekse, o halde biz de birkaç yıl bilimsiz yapacağız demektir!”
Nazi dönemi, kadının tek görevi aileye bakmak, doğurmak, ev işleriyle uğraşmak, erkeğin isteğini yerine getirmek.
Hitler; Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü inanmadı. Her fırsatta aydınları ve basını hedef yaptı.
Hitler, Almanya’da 3 çocuk doğurma kampanyası başlattı. Okullarda kızlı erkekli ‚karma‘ eğitim sistemini eleştirdi.
Naziler, kamu imkanlarıyla kendi yandaşlarını zenginleştirdi.
Hitler rejimi yandaş medya basın bürosu üzerinden gazetelere kullanılacak terimlerin listesini gönderdi. Alman basınında hangi terimlerin kullanıp kullanılmayacağının emirlerini verdi. Dolayısıyla Hitler’in faşist rejimi, totaliter, tekçi görüşünü basın üzerinde kendi zorba dayatmalarını uyguladı.
Alman basınına gönderilen emirler..
„1 Eylül 1934’de Başbakan Göring’in Alman halkının hepsi pilot olmalıdır, sözü dış siyaset nedeniyle basından çıkarılmalıdır.
27 Haziran 1937’de yeni hükümete göre propaganda yasal olarak korunan bir sözcüktür kötü anlamda kullanılamaz. Bize hizmet ettiği zaman „propaganda” karşımızdakilere hizmet ettiği zaman „kışkırtma” denecektir.
13 Aralık 1937’de, Bugünden başlayarak Milletler Cemiyeti teriminin Alman basınında kullanılmayacağı ivedi bir buyrukla belirtilmiştir. Bu sözcük artık yok.
11 Eylül 1939’da, Kahraman sözcüğü sadece Alman askerleri için kullanılabilir. 16 Kasım 1939, Barış sözcüğü Alman basınından çıkarılacaktır. 16 Ekim 1941, Bundan böyle Sovyet veya Sovyet Rusya askerlerinin sözü edilemez. Onlar için söylenebilecek, Sovyet ordusu ve Bolşevikler , canavarlar ve hayvanlardır.
3 Haziran 1942, yurtsever olumlu anlamında bile olsa bundan sonra kullanılmaz. 16 Mart 1944. Propaganda ve kamuoyu Aydınlatma Bakanlığı’nın buyrukları gereğince „Felaket” sözcüğü Alman dilinden tümüyle çıkartılmıştır.
Her şeyiyle topyekün bir saldırıya geçen Hitler bu örneklerde görüldüğü gibi meşruyetini sağlamak için basın üzerinde de tahakküm ederek kendi meşruyetini sağlamak ve kitleleri bir düşünce etrafında toplayabilmek için dilin hangi noktalara kadar zorlanabileceğini gösterdi. Her ne kadar „Felaket” sözcüğünün Alman dilinden çıkarıltıldıysa yine de Faşist Nazi rejiminin felaketini engelleyemedi. Hem Alman halkına hemde dünya’ya savaşın korkunç izlerini bıraktı. Meşruyetin zorla kazanılmış görüntüsü hiç bir zaman gerçek meşruyetin yerini alamaz.
Bireye baskı yapan ve farklılıkları düşüncelerinden dolayı cezaevine atan çıkar çevreleri her zaman var olageldi ve her ülkede bu kötüler var. Kötünün ne ırkı, ne dini ne de vatanı vardır. Kötü her yerde aynı düşüncenin kötülüğünden üretilir. Hitler dönemini eleştirirken, Türkiye’deki gelişmelerle de yüzleşelim. İnsan olmanın varlığı, emeğin ve sevginin eşitliğin ve adaletin paylaşılmasından geçeceğini unutmamaktır.