Türkiye’deki bazı liberal kalemler hâlâ AKP hükümetinin demokratikleşme yolunda olduğunu iddia etmeye devam ediyorlar. En güçlü kanıt olarak da, »Balyoz Davası« sonuçlarını gösteriyorlar.
Demokratik hukuk devletinin, ancak katillere, işkencecilere ve darbecilere dahi demokratik hukuk devleti esaslarını uygulayarak var olabileceğini, şaibeli her davanın hukuka olan güvensizliği artıracağını ve hukukun üstünlüğünün tesis edilmediği yerlerde demokrasiden bahsedilemeyeceğini defalarca yazmıştık. Bu yazılanlar, bugünlerde sürdürülen »Balyoz Davası« tartışmalarına bir gönderme olsun.
Bugün ise başka bir davaya değinmek istiyorum. Şimdiye kadar söylenmiş olanları, yazılanları tekrar etmek için değil, adı geçecek olanların yalnız olmadıklarını, davalarının Avrupa’dan takip edildiğini ve tutuklulara sahip çıkıldığını bir kez daha anımsatmak, bunun altını çizmek için...
Bilindiği gibi 4 Ekim 2012 tarihinde KESK kadın sekreteri Canan Çalağan, SES merkez kadın sekreteri Bediye Yorgun, Tüm Bel.Sen merkez kadın sekreteri Güler Elveren, SES Ankara şube kadın sekreteri Güldane Erdoğan, Eğitim Sen 1 Nolu şube üyeleri Hatice Beydilli ve Evrim Özdemir Oğraş ile SES Ankara şube üyeleri Hülya Medilligil ve Belkıs Yurtsever davalarının ilk duruşmasına çıkacaklar. Tutuklandıkları 13 Şubat 2012’den bu yana Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuluyorlar.
Bu davanın da, diğer davalar gibi hukuksal açıdan ele avuca alınacak tek bir yanı yok. Aslında davayı hukuk açısından bir değerlendirmeye dahi almamak gerekir, çünkü bu mahkemeye sunulan iddianameye hak ettiğinden fazla değer vermek anlamına gelecektir. Kadın sendikacıların sendikacı olarak kendi işlerini yapmış olmalarını, aynı gazetecilerin gazetecilik yapması gibi bir suç unsuruna dönüştüren iddia makamının, »Düşman Ceza Hukuku«nun yaratıcısı Prof. Günther Jacobs’u geride bırakan hukuk cambazlığının neresini eleştirelim?
Aslına bakılırsa bu davaların tümü, bilhassa »KCK Davaları«, Türkiye karar vericilerinin muhalefet güçlerine karşı kullandıkları bir »şartlı rehin«dir. Tutuklular, tutuklu değil, rehinelerdir. AKP’nin »ileri demokrasisi«, demokrasi postunda neoliberal otoritarizmdir. Bugün AKP rejimini »demokratikleşme« olarak savunanlar, aynı AKP’nin işine geldiğinde mızrağın ucunu kendilerine demokratik, demokratik çevireceğinde şaşırmamalıdırlar.
Bir katilin bile demokratik hukuk devleti esaslarına uyulmadan yargılanmasına ses çıkartmayanlar, hukuksuzluğun şiddetinin kendilerine de yönelmesinin yolunu açtıklarını, hukuksuzluğun sorumluluğuna ortak olduklarını bilmelidirler.
Bilmeleri gereken başka bir gerçek ise, »kuzuların sessizliğinin« çıkardığı müthiş gürültünün Avrupa’dan da duyulduğudur. Avrupa’da bir çok kesim Türkiye’deki gelişmeleri, antidemokratik uygulamaları, kirli savaş yöntemlerini, körüklenen ırkçılığı ve linç kültürünü, hukukun ayaklar altına alınmasını ve buna ses çıkarmayanların zavallılığını kaygıyla izlemekte. Henüz üç hafta önce Çağlayan’daki muhteşem (!) adliye sarayındaki trajikomik hukuk tiyatrosunu izleyen Almanyalı heyet üyeleri, Türkiye’deki davaları izlemeye devam ediyor ve tarih sayfalarına not ediyorlar.
4 Ekim’de Ankara’da olamasak bile, mahkemeye çıkartılacak olan sendikacı kadın arkadaşlarımızın yanındayız. Emekçi, kadın ve Kürt olarak, egemen zihniyetin tüylerini diken diken eden bu arkadaşlarımızı sizler de yalnız bırakmayınız. KESK’in çağrısında »son söz olarak« şunlar deniyor:
»Hayat bize gösteriyor ki, hiçbir mahkeme mutlak değildir; hakimler, yasalar hatta hukuk sistemleri değişir; gün gelir kahramanlar seçluya, suçlular kahramana dönüşür. Ancak tarihin mahkemesinde suçlar sabit, haklılar bellidir. Tarihin mahkemesinde aklanmak için, 4 Ekim’de Ankara Adliyesinde buluşarak, sizi anın mahkemesinde suç ortağı olmaya davet ediyoruz!«
KESKli dostlarımıza: davetiniz, kabulümüzdür!
29 Eylül 2012