“Dar bir kafa hiçbir
şeyi kavrayamaz.”[1]
Resim ve ressam(lar) konusunda epeyce yazmış[2] olsam da, bir şeylerin hâlâ eksik olduğu, “tamamlanması” gerektiği kanısındayım. Çünkü hayata, hakikâte dokunan resmin (ve ressamın) bir dünya olduğunu ve ressamın karşımıza çıkardığı her tablonun derin bir anlam, estetik anlatım süreci içerirken; Claude Monet’nin, “Kişinin bir yol bulması, gözlem ve derinlemesine düşünmenin gücüne bağlıdır. Bu yüzden durmadan kazmalı ve kazmalıyız,” gayretiyle müsemma olduğunu bilirim.
Elbette Charles Bukowski, “Derin hakikâtlerin, yazmanın, resim yapmanın sırrı sadeliktir,” ile Edouard Manet’nin, “Zanaatınızı bilmek yeterli değil - hisleriniz olmalı. Bilim çok iyi, ama bizim için hayal gücü çok daha değerli,” vurgularındaki üzere.
Kolay mı? “Çizmek çıkarmaktır,”[3] derdi Max Liebermann. Bu saptamayı genişletirsek; önemli olanı tutmak, önemsizi çıkarmaktır sanat…
Evet, “Sanat gerçekliğin yansıtılmasıdır, ama bu bir kopyacılık değildir, zira yazar görüneni olduğu gibi yansıtmamalı öze ait olanla olmayanı ayırt etmelidir.”[4]
Bunu yaparken de; “Mutlak olarak ideoloji içermeyen bir sanat şüphesiz ki mümkün değildir. Sanatı verili gerçekliğin basit ve saf bir antitezi olarak anlamak gerekir. Sartre’ın altını çizdiği gibi, burjuvazi ‘sanat için sanat’ ilkesini sanatı hareketsiz işlevsiz kılmak için kullanmıştır.”[5]
Söz konusu çerçevede, “Gördüğümüz her şey bir başkasını gizler ve biz her zaman görünenin gizlediğini merak ederiz,” saptamasındaki üzere René Magritte’in, resim bize, gördüğümüz şeylerin aslında gerçek olmadığını, gerçeğin bir yansıması olduğunu düşündürür. Düşünme, algılama eylemini tetikler. Tıpkı, Norveçli ressam Edvard Munch’un ‘Çığlık’ ya da Pablo Picasso’nun ‘Guernica’sının yaptığı gibi.
Bu yanıyla resim umudu, isyanı, hayali, hakikâti çizerek ölümsüzleştirmek; toplumsal bellekte iz bırakmaktır. Aktardığı bilgilerle yaşadığı toplumun, çağın gerçeklerini, anılarını biçimsel ve düşünsel olarak dönüştürerek kültürel hafızaya kaydederek, yaşatmaktır.
Örneğin, Alman uçaklarının İspanyol iç savaşında General Franco’yu desteklemek için Guernica kasabasını bombalamasını resmeden (tablosu) Guernica’da, acı çeken insanlar ve hayvanlar, yıkılmış binalarla betimlenen kaosta Picasso, savaşın getirdiği felaketi, acıyı her bir çizgisiyle hissettirir.
Resmin gücü, gerçek tutkusunu yaşatarak özgürlük için risk almanın güzelliğine, acıyı paylaşmaya, insan olmak (ve kalmak) gerçeğine işaret ederken; resim sanatının ortaya çıkışındaki en temel dürtü insan(lık) ve doğadır; özgürlüktür, hayaldir, empatidir.
* * * * *
Örneğin kardeşi Theo’ya mektuplarında yaşamının nasıl da zor olduğundan söz eden[6] Vincent Van Gogh, yerin altında çalışan işçileri düşündükçe “Karanlıkta parlayan ışık” üzerine de düşünür. Yani dokunduğu hayat, resmine “ışık” olarak yansır.
Tıpkı “Yapmanın aciliyetinden her zaman etkilendim. Bilmek yeterli değil; uygulamalıyız. İstekli olmak da yeterli değil; yapmamız gerekli.”
“Ne yapacağını iyi biliyorsan, gidip de onu yapmanın ne anlamı var? Başka bir şey yap daha iyi.”
“İşlemeyen demirin paslandığı, kullanılmayan suyun bozulduğu ya da donduğu gibi, kendi hâline bırakılan vicdanımız da çürüyecektir!”
“Sadelik, en yüksek gelişmişlik düzeyidir,” ifadelerinde ve pratiğindeki üzere Leonardo da Vinci’nin.
* * * * *
Resim (ile ressam) bir duruştur; Michelangelo Merisi da Caravaggio, Pablo Picasso gibi mesela.
XVI. yüzyıl resmine yeni bir yön vererek sanat tarihine damgasını vuran Michelangelo Merisi da Caravaggio’nun ölümü de yaşamı gibi büyük bir sır perdesinin arkasındadır: Girdiği düello, İtalya içinde kaçışı, nihayet ortadan kayboluşu-resmi açıklamalardaki çelişkiler bir şeylerin örtbas edildiğini göstermektedir.
Devrimci yönü vurgulanır Caravaggio’nun. O dönemde Kilise karanlığına karşı mücadele etmek cesaret işi kuşkusuz. Bazıları kaçak dövüştüğünü söyleyebilir ama ben çok akıllıca ilerlediğini duyumsadım. O dönemin karanlığında işi çok zordu; Vatikan’ın resimlerin nasıl yapılacağını buyurduğu, engizisyon işkencelerinin, kafa kesmeli infazların döneminde Caravaggio’nun işi zordu.
Resimleri görülsün isterken, işbirlikçi ressamlar gibi olmak istemiyor. Kilise, onun resimleriyle ideolojisini kitleler nezdinde yaygınlaştırdığını sanırken, Caravaggio Vatikan propaganda dilinin arkasından kendi dilini konuşturuyor. Mesajlarını resimlerine usulca yerleştirmiş.
“Benim ustam doğadır,”[7] demiş bir ressamdı O, bir sokak insanıydı. Rönesans’a kadar sanat tanrının, dinin diliydi ve Papa’dan özgürleşmesi Caravaggio’yu bekledi.[8]
Caravaggio boyun eğmeyip, meydan okuyanlardandı.
* * * * *
“Komünist Parti üyeliğim bütün hayatımın ve bütün çalışmalarımın mantıksal sonucudur. Söylemekten gurur duyarım ki resim sanatını hiçbir zaman basit keyfin ve eğlencenin sanatı olarak değerlendirmedim; onlar silahlarım olduğundan, çizim ve boyama ile, böyle bir anlayışın bize günbegün özgürleşmede bir artış getirmesi durumunda, dünyaya ve insana dair daha da ileri bir anlayışa ulaşmayı diledim; kendimce en hakiki, en doğru, en iyi olanı söylemeye çalıştım ve en büyük sanatçıların da bildiği gibi, bu hep tabi ki de en güzel olandı. Evet, her zaman, tıpkı gerçek bir devrimci gibi, resimlerim aracılığıyla mücadele ettiğimin farkındayım. Fakat şimdi anladım ki, tek başına bu yeterli değildir; bu korkunç zulüm yılları bana sadece sanatım aracılığıyla değil, benliğimin tamamıyla savaşmam gerektiğini gösterdi. Ve bu yüzden en ufak kuşkuya düşmeden Komünist Parti’ye katıldım, çünkü aslında zaten hep onunlaydım. Louis Aragon, Paul Éluard, Jean Cassou, André Fougeron, tüm arkadaşlarım iyi biliyor; şimdiye dek resmi olarak üye olmadıysam bir çeşit ‘masumiyet’tendi, çünkü çalışmalarımın ve kalpten üyeliğimin yeterli olduğuna inanıyordum; ama zaten benim partimdi. Dünyayı bilmek ve inşa etmek için, bugünün ve yarının insanını aklı başında, daha özgür ve daha mutlu yapmak için en sıkı çalışmayı yürüten Komünist Parti değil midir? Tıpkı SSCB’de veya benim İspanya’mda olduğu gibi Fransa’da en cesurca davrananlar komünistler değil miydi? Nasıl tereddüte düşeyim? Kendimi adama korkusundan mı? Aksine hiç daha özgür, daha tam hissetmemiştim! Ve yeniden bir anayurt keşfetmek için acele ediyordum: Hep sürgündüm, artık değilim; İspanya’ya sonunda tekrar dönene kadar Fransa Komünist Partisi bana kollarını açtı; orada en çok değer verdiklerimi buldum: en büyük düşünürleri, en büyük şairleri, ve Parisli ayaklanmacıların tüm o güzel yüzlerini,”[9] diyen Pablo Picasso gibi…[10]
Onu komünizme örgütleyen şair Paul Éluard’ın, “Parmaklarınla alevi tutuyor ve bir yangın gibi resim yapıyorsun,” cümlesiyle tarif ettiği Picasso’dan aktarmadan geçmeyelim…
“Ben bir komünistim ve resimlerim de komünist”…
“Devrimci sanatçı, yalnızca kapitalist yaşamın olumsuz yönlerine odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda devrimci bir geleceğe dair vizyonlar da yaratır”...
“Hayal edebildiğiniz her şey gerçektir”...
“Hayal edebildiğin her şey senindir”...
“Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım”...
“Her yaratıcı eylem, her şeyden önce bir karşı gelme eylemidir”...
“Hayatın anlamı yeteneğinizi bulmak; amacı ise onu başkalarına sunmaktır”...
“Büyük bir yalnızlık olmadan, ciddi bir eser verilemez”...
“Ben aramam, ben bulurum”...
“İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak”...
“Başarmak için önce temel kuralları öğrenmeli, sonra da onları aşmayı bilmelisiniz! İşinizin temel kurallarını iyice öğrenin ki, bir gün onların ötesine geçmek istediğinizde, onları kırabilesiniz!”…
“Her şeyi söylemem ama, her şeyin resmini yaparım”...
“Her çocuk bir sanatçıdır, sorun büyüdüğümüzde, nasıl sanatçı kalabileceğimizdir”…
“Küçük bir çocukken annem bana şöyle demişti: ‘Eğer asker olursan general olacaksın, rahip olursan papalığa yükseleceksin.’ Ama ben ressam oldum ve Picasso olarak kaldım”…
Özetle Picasso, anlayabilene, özdeyiş değerindeki şu sözüyle bunu dile getiriyor: “Resim, senin benden istediğin değil, benim sana verdiğimdir!”
Picasso’nun İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın 26 Nisan 1937 yılında Guernica kentine atılan 28 bombanın etkisini, bombanın yarattığı yıkımı yansıtan ‘Guernica’ yapıtını inceleyen eli kanlı savaş kışkırtıcısı bir general ona sorar: “Bu resmi siz mi yaptınız?” Picasso, onu dilsiz kılacak yanıtı patlatır: “Hayır, siz yaptınız!”
Picasso, resimde desenle rengi kaynaştırmada da o denli yalındır, gerçekçidir.
Sergisini gezen bir kadın, resimlerinden birinde “At” yazdığını görüp onu bulamayınca “Bu resimde at yok” der. Picasso, onu sorduğuna pişman eden yanıtı verir: “Bu at değil, resimdir!”
“Cisimleri gördüğü gibi değil, düşündüğü gibi yapan”, hayal edebildiği her nesneyi gerçek kılacak denli yetkin bir sanatçıdır Picasso.
Resimlerini hangi düşünceyle yaptığını kavrama yetisinden yoksun olanlar, gördükleriyle yetinip sussalar en azından gülünç duruma düşmezler...
Picasso, resim sanatının üretken rahminde can bulmuştur. Düşündüğünü iç dünyasında oluşturmadan, “yeni şeyler yaratmak için öncelikle bir şeyleri yıkmadan” fırçayı eline almamıştır. Konusu insan da doğa parçası ya da koyun keçi, at, boğa da olsa onu kimsenin düşünemediği biçime sokar. Şu sözüyle, hiçbir ortamın o direnci yıkamayacağını açıklıyor:
“Biz sanatçılar yıkılmayız ve sanatımızı icra etmek için her şeye gücümüz yeter; bir hapishanede, hatta bir toplama kampında, hücremin tozlu zeminine ıslak dilimle resim yapmak zorunda kalsam bile...”
Nietzsche’nin “İşte insan!” dediği gibi, Picasso’nun sanat, sanatçı dediği de bu![11]
Resim ve ressam gibi…
* * * * *
Dünyaya düşmüş bir yıldızı; güneş tam da güz burcuna girdiğinde, tüm renklerin ışığını yitirip siyaha dönüştüğü bir anda; siyah bir kuyruklu yıldız olarak toprakla buluştu, ressam ve şair Komet...
Çocukluğunun geçtiği Çorum’un, ilk gençlik yılları, İstanbul’unun, gençliğini yaşadığı Paris’in bulutları, bulutların altındaki yeryüzünün teninde bıraktığı anılar, izler; kentler, sokaklar, yüzler, şeyler ne çok dolanmıştır belleğinde… Unutamadığı ne varsa resmindeydi.
Dışavurumcu tavrını figürasyonlarla temellendiren, resminin odağını figürle (insanla) belirleyen; yaşadığı, düşlediği gerçekliği farklı bir duyuş ve kavrayışla yorumlayan sıra dışı bir sanatçıydı; bir ışık huzmesiydi O.[12]
Sonra “Sevgi basitti, karmaşık olan bizlerdik,” diyen Frida Kahlo…
Oscar Wilde “De Profundis”de sanatçıları tanımlarken şöyle der; “Sanatçı dışa vurumlarında ruhu ve bedeni bir ve ayrılmaz görür.” Bu durum Frida Kahlo’nun üretimlerinde belirgin şekilde izlenebilir. Kaza sonrasında gördüğü tedavi, uzun süren ağrı ve hareketsizlik, sanatını derinden etkiledi. ‘La Columna Rota/ Kırık Sütun’ ve ‘Autorretrato con Collar de Espinas/ Dikenli Kolye ve ‘Otoportre’ gibi resimlerinde acı konusunu yoğun şekilde işledi.
Kahlo’nun gerçeği tuvaline yansıyordu. Bu gerçek bir hastane yatağında kendini çıplak ve kanlı çarşaflar üzerinde ağlarken betimlediği ‘Henry Ford Hastanesi’ tablosunda görülebilir.
Tıpkı Marc Chagall’da olduğu üzere.
Belarus’un masalsı bir şehri olan Vitebsk’de bir Rus Yahudisi olarak doğup büyüyen Ressam Marc Chagall’ın asıl adı Moishe Shagal’dı.
Hayal kırıklıkları ve ulaşılamayan tutkuların tetiklediği yaratıcılık hikâyeleriyle dolu sanat tarihinde bir örnekti Marc Chagall. Eşi Bella’ya olan tutkusu ve sevgisiyle işlediği eserlerinde aşık ve mutlu olmanın, hayatı sevmenin nasıl bir his olduğunu tasvir etmişti. Chagall bu dönemdeki yapıtlarında, birbirine sarılmış sevgililer ve kucak dolusu çiçeklerle, mutluluğunu ve yaşama sevincini dile getirmişti.
Chagall, 35 yıl boyunca tek ilham kaynağı olan Bella ile tanışmaları hakkında; “Sessizliği benim, gözleri benim. Sanki çocukluğum, bugünüm, geleceğim hakkında her şeyi biliyormuş gibi, sanki benim içimi görüyormuş gibi.” sözlerini kullanmıştı.[13]
Renklerin ressamı Fikret Mualla’nın da zorlu bir yaşamı var. Onun yaşamındaki çalkantıların, savruluşların izlerini resimlerinde görmemek mümkün mü?
Onun zor bir yaşamı oldu ama buna rağmen resimlerinde coşku ve renkler de vardı. Resimleri coşkuyu yansıtıyordu. Özgün çizgiler, özgür bir hayattı onunki.
* * * * *
Ve nihayet 1 Mayıs kutlamalarının simge afişi,[14] dünyayı avucuna sığdırmış havaya kaldıran nasırlı eller ve zincire vurulmuş işçi afişlerinin çizeri ressam, heykeltraş Orhan Taylan.
Ataol Behramoğlu’nun, “Sanatçı, düşünür, bir Mayıs’ın simgesi emekçi ellerin taşıdığı dünyanın yaratıcısı, devrimci”[15] diye betimlediği O, sosyalistlerin ve toplumun önemli görsel hafızalarından biriydi.
Toplumların geniş kitleler hâlinde sosyalizme koştuğu, aydınların, sanatçıların sınıf mücadelesinde işçiden, emekten yana saf tuttuğu 1970’li yıllarda, yapıtlarıyla ve çabalarıyla bu mücadeleye omuz veren Orhan Taylan, önemli bir köşe taşıdır.
Afiş, resim ve heykel sanatlarında o dönem kullanılan renklerden biçimlere, imgelerden figürlere, bugüne kadar gelen tüm görsel simgelerin biçimlenmesinde etkisi vardı.
En önemlisi Orhan Taylan’ın yapıtlarındaki umut ışığı, onun yaşam yolculuğu mücadelesinin de bir yansımasıydı. Mirası, rengarenk tuvallerde, cesur afişlerde ve umut dolu hikâyelerde. Her zaman canlı, dokunaklı ve ilham veren eserlerinde. Bizlere bıraktığı en yüce şey ise umuttur. En çok ve her zaman ihtiyacımız olan.
Özetin özeti resim (ve ressam), bu değil mi?
14 Mart 2024 14:33:57, İstanbul.
N O T L A R
[*] Görüş, Nisan 2024…
[1] Søren Kierkegaard, Kaygı Kavramı, çev: Türker Armaner, Türkiye İş Bankası Yay., 2006.
[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Ressam(lar)ın Yaratıcılığı”, Görüş, Şubat 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/03/ressamlarin-yaraticiligi.html
ii) Temel Demirer, “… ‘Boşluk’u Sonsuza Bağlar Ressam (ile Resim)”, Kaldıraç, No:230, Eylül 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/08/bosluku-sonsuza-baglar-ressam-ile-resim1.html
iii) Temel Demirer, “Sanat(çı) Olarak Resmin (ve Ressamın) Soru(n)ları”, Güney, No:12, Ocak-Şubat-Mart 2012… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/sanatci-olarak-resimin-ve-ressamin.html
iv) Temel Demirer, “… ‘İnsan(lık) Hâli’ ya da Ressamın ‘Çığlık’ı, Resmin Yankısı”, Newroz, Yıl:6, No: 220, 17 Eylül 2012… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/09/insanlik-hali-ya-da-ressamin-cigliki.html
v) Temel Demirer, “Resim ‘Süs’ ya da ‘Aksesuar’ Değildir, Olamaz!”, Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, No:2, Nisan-Mayıs 2015… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/11/resim-sus-ya-da-aksesuar-degildir-olamaz.html
vi) Temel Demirer, “Resimler, Ressamlar Ve…”, Güney, No: 68, Nisan - Mayıs - Haziran 2014… https://temeldemirer.blogspot.com/2014/09/resimler-ressamlar-ve.html
vii) Temel Demirer, “Özgür ve Yaratıcı: Botero”, Güney , No:53, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/ozgur-ve-yaratici-botero.html
viii) Temel Demirer, “Ustanın Kadim Dostu, Yadigârı Balaban”, İnsancıl Dergisi, No:350, Eylül 2019... https://temeldemirer.blogspot.com/2020/01/ustanin-kadim-dostu-yadigari-balaban.html
ix) Temel Demirer, “Resim HâllLer)ine Picasso Ders(ler)i”, Kaldıraç, No:247, Şubat 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/06/resim-h-llerine-picasso-dersleri.html
x) Temel Demirer, “Sırılsıklam Bir Âşık: Bedri Rahmi”, Kaldıraç, No:204, Temmuz 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/10/sirilsiklam-bir-asik-bedri-rahmi.html
[3] Lukacs Gyorgy, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, çev: Cevat Çapan, Payel Yay., 1969, s.61.
[4] Moran Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., s.41.
[5] Theodor W. Adorno, Besim F. Dellaloğlu, Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum, Say Yay., 2014, s.73.
[6] Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, çev: Azra Erhat, Yankı Yay., 1969.
[7] Gündüz Vassaf, Ressamın İsyanı, Everest Yay, 2023.
[8] Gamze Akdemir, “Gündüz Vassaf’tan ‘Ressamın İsyanı’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1749, 25 Ağustos 2023, s.10.
[9] Pablo Picasso, “Neden Komünist Partiye Katıldım”… https://laborans.org/Article/Details/44
[10] Serol Teber, Picasso, Kavram Yay., 1999; Brassaï, Picasso ile Konuşmalar (1939-1962), çev: Yakup Şahan, De Yay., 1985.
[11] Adnan Binyazar, “Guernica!”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2022, s.13.
[12] İbrahim Karaoğlu, “Güle Güle Komet”, Birgün, 29 Eylül 2022, s.15.
[13] Serra Rodoplu, “Fizik Kurallarını Yok Eden Aşk”, Cumhuriyet Pazar, 13 Şubat 2022, s.9.
[14] “1976 yılı Nisan’ının son günlerinde DİSK yöneticileri beni aradı. ‘Çok acele bir afiş lazım’ dediler. Oturdum çizdim bir saatte. Sabaha karşı da gelip aldılar afişi. Çizmesi bir şey değil, içime de sinmedi ayrıca. Daha iyi olabilirdi o afiş. Dünyayı pergelle çizdim, elleri kara kalemle çizdim. O yüzden çizim tekniği açısından hafif uyumsuzluk oldu. Dünyayı da kara kalemle çizmeliydim.” Orhan Taylan böyle anlatıyor afişin hikâyesini. (Güvenç Üstündağ, “Orhan Taylan: Emeğin Ressamı”, Birgün, 6 Kasım 2023, s.19.)
[15] “Orhan Taylan Uğurlandı”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2023, s.11.