ÜLKEMİZİN SOSYO-EKONOMİK, SİYASİ YAPISI-II

Analizimize devam edersek:

Dördüncüsü; AKP-MHP bloğunda ki kesimler, çoğunlukla yoksul ve çalışanlardan oluşuyor. Bunlar şimdilik protestolarını; ürünlerini sokaklara dökerek, intihar ederek veya benzer girişimlerde bulunarak kişisel biçimde sergiliyorlar. Ekonomik kriz veya büyük bir doğal felaket anında, kitlesel hareketlerin içine girecek olanlar bunlardır. Bu açıdan sağ kesimden kopanlar dinamizmin potansiyel gücünü temsil etmektedir. CHP’nin, yönetimi değil, tabanı her ne kadar ilerici ve demokrat değerlere sahip ise de, bunlar, kitlesel protestolara katılacak bir potansiyeli barındırmıyor. Herşeyden önce, devleti hala Atatürk’ün cumhuriyet ilkeleri ışığında değerlendiren milyonlar, başkaldırıları, devlete değil sağcı hükümetlere yapılması veya devletin kırmızıçizgisine dokunulmaması koşuluyla benimsiyor. Arkadaşımız Deniz’in ölüme giderken ettiği ‘Kürt’ sözünün hala sansür ediliyor olması bundandır. Devlete değil, o günkü sağcı iktidara karşı savaşan kahramanlar yaratıp onları alkışlamanın, yüceltmenin ötesine gitmeyen bir siyasi konformizm, CHP’nin ve Atatürkçülerin temel ideolojisidir. Bu milyonların cumhuriyet isteği, mevcut iktidar karşısında elbette ki ilericidir. Fakat bu amaçlarına demokratik bir içerik veremedikleri için, gelecek toplumsal yapıda gerici sosyal bir potansiyeli temsil etmektedirler. Her sorunun çözümünü ordudan veya CHP Yönetiminden bekleyen bu kitlenin, oy verme, alkışlama, sanal-yasal protesto, şov ve de kişisel mevki vb. talepte bulunma vs. dışında kılını kıpırdatmadığı görülüyor.

Beşincisi; İşçi sınıfı ve emekçileri temsil iddiasındaki tek muhalif güç olması gereken sosyalist(devrimcilerin)aydın ve grupların ülkemizdeki durumu içler acısı. Haklarını yememek açısından belirmeliyim ki, her biri kendi kulvarında çapı ve etkisi sınırlı da olsa hareket halindeler. Fakat bunların, bir alternatif güç olması ve kitlelerin bunlara yönelmesi hemen hemen imkânsız gözüküyor. Henüz kendi aralarında bırakın partisel, cephesel bir örgütlenmeyi ve oturup sorunları konuşmayı bile başaramayanların kitlelere kriz anında öncülük yapabilmeleri oldukça güç. Emekçi sınıfın giderek yok olduğunu, robotların, yapay zekâların onların yerini alacağını iddia edenlerin veya zıt feodal kültürün etkisinde kalarak, inceleme, tartışma, okuma gibi Marx’ist kültürün abc’si olan disiplinin dışına çıkmış bulunuyorlar. Örneğin CHP Yönetimiyle değil, CHP tabanıyla ortak hareket edecek taktiklerden yoksunlar. Çünkü çoğu doğru olan eleştirilerini tavan ve tabanı ayırmadan, CHP Yönetiminin günahlarına kitleleri de ortak ederek onları karşılarına alıyorlar. Gerici örgütler arasında çalışma dâhil, kitleler arasında çalışma anlayışından uzaklar. Sözde mükemmel fakat pratikte etkisizler. Çünkü alttakilerin; geriliklerini, devletin ırkçı söylemlerinden etkilenilişlerini bilince çıkartıp, onlarla omuz omuza olmayı başaracak zorluklar içine giremiyorlar. Aksine aydınlar ve gruplar, güç merkezlerine yöneliyorlar: Kimileri ‘sağ sol, sol da sağdır’ diyerek sağcı partilere, kimileri cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini öne sürerek egemen ‘sol’ CHP’ye, kimileri de ezilenler edebiyatıyla HDP’ye sığınıyorlar.

Altıncısı; Kürt Hareketi bugün yasal anlamda HDP tarafından temsil ediliyor. Bu hareketi ortaya çıkartan potansiyel güç illegal olarak PKK tarafından 1980 öncesi ve sonrası yaratılmış. Yaratılış öyküsünde anti Marxist taktikler baş sırayı almaktadır. Fakat bu hareketin, feodal toplumsal kültürel ritüellere uygun olan bir temelde, kitlesel ulusal bir gücü yarattığı açıktır. Bu ulusallaşma, 1900 lerde başlayan Türk uluslaşma sürecinin benzeri GEÇ KALMIŞ ULUSLAŞMANIN kıskacı altında başlamış, fakat giderek daha demokratik içerikler kazanmıştır. Bu uluslaşma, anti-demokratik tarihsel paradigma tarafından şekillenmiş, feodal kültürün etkisi içinde kendine biçimler vermiş de olsa, Demokratik Ulus projesi ile ileri bir kazanımı benimsemiştir: çok uluslu, çok kültürlü, çok dilli, eşit cinsiyeti içeren bir siyaset. Fakat tarihsel paradigma tarafından olumsuzluklar da onlara dikte edilmiştir: gelişmiş bir burjuva-proleter sınıfın olmamasının getirdiği; 1- tartışılmaz liderlik, 2- siyasetin değil askeri gücün belirleyici merkez olması, 3- sosyalist ekonomik bir projenin yaratılamamasını sayabiliriz. Bugün İngiltere de dört ayrı ulus ve birçok farklı dil konuşulmaktadır. Bu ülkenin dışında ABD, İsviçre, Lübnan gibi birçok ülkede de Demokratik Ulusal yapısı vardır. Fakat bu yapı; alttakilerin daha fazla sömürü ve baskı altında olmasını engellememektedir. Bu açıdan Demokratik Ulus, kapitalist ülkelerde bir karikatürden ibarettir. Türkiye gibi çağdışı kalmış ülkeler için önemli bir adım, demokratik bir kazanım olsa da, bu adım, emekçilerin sorunlarının çözüleceği sosyalist bir hedefe yönelmediği müddetçe, kapitalist ülkelerdeki gibi aşırı sömürücülüğe, hatta Atatürk Türkiye’sinde bugün yaşanan şeriatçı bir iktidara benzer sonuçlarla karşılaşacağı kesindir. YANİ: Kürt emekçilerini veya devrimcilerini yok sayan veya katleden bir Demokratik Ulus-Kürt devleti, gelecekte her zaman mümkündür.

Ayrıca Kürt Hareketinin, sosyal duyarlılık dışında kalan siyasi bilinci, ulusal düzeyin ötesine geçemiyor: 1-) Örneğin ulusal sorunundaki kitlesel katılım ve coşku, ülkenin diğer sorunlarında oldukça cılız! 2-) Daha da eğitici olanı, A. Öcalan’ın projelendirdiği AKP iktidarıyla çözüm süreci içine girilmiş olması. Devlet tahlilini yapamayan bir önderlik ve milyonların hayal kırıklıkları, bu projenin işte en önemli iki dersini bize vermektedir. Devletimizin son yüz yıldan fazladır Türk-İslam Sentezi ideolojisiyle yönetildiğini, bu ideolojinin gizli bir Anayasası olduğunu(Milli Siyaset Belgesi), legal(MGK) ve gizli(Ergenekon vb.) örgütlenmeleri kapsadığını tahlil edebilirseniz mevcut iktidarlarla bu projenin hayata geçmeyeceğini de bilirsiniz. Çünkü devletin bu faşist ideolojisine göre Türkleştirme esastır ve Kürtler, Türk boylarından biridir. Aksine hareket edenler Özal ve bazı generaller gibi öldürülür veya Ecevit gibi suikasta uğrar ya da Kılıçdaroğlu gibi hizaya sokulur. İşte AKP ile çözüm projesi, 2015’lerde de söylediğim gibi, önderliğin sosyalist bir bilincin olmamasının ürünüdür.

Yukarıda ki analizler, bana göre devrimcilerin izleyeceği rotanın referans noktalarıdır. Ajitasyon, Propaganda ve demokratik-sosyalist örgütlenme biçimlerini ancak buna göre belirleyebiliriz. Eğer yukarıdaki veya yapılan analizlerde bir yanlışlık veya sapma varsa, bu devrimci görevler de geliştirici değil, kısır ve tecrit edilmiş sonuçlar doğuracaktır. Bugün ülkemizde ki Devrimci-sosyalist veya Komünist hareketlerin bugünkü durumunun temel nedeni budur. Doğru tahliller yapabilmek umuduyla…