ÜLKEMİZDE NEDEN HİLAFET-ŞERİAT İLAN EDİLEMEZ!  

Tr/724 yazarlarından Erhan Başyurt’un “Toparlanın! Ya halife seçilecek ya da Tren devrilecek!” adlı yazısını okuyunca konuya eğilme ihtiyacı duydum. Türkiye’de Şeriat ve Hilafetin ilanına ilişkin tahmin ve isteklerin komediden öteye gidemeyeceğini söyleyebilirim. Eğer böylesi bir hamleyi yapabilecek güçteyse Türkiye, stratejik ve jeopolitik konumundan dolayı emperyalist zincirin dev halkası NATO’yu da beraberinde tepelemesi gerekecektir. Bu ise, emperyalizme kafa tutmak demektir. Bu tür iddialar ancak rehavete kapılanların hayal ürünüdür. Yunanistan ile savaş konusuna ve de M. İnce’nin muhalefet stratejisine de bu çerçeve de bakabiliriz.     

İsterseniz konuyu ayrıntılayalım. 

Türkiye 1946 yılarına kadar kısmen tarafsız Geri Kalmış Ülkeler statüsünde kalmıştı. Bu tarihten itibaren hem Stalin iktidarının Türkiye’den gereksiz talepleri hem de ABD’nin Marshall planı ve Truman doktrini çerçevesinde ilişkiyi geliştirmesiyle birlikte ilk emperyalist oltalara ülkemiz takılmıştı. DP iktidarı da zaten mandacılık zihniyetiyle ABD tarafından atılan tüm zokaları yutmuş, Kore’ye savaşmaya gittikten sonra da NATO’ya üye olmuştu. NATO aslında emperyalist sistemin ruhu ve kendisidir. Bu askeri örgüt komünizme karşı kuruldu. Onlara göre Komünizm vahşet, diktatörlük, zalimlik, yoksulluk yani kötülük demekti. Onun için emperyalistler kendilerini demokrasi savunucuları olarak gösterme zorundaydılar. Örneğin ülkesinde demokrasisi olmayan bir ülke NATO üyesi olamazdı. Bu komünizme karşı görünüşteki yüzdür. Fakat NATO üyesi tüm ülkelerin, Kont gerillaları, suikast, bombalama, katliam, suç atma, karalama vb yer altı örgütleri mevcuttur.   

Bu bilgilerin ışığında ülkemizde Hilafet veya Şeriat ilan etmeyi analiz edebiliriz. Önce ülkemizin emperyalist zincirin bir halkası hem de en önemli halkası olduğunu kabul etmemiz gerekir. Eğer bu konuda bir şüphemiz yoksa ülkemizin NATO ilkelerine uymak zorunda olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Emperyalist sistem size kendi ülkenizde yani masanızda istediğiniz gibi değil kurallara uyarak oynayabileceğinizi söylüyor. Bu kuralların içeriği çok da önemli değildir. Yeter ki görünüşte ilkelere uyuyor gözükün. Yani parlamentoyu fes edemezsiniz ama onu kadükleştirebilirsiniz. Partileri kapatamazsınız ama onların başkanlarını, temsilcilerini hatta milletvekillerini hapsedebilirsiniz. Yine seçimlerde hileyi eğer başarabiliyorsanız yapabilir, seçilmişleri görevden alabilir vb. tasarruflarda bulunabilirsiniz fakat seçimleri iptal edemezsiniz. Bu konuda en kafa açıcı örnek RTE’nin Ayasofya çıkışında söylediği şu sözdür: “ terörist HDP ile işbirliği…” Her şeyden önce bilmemiz gerekir ki RTE ülkede her konuda karar veren ve kararlarını uygulatan bir otoritedir. Bu açıdan baktığımızda böyle bir otorite nasıl olurda terörist dediği bir partiyi kapatamaz. Demek ki karar verici merci kendisi değil. Son ABD’li Papaz olayı dâhil birçok zıt kararları hatırlamamız yeterli. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerin ‘yanı başımızda şeriat devleti’ istemeyiz tavırlarını da bu gerekçeye ilave edebiliriz.  

Evet, şeriat devletin ilanı yukarıdaki nedenlerle imkânsız! Fakat burada iki farklı yanılsamaya da cevap vermeliyim. Birincisi, Erdoğan güya, ‘ülkedeki Atatürkçü güçlerden korktuğu için Hilafeti veya Şeriatı ilan edemiyor’ muş. Sanırım oldukça komik ve acıklı olan bu iddia, ülkemizde ki cumhuriyetçi insanların ruhunu okşasa da aslında onların pasifliğinin ve bu cenahtaki CHP vb. güçlerin bir algı operasyonudur. Bu yönetici kesim yukarıda izah ettiğim gerekçeler nedeniyle ülkede şeriat devletinin kurulamayacağını çok iyi biliyorlar. Ama kendilerinin oluşturduğu veya dayandığı bir Atatürkçü güç varmış gibi kitlelerde bir algı oluşturarak sahte pehlivan misali politika yapıyorlar. İkinci yanılsama ise, Erdoğan’ın Rusya ile olan ilişkisinde kendini gösteriyor. Türkiye’nin Rusya’ya yanaşmasını antiemperyalist bir tavır olarak görenler veya bu yanaşmanın ülkemizi rahatlatacağını düşünenler, birinci yanılsama da olduğu gibi hayalperestlerden oluşuyor. Ülke içinde ABD’den, ülke dışında ise, ABD ve Rusya’dan talimat almadan adım atamayacağımızı bilmemiz gerekir. Libya olayı dâhil Kıta Sahanlığında ki araştırma etkinliğimiz de bu çerçeve de ele alınmalıdır. Dolayısıyla Akdeniz’deki araştırmalarımızdan dolayı savaş çıkartacağımız sonucuna varanlar oturup emperyalist sistemi eni boyu incelemelidirler.  

Diğer yandan yurt içindeki Ayasofya ve M. İnce olayını ele aldığımızda bunların da yurt dışında ki etkinliklerle aynı amaca hizmet etmek için ekonomik giderine rağmen kurgulanmış birer iç kamuoyu oluşturma operasyonları olduğunu görüyoruz. Yani seçime hazırlık! Fakat işin bir başka yönü daha var. Ülkedeki ekonomik ve politik kriz, her ne kadar Trump’un yardımıyla ve Katardaki yandaşların stoklarıyla atlatılsa da ekonomik sorunların çözümünde bunlar geçici rol oynuyor. Bu açıdan Akdeniz’de petrol bulma umudu Nasrettin Hoca misali göle yoğurt çalmak gibi bir amacı taşıyor ve ısrar biraz da buradan geliyor.  

Sonuçta ülkemizde resmi olarak Şeriat ilan edilmeyecek olsa da 1923'ler de devlet işlerine din işlerinin karıştırılmasının(Diyanet İşleri Başkanlığı) topluma dayattığı ikili yaşam formu, cumhuriyetçiler aleyhine ama İslamcılar ve ırkçılar lehine sürekli gelişecektir. Yani iktidardaki İslamcılar ve Ergenekoncular, Anadolu’nun hoşgörü, barışçıl, laik, seküler, insani ve sevgi temelli kodlarını değiştirmek için Gem’i azıya alacaklardır. Daha fazla kindarlık, nefret söylemi, daha çok düşman yaratma, kadın cinayeti, daha yaygın çocuk istismarı, daha organik mafya ilişkisi ve daha muhteşem yalanlar vs. ‘İşte bu ahval ve şerait’ içinde şiddet ve oyunlar tavan yapacaktır. Muhalefetler organize edilecek ve Mehter marşı eşliğinde savaş naraları atılacaktır. Sorunumuz nedir? Sorunumuz mevcut iktidarın gitmesi için birleşebilecek her gücü bir araya getirmektir. Dağıtmak değil. Birlik için eleştiriler olabilir fakat zaten eğreti ve sorunlu olan muhalefete muhalefet etmek değil.  

Ezilenlerin örgütlü ve bilinçli bir gücü yok. Mevcut iktidara karşı muhalefet eden güçler de egemenlerden oluşuyor. Finali onlar arasındaki mücadele belirleyecektir. Biz sosyalistlere düşen görev, büyük tehlikeye karşı HDP’nin son Yerel Seçimlerdeki taktiğini izleyip, ezilenlerle olan bağımızı geliştirip güçlendirmektir. Bu bize şimdilik yeter!