Ülkemde kadın olmak!



Sevgili okuyucular,

Ülkemde kadın olmak! Türkiye, güzelim Anadolu toprakları kadın olmanın zorluk ve engebelerle yoğun olduğu bir coğrafyadır.

Haber kanallarının, gazete manşetlerinin ana temaları, kadınlara yönelik saldırıların ve cinayetlerin ‘kaçınılmaz’ haberleri olmaktadır.

Amerikalı kadın Sarai Siera’nın İstanbul surları içinde, katledilerek bırakıldığı haberleri ülke gündemine bomba gibi düştü.

Sarai Siara ülkemize kısa bir süre önce turist olarak gelmiştir. Ülkemizi, gezmek, görmek, İstanbul’u tanımak amacıyla gelmişti. Pekâlâ, bir turistin ülkemize gelmesi ve tanıması suç muydu? Tabii ki değildir.

Yazımın başlığında da görüleceği gibi ülkemde turist değil kadın olmak, zor ve bazen, ‘suç’ olabilmektedir. Öyle ki, katledilen sadece Sarai Siara değil, haksızlığa, vahşete uğrayan ve cinayete, ‘kurban’ giden, Sarai Siera ilk değil sonda olamayacağa benziyor. 

Kadınlara yönelik katliam girişimlerinin başlıca nedenleri, ‘töre’ eşine, ‘itaatsizlik’ aileye ve aile bireylerine, ‘itaatsizlik’ ‘dini’ gerekçeler vb sıralayabiliriz. Nefret suçlamalarını da buna eklemede yarar vardır.

Geçtiğimiz günlerde, sadece Ermeni kökenli oldukları için saldırıya uğrayan ve katledilen kadınlarımızla ilgili haberere tanık olduk.

Kamuoyuna yansıyan bir başka gerçeğin altını çizmekte yarar var. Son iki ayda 24 kadın saldırılar sonucu yaşamını kaybetmiştir. Katledilen kadınlar genellikle kocaları tarafından cinayete, ‘kurban’ edilmektedir.

Bütün bu sıraladığımız gerekçelerin ana kaynağı nedir?  Ataerkil toplumsal sürecin ülkemiz coğrafyasında, ilkel biçimiyle hala varlığını korumasıdır. Ataerkil ilkel zihniyete göre, kadın bir ‘meta’ olarak algılanmaktadır. Kadın, ‘alınabilen, satılabilen’ gerektiğinde, ‘takas’ edilebilen bir, ‘meta’ olarak görülmektedir.

Ataerkil ilkel toplumun bir diğer yaklaşımı da, kapitalizmin gelişmesi ile birlikte, içinde evirilen ve ‘modernleşme’ adına, kadını, ‘süs eşyası’ olarak algılayan ilkel anlayıştır. Yine bir başka ilkel anlayış ise kadını sadece ‘sexy’ objesi olarak algılayan ve gören anlayışıdır. Bu ve benzeri olumsuzlukları genişleterek sıralamak mümkündür. Konuyu bağlamak açısından, ana başlıklar olarak bu şekilde vurgulamak yeterli olacaktır.

Kadınlara yönelik saldırlar sadece cinayetlerle sınırlı değildir. Saldırıların başında, cinsel taciz, tecavüz, fiziki saldırı gibi vb. olarak sıralayabiliriz.

 Bu saldırılara ülkemizde eklenen bir başka konuya parmak basmakta yarar görmekteyim.

Türkiye’de kadınlara yönelik saldırılarda ve saldırıların arkasından, ülkemiz basını, medyası, güvenlik kuvvetleri, yargı kurumları hatta yasalarımız saldırılar karşısında, kadınları korumak yerine seyirci kalmayı yeğlemektedirler. Bazen de saldırganları cesaretlendiren ilkel davranışlara kaynaklık ettiklerini görmekteyiz. Yâda, saldırıları görmezlikten gelmeyi yeğlemektedirler.

Tıpkı Amerikalı kadın Sarai Siera konusunda olduğu gibi. İlk önce, Siara’nın, ‘ajan mı’ ‘kuryemi’ olduğu gibi anlamsız tartışmaları ön plana ‘çıkardık’. Sonra neden, ‘tek başına’ ülkemize geldiğini sorguladık. Yetmiyormuş gibi, Siara, sur dibinde bulunduğunda, ‘yarı çıplak’ konumunu tartışmanın merkezine koyup gereksiz bir konuyu öne çıkardık.

Kısacası burada öne çıkan gerçeklik ise, ataerkil ilkel zihniyetlerimizi tatmin etmeye çalıştık. Buna çanak tutan basın, organlarının etik olarak davranıp davranmadığını, kamuoyunun dikkatine sunmak isterim.

Devletin, mahkemelerin, güvenlik kuvvetlerinin bakış açıları da, aslında basının tavrından farklı değildir.

Ülkemizde kadına bakış açısı, zihniyet değişmediği sürece, ülkemiz kadınları şiddete, tacize, cinayetlere maruz kalacaklardır.

Kadınlar bu haksızlıklar karşısında, örgütlemekten başka çarelerinin kalmadığını bilmelidirler.  Unutulmasın ki, kadınların örgütsüz ve tek başına ferdi davranışları, haksızlıklar karşısında, kendilerine yönelen şiddet, taciz ve cinayetleri önlemede başarılı olamazlar.

06.02.13