ÜLKE DERİN BİR ÇUKURA YUVARLANIYOR[1]

“Dünya, nesnelerin değil

olguların toplamıdır.”[2]

İdris Sayılğan/ Mezopotamya Ajansı: Sedat Peker’in açıklamaları ile ortaya saçılan devlet-mafya-medya ilişkisini ve Türkiye için yarattığı sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devlet-Mafya ilişkileri, Türkiye açısından yeni değil. Aslına bakılırsa, hiçbir kapitalist ülke için yeni değil; hani Arndt Schneider ile Oscar Zarate’nin Mafya üzerine çalışmalarında bir deyişi vardır: “Mafya yasadışı kapitalizm, kapitalizm ise yasal mafyadır,” diye… Bu ikisi günümüzde artık iyiden iyiye iç içe geçmiş durumda: yeryüzünde uyuşturucunun girmediği bir ülke var mı? Kara paranın bulaşmadığı bir ekonomi? Ürettiği silahları el altından “yasadışı” diye damgaladığı örgütlere pazarlamayan bir devlet? Kara para aklamayan bir bankacılık sistemi?

Dedim ya, Mafya ile kapitalizm nicedir yan yana, iç içe gidiyor. Türkiye’nin bu konudaki tikelliği  “komünizmle mücadele” kapsamında uluslararası düzlemde örgütlenmiş olan Gladio’sunu tasfiye etmeyip 1990’lı yıllardaki düşük yoğunluklu iç savaşta yeniden ihya etmesi oldu. 1990’lı yıllar paramiliter örgütler, “gayrınizami harp” stratejileri ve uyuşturucu ticaretinin iç içe girdiği yıllardı… Uyuşturucu gelirlerinin Kürt hareketine karşı yürütülen savaşı finanse etmede kullanıldığı konusu o dönemlerde çok yazıldı-çizildi…

Bugün, dünün devamı; bu anlamda, belleksizleşmeyi seçmemişler açısından şaşırtıcı bir şey yok.

Ama yine de çarpıcı bir durumla karşı karşıyayız. Devlet-mafya ilişkilerinde alışılagelen, genellikle siyasetçi ya da bürokratın “pis işleri” mafyaya yaptırması ve/veya mafyadan rüşvet alarak, hatta mafya tarafından maaşa bağlanarak onun “pis işleri”ne göz yumması, ona haber uçurması ya da onu kollamasıdır. Eğer Sedat Peker’in açıklamaları doğruysa, bugün Türkiye’de bu nokta aşılmış, doğrudan devlet görevlileri ya da onların akrabaları “mafyacılığa” soyunmuş demektir. Bir başka deyişle, mafyadan nemalanan, ve bu nedenle de diyelim ki uyuşturucu trafiğine göz yuman, kollayan, failleri olası operasyonlara karşı uyaran, onlara lojistik destek sağlayan…vb. politikacı ya da bürokratlardan doğrudan uyuşturucu trafiğine dahil olan politikacı ya da bürokrat tipine geçiş yapılmış… bu gerçekten de bildik, alışıldık bir durum değil. İddialar doğruysa, sanırım “kişisel çıkarlar”ın ötesinde bir boyutla ilintilendirmek, örneğin uyuşturucu gelirlerinin mali sisteme bir “girdi” sayılıp sayılmadığı üzerinde düşünmek gerekecektir.

İS: Bir dönem Peker’in tehditlerine maruz kalan Barış akademisyenleri olarak, yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Neler hissediyorsunuz. Neler yapılmalı?

“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini, Aralık 2015’de bir heyetle birlikte Diyarbakır’a gidip çatışmaların sürdüğü Sur bölgesinde yaşananlara, örneğin günlerdir sokak ortasında bekleyen bir ölünün yakınları tarafından -yetkililerin iznine rağmen- alınamadığına ilk elden tanıklık ettikten ve örneğin Cizre’de oyun oynarken vurulan 10 yaşındaki kızının cesedini günlerce buzdolabında saklamak zorunda kalan bir anneye dair tanıklıkları dinledikten sonra imzaladım… “Keşke daha fazlasını yapabilsem” çaresizliğinin yüreğimi yaktığı günlerdi, sanırım çoğu meslektaşım da benimle aynı hissiyat içinde imzalamışlardır bildiriyi.

Ne ilginçtir ki o günlerde kanımızda banyo yaptırmaktan dem vuran Sedat Peker, bugün evini basan polislerin ellerinde silah olması ve küçük kızlarının bundan ürkmüş olması üzerine “dünyayı yakmak”tan söz ediyor…

Ama daha da ilginci var: Malum, 24 Mayıs 2021 gecesi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir TV kanalındaydı. Sedat Peker, program boyunca twit attı. Bir tanesini, sanırım SS’nin “Kan banyosundan söz etmek hükümetin yararına mıdır, zararına mı?” sorusu üzerine atmış. Şöyle diyor: “Kanla ilgili söylemiş olduğum olayların hepsi söylendiği dönemde hükümetin lehinedir. Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı.”[3]

“Korku iklimi oluşturmak…” Anahtar cümle bu. Sedat Peker ister kamu görevlileriyle “iltisaklı” olarak, isterse kendi başına, “durumdan vazife çıkartarak” davransın, iktidarın kendi halkını korkutma, sindirme planının bir parçası olarak hareket etmiş, demek ki… Kaldı ki, savurduğu tehditlerin iktidar çevrelerinde “hayırhah” bir suskunlukla karşılanması, iktidar çevresinden hiç kimsenin “Sen ne diyorsun, efendi?” diye sormuş olmaması, dahası, tehditlerinden ötürü Sedat Peker’e karşı hukuki yollara başvuran akademisyenlerin açtığı davanın da “Suç unsuru oluşmamıştır” gerekçesiyle beraat ile sonuçlanması, zımni bir onaya ve uyuma işaret ediyor.

Neler mi yapılmalı? Kitleler, olaylara “pasif seyirci” konumundan çıkarak, en azından Susurluk sürecinde gösterilen demokratik tepkileri ortaya koymadıkça, durum daha da vahimleşecektir… Bu gidişata ancak emekçilerin, ezilenlerin ortak ve güçlü tepkisi “dur” diyebilir…

26 Mayıs 2021 15:12:16, İstanbul

N O T L A R

[1] 27 Mayıs 2021 tarihinde Mezopotamya Ajansı’nda yayınlandı.

[2] Ludwig Wittgenstein.

[3] linki: https://twitter.com/sedat_peker/status/1396904832443822091?s=20