Ulaş Bardakçı: Devrimin sessiz kahramanı

Ülkemizde devrimci düşünceyi her yönüyle ortaya koyan iki tarihsel gerçeği bilmek gerekiyor.

Birincisi Şeyh Bedrettin isyanı, ikincisi de 68 kuşağının baş kaldırısıdır. Birincisini okudum, öğrendim biliyoruz. Fakat ikincisini en üst sıralarda bizzat yaşadım.

Geçmişin anılarıyla tüm hayatımı doldurmuyorum. Geleceğe ilişkin tasavvurlarım yaşamımda daha çok yer tutuyor. Fakat geleceğin yeşermesi için köklere ihtiyaç var. İşte 68’lik ruhu geleceği tasarlamamda ve öneriler yapmamda beni yönlendiren temelin kendisi. Bu temel içinde ki olayların değerlendirilmesi elbetteki çok önemli. Fakat o dönemde ki yoldaşlarımın benzerlerine daha henüz hiçbir zaman ve hiçbir yerde rastlamış değilim. İşte onların içinde sessiz ama becerikli, mütevazilikte hepimize örnek ve de tam bir görev adamı olan Ulaş’ı sizlere anlatmalıyım.

THKP-C’nin, Basın Yayın Yüksek Okulunda yapacağı toplantıya Mersin’deki köy çalışmasından çağrılmıştım. Bu toplantı da alınan karar gereği Ulaş, Cevahir ve ben askeri işlerden sorumlu olarak belirlenmiştik. Dolayısıyla DEV-GENÇ kongresi sonrası üç arkadaş tam üç ay (1970 Aralık-1971 Ocak ve Şubat sonu) hep birlikte olduk.

Ulaş'ı daha önceden tanımıyordum. Birlikte olduğumuz süre içerisinde daha önceki yoldaşlarım Hüdai-SABO ve Kazım kadar ondan da etkilenmiştim. Tevazu ve hoşgörü de üzerlerine yoktu. Ben sanırım en hafif deyimiyle maceracıyken onlar sanki bilinçli proletrya özelliklerini taşıyorlardı. Ulaş, yeteneğini ve bildiklerini bana ve Cevahir’e sıradan bir şey gibi aktarıyordu.

Ulaş bizi masa başında ve sahada(sokakta) eğitmeye çalışıyordu. Evde doğal olarak iki önemli eğitim alıyorduk. Birincisi, sahte kimlik nasıl yapılır ve bunun püf noktaları nelerdir bunu öğreniyorduk. İkincisi ise radyoyu nasıl telsiz haline getiririz, polis frekansları ve dinlemenin püf noktaları nelerdir bunları öğreniyorduk. Saha da yani sokakta ise araba nasıl kaçırılır, plaka nasıl değiştirilir bunların pratiğini yapıyorduk.

Hüseyin, ince uzun parmakları ile tam bir sanatçıyı andırıyordu. Araba kaçırma testlerine çok sık katılmadığını anımsıyorum.

Bu eğitim, THKO’nun İş bankası soygununa kadar aralıksız devam etti. Ocak ortalarındaki bu soygunla birlikte merkez tarafından olğanüstü toplantıya çağrıldık. Ve bize stratejimizin değiştiği aktarıldı. Çünkü daha önceden Tupamaros gerilları gibi sağlam temelleri olan bir örgütlenme için uzun vadeli bir yol izliyorduk. Şimdi ise bu değişmişti. Merkez komitesinde ki arkadaşlara göre artık bizde harekete geçmeliydik. Ve zaten öyle de yaptık.

Ulaş çok kısa bir araştırma sonrası bilgiyi getirmişti: “Küçükesat Ziraat Bnkası soygun için uygun!” Soygun hazırlığını yaparken eski çalışma anlayışımızdan tümden kopmadığımızı elbettek o dönem fark etmemiştim. Bu anlayışımızın gereği sonucu tanımamak için kara kaşlı olduğum için ben ve uzun boylu olan Hüdai’ye makyaj yapıp peruk takılmıştı.

Soyguna giderken magandaların bize laf atmalarına kahkayla gülen gözcümüz Ziya’nın ve arabayla yanımızdan geçen Ulaş'ın tebessümünü hatırlamamak imkansız.

Ulaş, ekibin tüm lojistik işlerini hallettiği gibi aynı zamanda şöförlüğünü de yapıyordu. Kamulaştırma işlemimiz için arabayı yarım saat içinde bir yerlerden alıp geliyordu. Plakası değişmiş bir şekilde. Aslında Ulaş, örgüte güven ve moral veren inanılmaz bir işlev görüyordu. Ama tüm bunları sanki sıradan bir iş yapar gibi hiç heyecanlanmadan ve lafını etmeden yerine getiriyordu. Sanırım Ulaş olmasaydı hareketimiz gerilla savaşımız için böyle birisini yaratmak zorundaydı.

Aynı ay içinde Bahçelievler Ziraat Bankası kamulaşırılma eylemine giriştik. Eylem sırasında yaşadığımız bir olayı anlatmam gerekiyor. Onun yukarıda saydığım özelliklerine, bu, bir yenisini daha ekliyordu: olağanüstü soğukkanlılık!

BU defa eyleme taksi plakalı yani sarı bir araçla gidiyorduk. Tam meclisin ön tarafında ki geniş caddeden Bahçelievler istikametinde giderken karşı şeritten gelen bir taksi şöförünün yavaşlayıp bize dikkatli şekilde baktığını görüp Ulaş’ı uyarmıştık(uyaran ben de olabilirim). Çünkü arabamızı tanımış ve belli ki ortada gözükmeyen arkadaşına arıyordu. Bu bakış o kadar belirgindi ki polise gidip haber verebilir ve bizi yakalatabilirdi. Bunu Ulaş’a aktardığımızda (kim aktardı şimdi hatırlamıyorum) o büyük bir sakinlikle ‘merak etmeyin hiçbir şey olmaz’ deyivermişti. Onun bu soğunkanlı tavrı ve konuşması hepimizi etkilemiş ve bizdeki endişe rüzgarı hemen sıcak bir melteme dönüşmüştü.

İşte Ulaş Bardakçı buydu.

Onun gibi şarlatan olmayan, övünmeyi bilmeyen, her yaptığı işi büyük bir görev sorumluluğu ve liyakat sahibi olarak yerine getiren birilerini çevrenizde görürseniz bilin ki o Ulaş ve Altmışsekizgillerdendir.