“Türkiye’yi büyük bir hapishaneye çevirenlerin herkesi herkese ötekileştirdiği bir ülke ki burası, herkes herkesin üveyi olmuş durumda... Yaşamın sınırlarını zorlayan yazmak eylemi; yeni bir yaşam beklentisi yaratırken; öğretici bir belgedir, eleştiridir; tutkularımızı, hayallerimizi emzirendir; hayatın önünde gidip, onun biçimlendirilme yolunu açandır...” -Temel Demirer; Güney Sayı 93, “Hayallerimizi Emziren Yazmak Eylemi” yazısından-
Binlerce kişinin katıldığı bu anma etkinliğinde, ceketinin etekleri arkanda savrulacak denli hızlı yürüyorsun koridorda; bu yaşında! Kaypakkaya’yı anma gecesi. Ve hızına yetişmem mümkün değil. Hemen takılıyorum peşine, aramızda on metre mesafe: “Kovbooooy” diye bağırıyorum avazım çıktığı kadar, seni yakalayamamanın çaresizliği içerisinde. Koridordaki onlarca kişi içerisinde sadece sen, sesi duyduğun saniyede zınk diye durup geri dönüyorsun. Bayılıyorum gülmekten; “sadece sen döndün kovboy çığlığına, gerçek bir kovboysun hâlâ” diyorum. “Panik işte, tabancamı evde unutmuşum” diye, espriye espriyle karşılık veriyorsun. Bir iki merhaba dışında tanımıyorum seni. “İyi bu şakamı ayıpsamadı” diyorum içimden. Sımsıkı kucaklaşıyoruz.
“Bu hızını kesmeyeyim senin, yoluna devam. Tanıklık ettiğiniz o memleketin sıcaklığını hissetmek istedim. Kucaklaşınca hepsi bana geçti. Zindanlara gönderdiğiniz kartpostallar, sizlerin rüzgârı olarak bana da postalanıyor” diyorum. “Böyledir zindan halleri, onlar bizim onurumuz, elimizden geldikçe onlara ses veriyoruz” diyorsun. Ne zindanlara, ne sürgünlüğe, ne ne... hiçbirine yabancı değil. İki dakika yetiyor aktarmak istediklerimize... “Bir daha sımsıkı kucaklayayım, sonra hızını kesmeyeyim senin kovboy...” diyorum. Ayrılıyoruz...
Katliamları, gözaltıları duydukça zıplıyoruz; içlerinde tanıdıklarımız varsa, böyle anılar canlanıyor hemen yüreğimizde... çoğalıyor sevgimiz onlara, yüreğimizi sarsa sarsa...
Ellerinizle uğurladınız nice döğüşen bedeni. Çağlayan Adliyesi’nin taşları, hele hele son yıllarda, ayak altınızdaki tozlardan bir türlü vazgeçemedi. Siz de oraya toz bırakmaktan vazgeçmediniz.
Bütün bu saldırıları, sebeplerini-olacakları yorumlamak istemiyorum şimdi! “Tohumlarını kurutacağız” dediler. Bunu yapmak için debelenip duruyorlar!
Ve bütün bu “tohum kurutma” azgınlığına karşı dün, TTB Kongresi’nde güüüüm diye; “BİAT ETMEKTEN KORKUYORUZ!” şiarı patlatılıyor!
Diri halimizle de, tutsak halimizle de, ölü halimizle de bizi; hep biat etmekten korkanların sevgisi ve ortak hayallerimiz yaşattı. Bu sevgi, literatürdeki; “kazanmak-kaybetmek” ikilisini sildi duygu dünyamızdan. Ve bu yüzdendir ki; “Kazanacağız” ebedileşti tarihte ve yüreğimizde.
Onlar katledilseler de, zindanlara atılsalar da; sevgimiz-sevgileri ve hayallerimiz hep bu dünyada kalacak. Öfke kusanlar da, tarihin defalarca tanıklık ettiği gibi kustukları bu öfke içerisinde boğulmaktan kurtulamayacak...
BİAT ETMEKTEN KORKANLARA SONSUZ SEVGİYLE...