Tartışmanın diyalektiği yoksa orada hâkim olan resmi söylemdir

Yener Orkunoğlu arkadaşla olan tartışmamızın dördüncü etabındayız. Konumuz ‘Hoşgörü’ üzerineyken geldiğimiz aşamada birbirimize cevap yetiştirme yarışına girmiş bulunuyoruz. Tartışmalar eğer birbirine cevap vermeye doğru evrilmişse bilmeliyiz ki tartışmanın diyalektiği yani ilerletici yanı ortadan kalkmış demektir. İşte bu anda devreye, tartışmayı izleyen üçüncü şahıslar girmelidir. Yoksa sürdürmenin anlamı kalmamıştır demektir.  

‘Kaba Materyalizm, Tarih Hırsızlığı, Devlerin üstündeki Cüceler, Bilgi yanlışlığı gibi tarifler ve tanımlara ayrı ayrı cevap vermek yerine, Orkunoğlu’nun yaptığı maddi hataları ve tartışmanın diyalektiğini ele alarak yazımı tamamlamak istiyorum. 

MADDİ HATALAR; 

1-) Alman Aydınlanmasından değil, Alman Romantizminden bahsedebiliriz. 

2-) “Lenin, 1914-1915 yılında Hegel diyalektiğini daha iyi kavradığı için, 1917 Nisan Tezlerini ileri sürebildi. Lenin de, kendini daha önceki kaba materyalist anlayışından kurtardı.” Biçimindeki Orkunoğlu’nun tezi; Lenin’in geçmiş komünist mücadelesine hem bir hakaret hem de Hegel okuması yapmadan devrimci mücadelenin gelişmeyeceği, devrimin olmayacağı gibi bir saplantı içinde olmak anlamına gelmektedir. Ayrıca Marx ve Lenin’i iki ayrı dönem içinde ele alarak yani ilk dönemlerini liberal ve aydınlanmacı, ikinci dönemlerini ise Marxist olarak kategorize eden Büyüklük Hastalığı içinde ki bir akımın içinde kendini bulabilir. Dikkatli olmalıdır bence. 

3-) Hegel, diyalektik felsefenin babasıdır fakat idealisttir. Alman Romantizminin sisli ve boğucu havası Marx ve Engels dışında kalan tüm aydınları olduğu gibi onu da etkilemiştir. Bu nedenle tek kanatlıdır. 

4-) Orkunoğlu’nun Bebel ve Kautsky ile ilgili bilgi düzeltme notları esas olarak eksik ve yanlış: Benim eksik çıkan yazımdan dolayı yaptığı değerlendirmesi yani Marx’ın Gotha Programı’nın Eleştirisi notlarını Sümen altı edenin Liebnecht olduğunu açıklaması elbette ki tartışılmazdır. Bunu ben "Homo Komünüs" adlı kitabımda 3 yıl önce zaten belirttim. (Homo Komünus Sf. 155 Favori Yayınları) Fakat konumuz bu değil, Bebel’in tutarsızlığı üzerinedir. Bu açıdan aşağıdaki bölümü dikkatle okumanızı isterim: 

“ Marx’ın ‘Kenar Notları’nın bitirilmesinden bir aydan fazla bir süre önce (18/28 Mart 1875, Engels, Bebel’e Birleşme Programı’nın aynı taslağının eleştirisini içeren bir mektup gönderdi. Bebel de, bu eleştiriyi göz önünde bulundurmadı ve Gotha Parti Kongresi’nde daha bazı önemsiz değişikliklerle kabul edilen Liebknecht-Hasselmanncı taslağı (Yani Lassalle’cı taslağı-Benim notum) destekledi.” (Gotha Programı'nın Eleştirisi, İnter Yayınları, Sf, 9-10, kitabın önsözünü yazan Diets Verlag, abç) 

Ayrıca Engels, Wilhelm Bracke’ye yazdığı mektupta şöyle demiş: “… Leipzigliler bize tüm gerçeği söylemeyecek kadar işin içindeler ve partinin iç meseleleri asıl şimdi kamuoyunun önüne gelmeyecektir artık.” (Gotha Programı’nın Eleştirisi, İnter yayınları, sf, 56, abç) Peki, Marx ve Engels’e ‘tüm gerçeği’ söylemeyen Leipzigliler kim? Bunu da 33 numaralı Not’dan öğreniyoruz:  “ Leipzigliler- o sıralar Leipzig’de ikamet eden Alman Sosyal Demokrasinin önderleri Wilhelm Liebknecht ve August Bebel söz konusudur” (age, sf.219) 

5-) Orkunoğlu’nun diğer bir yanlışı ise Kautski ile ilgili. “… Engels, Marx’ın ‘Eleştiri’sini yayınlamaya karar verdi. Elinizde ki baskıda ilişikte basılan 1891 yılının mektupları, onun nasıl bir çetin bir direnişi kırmak zorunda olduğunu göstermektedir. Alman sosyal-demokrasisinin Kautsky tarafından yönetilen teorik organı ‘Die Neue Zeit’, ‘ Gotha Programı’nın Eleştirisi'ni, Engels’in aksi halde eseri Avusturya’da basma tehdidinden sonra, basmayı kabul etti.”  (age, sf.10, Önsöz yazarı Diets Verlag’dan) 

6-) ‘O kadar bilgi yanlışı var ki nereden başlayacağımı şaşırdım’ diyen Orkunoğlu şöyle tamamlamış: “Çağlar ve tarihler birbirine karışmış” Pekâlâ ben ne demişim ki Çağlar ve Tarihler birbirine karışmış? İki şey söylemişim: 

a-)  “Örneğin, Yunan kültürünü esas olarak Avrupa’ya tanıtan İslami yazarlar değil, 1400'lerde İtalya'da başlayan Rönesans Hareketidir.” Ve ilave etmişim diğer kültürleri de Avrupa’ya tanıtan Rönesans olmuştur diye. Bu tespitlerimde karışmış olan çağı ve tarihi bulanlara aşk olsun! İkincisi daha da ilginç:  

b-) “Ayrıca Polat arkadaşın, İbn Haldun ve İbn Rüşd’ü bir parantez içinde vermesi de, bu iki düşünürün aynı çağda yaşadığı gibi, yanlış bir izlenim doğuruyor.” İki İslam aydınını(ibn Rüşd ve ibn Haldun) aynı parantez içinde verdiğim için tarihleri karıştırmakla eleştiriliyorum. Bu karıştırma, sanırım Orkunoğlu’nun kafasında olsa gerek. Yani ayrı zamanlarda yaşamış olan Marx ile Lenin’i aynı parantez içinde veremeyecek miyiz? Ya da ben anlamış değilim, biri bana bunu anlatsa iyi olur. 

7-) Orkunoğlu, Ekonomik-Toplumsal Nedenler başlığı altında benim “Faşizm neden Fransa, İngiltere vb ülkelerde değil de Almanya, İtalya, İspanya ve Portekiz’de çıktı?” soruma verdiği cevap, soruyla ilgisi olmayan bir tespit olmuş. Çünkü bu soruya doğru cevaplayabilmek için bu ülkelerin sanayileşme ve aydınlanma süreçlerine yani maddi yaşamın kendisine bakmak gerekir. Sevgili Orkunoğlu bu soruma şöyle cevap vermiş: 

Fransa, Aydınlanmanın düşüncelerini şiddet (Jakoben Terör) aracılığıyla gerçekleştirdi; eski düzeni şiddete başvurarak yok etti, kralı giyotine gönderdi. Jakoben Terörü, Alman entelektüellerinde korkuya neden oldu. İlerici Alman filozofları, Fransız Devriminin ideallerini kabul ettiler, ama şiddet yoluyla değil, evrimci bir yoldan eski düzenin değiştirilmesini savundular.” 

Anlaşılmayanlar şunlar: 

‘İlerici Alman filozofları’ devrimi ‘şiddet yoluyla değil evrimci bir yoldan eski düzenin değiştirilmesini’ istedikleri için mi Hitler iktidara geldi? 

İkinci yanlışlık ve mantık hatası da: ‘Fransa ...kralı giyotine gönderdi’ cümlesinde saklı. Birincisi, kralın kellesini ilk defa kesenler Fransızlar değil İngilizlerdir. İngiliz Cumhuriyetçiler 1649 yılında Katolik Krallarının kellesini keserek Fransız devriminden çok önce aydınlanma sürecini genel hatlarıyla tamamlamışlardı. Yani Alman aydınlarının Devrimden korkmaları kadar normal bir şey yok! 

Eksik ve maddi hatalar bunlar. Şimdi de düşüncenin pratiği konusuna gelelim. Gelelim ki bu konu aslında Orkunoğlu’nun ‘çocuklar bile bunu bilir’ dediği Marx ve Engels’in o basit saptamasını hem bilince çıkartmış, hem de Tek Tanrılı Dinlerin rolünü anlamamız için bu bilince çıkarttığımız veriler ışığında maddi yaşamın diyalektik ruhunu birlikte test etmiş olalım.   

DÜŞÜNCENİN DİYALEKTİĞİ

Marx ve Engels, "Alman İdeolojisi" adlı çalışmalarında düşünceyi belirleyenin maddi yaşam koşulları olduğu tespitini yaparken idealizmin ve fizik ötesi anlayışın, çağlarında etkin olması nedeniyle bu konuyu her defasında açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü dönemin felsefesi onlara göre gökten aşağıya doğru iniyordu. Hâlbuki doğru olan yerden göğe doğru çıkmaktı. İşte Orkunoğlu ‘gökten yere doğru inerek’ olayları açıklamaya bu cevabında da devam etmiş. İslamiyet’i, ilerici, aydınlanmacı hatta bilim adamı olan İslamcı aydınlar aracılığıyla tarif etmeye devam ediyor. 

Tek tanrılı dinler köleci ve feodal sınıflı toplumların ideolojisidir ve sisteme hizmet için üretici güçlerin ortaya çıkarttığı üst yapı kurumlarıdır. Bu maddi temeli kaybetmeden yani yeryüzünden kalkarak gökyüzüne yükselmeli aydınları bu maddi temel ışığında ele alıp yerli yerine oturtmalıdır, diğer bir deyimle aydınları temel alarak yani gökyüzünden kalkarak maddi hayatı açıklama yoluna gitmemelidir. İşte basit ve çocukların bile artık ezberlediği yöntem budur. İsterseniz bunu örnekleyerek açıklamalıyım ki daha anlaşılır olsun.  

Eğer tek tanrılı din olarak İslamiyet’i, insanlığı yukarı değil aşağı doğru sürükleyen uzun bir yol olarak düşünürsek, bu yol üzerinde yukarı doğru çıkan sayısız oranda yokuş olduğunu görürüz. İşte, yolun devamı ve parçası olan bu yukarı çıkışlar, hiç bir zaman esas yolun aşağıya gidişini engellemeyen tali, zıt bayırlardır ve sınırlıdırlar. Bu sınırlı şekilde yukarı çıkan bayırları gösterip “bak yol yukarı çıkıyor” diyerek yolun yokuş aşağı inen genel gidişatını değiştiremezsiniz. Sanırım yaşamın ve tartışmanın diyalektiği budur. Tahlillerimizde her zaman ve her yerde genel eğilime yani gidişata (maddi yaşamın belirlendiği temele) dayanarak sonuçlar çıkarmalıyız. Diyebilirim ki bu açıdan; İslamiyet’in uzun tarihi sürecinde iyileşmeler, ilerlemeler vb reformlar elbette ki olmuştur bunları ret edemeyiz. Ama bu yukarı doğru çıkan bayırlar İslamiyet’in, sınıflı toplumların en vahşi ideolojisi olduğu yani aşağıya doğru giden bir yol olduğu gerçeğini değiştirmez.     

Bize Gerekli Olan adlı bölümde; Orkunoğlu’nun belirttiği birinci madde, ancak sınıfın ve örgütlü yapıların hedefi olabilir. Ama ikinci maddesi biz aydınların önceliğidir.  

Bu açıdan herkesi; bilgi eksikliklerimizi gidermek ve bunları, diyalektik mantığı kavrayıp kavramadığımızı ölçen gerçek diyalektik düzeltici olan pratiğe uygulamaya davet ediyorum.