ABD emperyalizminin müttefiklerinin desteğiyle askeri güçlerini Ortadoğu ve Merkez-Güney Asya’dan çekerek, Hint-Pasifik Bölgesine yoğunlaştırmasının dünya çapında yerel ve bölgesel güç ilişkilerini doğrudan etkileyeceğini ve içerdiği tehlikeleri önceki yazılarımızda belirtmiştik. O açıdan Türkiye’nin, Çavuşoğlu’nun açıkladığı gibi, »Taliban ile değişik kanallardan iletişim kuruyor« ve tek NATO ülkesi olarak Afganistan’daki askeri varlığını büyük olasılıkla devam ettirecek olması pek şaşırtıcı bir gelişme değil.
Türkiye’yi »işgal gücü« olarak görmeyeceğini açıklayan Taliban açısından bu durum, her ne kadar NATO Türkiye üzerinden Afganistan’da stratejik bir mevziiye sahip olmaya devam edecek olsa da, uluslararası arenada tanınması için önem taşımaktadır. Zaten Batı’nın yeşil ışığının yanı sıra bir taraftan Çin Halk Cumhuriyeti Taliban ile »iyi ilişkiler« kurma adımlarını önceden atmış, diğer taraftan da İran ve Rusya Federasyonu yeni iktidarı tanıyabilecekleri sinyalini vermişlerdi.
Bu konstellasyon doğal olarak Taliban’ın hareket alanlarını genişletiyor. Bir kere Doha’da ve gizli görüşmelerde Taliban’a El Kaide veya DAİŞ gibi örgütlere ülkede barınma fırsatı tanımaması koşuluyla yeşil ışık yakan emperyalist güçler »güvence« aldıklarını beyan ettiler. Taliban da salt ülke içi iktidar ile kendilerini sınırlayacaklarını açıklayarak olası bir yeni işgal harekâtı tehlikesini -şimdilik- bertaraf edebildi. Taliban’ın uluslararası düzeyde alt seviyelerdeki bir tanınmayla tatmin olacağı söylenebilir.
Türkiye’nin Afganistan’da asker bulundurması, diğer NATO ülkelerinin Taliban’ı resmi olarak tanımalarına gerek bıraktırmadan geniş enformel iletişim kanallarını açacak, ki bu başta ABD olmak üzere emperyalizmin Hint-Pasifik stratejilerinin yararına olacak. Bununla birlikte Taliban’ın 20 yıl öncesine nazaran daha pragmatist davrandığını ve iktisadi-siyasi ilişkilere açık olacağını tespit edebiliriz. Ancak bu da Taliban’ın karakteristik olarak gerici-baskıcı-köktenci olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Kaldı ki emperyalist güçler açısından cihatçı terör ihracatından feragat eden Taliban’ın kendi hükümranlık alanında vahşet uygulayacak olmasının, Batı’daki toplumsal rıza üretimi için gerekli olan demagojik söyleme yaramasının haricinde hiçbir önemi yoktur. Halihazırda Almanya’da Taliban’ın ve Afganistan’daki durumun nasıl Federal Parlamento Seçimlerine malzeme yapıldığını görüyoruz. Bir kez daha mülteciler üzerinden ırkçı iklimi körükleyen burjuva partileri başarılı bir şekilde 20 yıl süren, trilyonlarca dolara ve sayısız yaşama mal olan savaşın ve işgalin feci sonuçlarını çoktan unutturdular bile.
Netice itibariyle Afganistan’daki gelişmeler emperyalist-kapitalist dünya düzeninin tüm pisliklerini yeniden gün yüzüne çıkarttı – ama aynı zamanda günümüzün meydan okumaları karşısındaki baygınlıklarını da. Temel sorun, »ayaklar baş olmadığı« müddetçe bu pisliklerin, meydan okumaların ve baygınlıkların dünyanın ezilen ve sömürülenlerinin başına bela olmaya devam edecek olmasıdır.