Sürgün, Göçmen, Soykırım, ve Mülteci sorunuyla yüzleşme ve hesaplaşma

 



SÜRGÜN: Cezalandırmak için birini başka bir yerde yaşamaya zorlama, yaşanılan şehirden ya da ülkeden uzaklaştırma durumu.
GÖÇMEN: Kendi ülkesini terk ederek yerleşmek üzere başka bir ülkeye giden kişi, aile topluluktur.

SOYKIRIM: Uluslar arası hukuka aykırı “uygar dünyanın mahkûm ettiği” insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçtur.

MÜLTECİ:“Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi”ne göre mülteci, ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir.’’
GÖÇ: Ekonomik, siyasi ya da sosyal nedenlerle bireylerin veya toplulukların oturdukları yerleşim yerlerini terk ederek yerleşmek üzere başka bir bölge ya da ülkeye gitmeleridir.

İKİNCİ VATAN: Bir kişinin doğduğu ülkeden sonra yaşadığı bağlandığı ülke.

 

Sorun, en yalın ifadeyle, yüzleşme ve hesaplaşma sorunudur.

Irkçı ön yargıların pervasızca kışkırtıldığı toplumlarda, sıradan insanların gerçekleri öğrenme olanağı olağanüstü zorlaşmaktadır. Çünkü çok az istisnalar dışında “çoğunluk” aydınları da ya yoğun ırkçı propagandanın etkisi altında, ya da doğrudan ırkçılığın aleti konumundadırlar. Toplumsal bilinç, insanlığın karanlık yüzünün inkarı üzerinde şekillendiğinden bilinç kirlenmesi, ulusal ve dini duyguların istismarı olağanüstü durumları geliştirmiştir. Milliyetçilik ve ırkçılık, toplumda utanma duygusunun, vicdani sorumluluğun uyanmasına şans tanımamıştır.

Tarihte insanlığa karşı işlenmiş suçların suçu olan soykırımın inkarı, toplumlar arasında insan hak ve özgürlüklerine saygısızlığın,  farklılıklara düşmanlığın, temelini oluşturmaktadır. Güya sınıfsız, imtiyazsız bireyler topluluğunu “mutlu” kılan ulusal duygular, ırkçı fantezilerin yarattığı efsanelerden beslenmiştir. Cumhuriyet sonrası “Samsun ufuklarında parlayan güneş” mavi gözlü sarı saçlı dev adam efsanesi gibi.

İnsanlığa karşı işlenen suçlar bağlamında, tarihi en çok çarpıtılan gerçeklerinden biri ırkçı milliyetçi duygulardır. Her defasında ırkçı histerinin gövde gösterisine dönüşen kutlama törenleri, artık spor sahalarına  kadar inmiştir.(Futbol üzerine yazımda bunu daha geniş yazmıştım)  

 Osmanlı hanedanlığı, Anadolu'da  gelişen sorunları önlemek için Mustafa Kemal'i müfettiş olarak Anadolu’ya gönderiyor. İstanbul hükümeti (İTC) tarafından Anadolu'ya gönderilen Mustafa Kemal saf değiştiriyor.  Mustafa Kemal’in, saf değiştirmesinin temel nedeni ingilizlerle geliştirdiği ittifak sonucudur.. Mustafa Kemal’in, neredeyse tamamı soykırım suçlularından oluşan Anadolu içlerine çekilmiş İttihat Terakki kadrolarının, Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarının kontrolündeki Osmanlı askeriyesinin, ittihakçı teşkilatlarının başına geçmesi eylemidir.
 İtihatçıların, 1915’ soykırımın da istedikleri sonucu elde etmişlerdir.

1915 ve sonrası, Ermeni,Asuri-Süryani, Rum- Pontos-Laz halkının  sürgünlerle   ilhak edilmesi projesidir. 
Kulakları sağırlaştıran, gözleri kör eden, sesleri boğan ırkçı histerinin doruklara tırmandırılmaya çalışıldığı anmalar, milli bayramlar ve okullarda söylenen antlar,  marşlar, barışa ve dostluğa  vurulan darbelerdir. Okularda okutulan tarih kitapları savaş kışkırtıcısı, ırkçı ve şövendir. Milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı objektif tarih bilinci ile kin ve nefretin girdabından kurtulmanın çareleri aranmadığı , Kürt halkının ve Alevi inancına mensup halkların tepesinde Damokles kılıcı gibi sallanan asimilasyonun ve inkarcılığın belası boş durmuyor. Sürekli ırkçılık ve milliyetçilik pompalanıyor.


Sürgün ile zorbalık arasında her daim bir bağıntı söz konusudur.


Sürgün konusu; insana dair olan ne varsa, işte o insanın karşılığıdır. sürgün yaşamın hasretidir özlemidir sürgünde yaşam yaşadığı ortamdan ayrılmanın en acı ve tarifi mümkün olmayan yitirmişlik ve yalnızlık duygusudur.Sürgünde yaşamak duygu ve düşüncelerle ayakta kalmaktır.Hissettiklerini duygularınla yeniden üretmektir.

Sürgünlüğün tarihi basta eski Roma’dan Osmanlı'ya, T.C ‘den Hitler faşizmine ve dünyanın her yerinde uzanan insanlık dışı  uygulamaların tarihidir.

Musa, Firavun’un zulmünden, Hz. Muhammed ise Mekke’lilerin zulmünden kaçan sürgünlerdi.


Ancak, sürgün deyince kimi isimleri aktarmak gerekirse: Karl Marx, José Marti , V. İliç. Lenin, Leon Troçki, Nazım Hikmet Ran, Aram Tigran, Cigerhun, Bertolt Brecht, Albert Einstein,Yılmaz Güney, Behice Boran, Zeki Baştımar, Doğan- İnci Özgüden, Ahmet Kahraman, Ozan Emekçive daha niceleri sürgün yaşamı iliklerine kadar yaşayanlardır...


Kimilerine göre sürgün yaşam, sürgün kararı almış kişilere mahsustur. Kimilerine göre resmi ideoloji ve iktidar tarafından muhalifliğin cezasına çarptırılmışsa ve bu sebeple ülkeyi terketmiş olması yeterlidir.


Siyasetçi,yazar , şair, sanatçı,aydın ve muhalif  olanlar (sosyalist-komünist) doğduğu topraklar dışında yaşamak zorunda kalmışlardır.Her dönem sürgün yaşamın muhatapları olmuşlardır.
Hükümet-İktidar devlet olanaklarını ellerinde bulunduranlar ya da eline geçirenler; her  dönem  muhalif kişileri tutuklamayı, gözdağı vermeyi, işkence yapmayı, öldürmeyi her daim uygulamıştır. Egemen güçler baskıcı rejimini; yargı, yürütme ve yasa organlarını kanunlarının yazılı emirleri olarak  hayata geçirmişlerdir.


Tarihin her döneminde iktidar gücüne muhalif olanların akıbeti ya ölüm ya da sürgün yolları görünmüştür. osmanlı dönemin ünlü sürgünleri Namık Kemal, Mithat Paşa ve Ziya Paşa'ydı. Paris ve Cenevre'de yaşayan sürgünler arasında  jön Türk hareketinin başını çekenler de vardı. (Jön Türk ismi Fransızlar tarafından konuldu.)

 

Hitler Faşizmi ve Sürgün


Almanya 'da 1933 'te iktidara gelen Hitler; estirdiği teror sonucu bir çok aydın yazar ,ressam, bilim insanı,sosyalist,komünist Almanya' yı terketmek zorunda kaldı.

400'e yakın muhalif, yazar, sanatçı, aydın sadece Türkiye'ye kaçtı.Üniversitelerde ders verdi. Muhalif sürgünden Fritz Neumarkt, Türk gelir vergi yasasını hazırladı. Ernst Hirsch,Türk Ticaret Kanunu hazırladı. (Batı Berlin 'in ilk Eyalet Başbakanı Ernst Hirsch,)Türkiye 'deki modern konservaturları kuran Paul Hindermith’dı, İstanbul Diş Hekimliği Fakultesi‘nde imzası olan bir sürgündü. TBMM mimarı olan Bruno Taut Nazi zülmünden kaçıp Türkiye 'ye sığınan sürgünlerdi. Almanya’dan kaçan yüzlerce bilim insanı, sanatçı, aydın Türkiye'de sürgün yaşam sürdürdüler. Bunların 315 ögretim üyesi görevinde bulundu. 1936'da Musevi asıllı Alman prof. Hirsch Protkessel bunlardan biriydi.

Hitler faşizminin zulmunden kaçan siyasiler ve  aydınlar akademik kariyerleri olan kişilerdi. Dolayısıyla İstanbul ve Ankara'da akademik işlerde görev aldılar.

Türkiye’ye kaçan Alman sürgünler 1953 yılında Almanya' ya döndüler.

Almanya 'ya geri dönen sürgün sanatçılar ve edebiyatçılar savaşla ilgili eserler üreterek kalıcı eserleri miras bıraktılar. Alman sürgünler, Hitler’in iktidar da bulunduğu sürece'' yıkım sanatı ve  edebiyatı'' dediler.


Avusturya-Viyana sanat ve edebiyat akımlarının öncüleri; Arthur Schnitzler, Anold Schönberger, Sigmund Freud, Gustov Klimt, Egon Schiller,  Otto Wagner, Stefan Zwink, Tomas Bernhart gibi muhalifler zorunlu sürgüne çıktılar.


Franco sonrasında İspanyollar’ın sürgün deyince büyük göç dalgası, ortak dili ve kültürü paylaştıkları Latin Amerika ülkelerine yönelik oldu. Aralarında Américo Castro, Claudio Sánchez Albornoz, gibi tarihçiler, León Felipe, Emilio Prados, Juan José Domenchina gibi şairler,Rosa Chacel, Francisco Ayala, Max Aub, Manuel Lamana gibi romancılar, Claudio Guillen, Ricardo Gullon, Juan Marichal gibi eleştirmenler, Maria Zambrano,  Manuel Garcia Morente gibi filozoflar,: Alejandro Casona, JacintoGrau gibi tiyatro yazarları, Manuel de Falla, Pau Casals gibi müzisyenlerin, Augusto Pi Sunyer, Severo Ochoa, Josep Trueta gibi bilim insanların bulunduğu önemli isimler  Meksika,  Arjantin, Küba gibi  ülkelere sürgüne çıkmak zorunda kaldılar.


SOYKIRIM ve SÜRGÜN


Soykırımı anmak, yanlışları anlatmak kin gütmek anlamına gelmez.
Kin ve nefret geçmişe ve geleceğe ait güzel ve temiz olan ne varsa tahrip eder. Soykırım, farklılıkların yaşamına müdahale eden, insanı yok eden, soykırım da kurtulanlara farklı yaşamı dayatan ve farklı yaşamı geliştiren bir zorunluluktu.


“Jenosid-soykırım” kavramı ne anlama gelmektedir?


Birleşmiş Milletler Cemiyeti, 9 Aralık 1948 tarihinde, 12 Ocak 1953’te yürürlüğe giren soykırımın önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin 260 numaralı kararı onaylamıştır. Federal Almanya soykırım konvansiyonunu Şubat 1953’te imzalamıştır. Bu Karar gereğince soykırım, uluslar arası hukuka aykırı “uygar dünyanın mahkûm ettiği” insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçtur.

“Soykırımın, uluslar arası kurumların, ulusal devletlerin ve/ya kişilerin sorumluluk duyması gereken en büyük insanlık suçu” kabul edilmesi anlayışına temel olan düşünce, ikinci dünya savaşında insanlığa karşı işlenmiş suçları, halklar hukuku bağlamında anmak için Birleşmiş Milletler Cemiyetinin 21 Aralık 1947 tarihili genel kurulunda kabul ettiği 180 numaralı kararıdır.

Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu ikinci maddesi “bir ulusu, bir etnik, ırksal, ya da mezhepsel grubu tamamen ya da kısmen kasıtlı olarak tahrip etmek amacı ile” aşağıda sıralan suçlardan her hangi birinin işlenmesini soykırım olarak değerlendirmektedir.
-Gruba mensup bireylerin katledilmesi
-Grup üyeleri üzerinde bedensel ve ruhsal ciddi zararlara sebep olunması
-Grubun yaşam kaynaklarının tamamen ya da kısmen kasıtlı olarak ortadan kaldırılması
-Grup üyelerinin doğal üremelerinin kasıtlı olarak engellenmesi
-Grup üyelerinin çocuklarının zorla ellerinden alınıp başka bir gruba verilmesi''

Tarihçi prof. Konstantinos Fotiadis’in “Pontos-Helenleri Soykırımı” adlı yapıtından bir alıntı:

“Bu gün soykırım dendiğinde otomatikman akla 20. yüzyılın insanlığa karşı işlenmiş en kötü iki cürümü gelir. Yani “jön Türklerin” 1915 Ermeni soykırımı ve Nazi Almanya’sının Yahudilere ve Slav halklara karşı gerçekleştirmiş oldukları soykırımlar anlaşılır.

Pontos-Helenlerine karşı işlenmiş soykırım maskelenmiştir. Sorumlular dünya politikasının temeline kök salmış devlet sınırlarının dışına taşan diplomatik örgütlenmeler içine yer etmişlerdir.
Pontos Halkı, Trabzon’un düşüş tarihi 1461’den buyana Osmanlı egemenliği altında, katliamlara, sürgünlere, köleleştirilmeye, akla gelebilecek bütün insanlık dışı muamelelere maruz kalmıştır. Bu politikanın doruk noktası, 20. yüzyılın jenosididir. 
20. yüzyılın başında Rum-Pontoslu Helenler, 353.000 kurbanla ikinci büyük soykırıma maruz kalmışlardır. Hıristiyanlara ait ne kadar dini okul, kilise vs. sosyal kurum varsa tümü ya yakılmış, tahrip edilmiş ya da camiye dönüştürülmüştür.'' İşin  en acı yönü ise gerek Osmanlı da gerekse de T.C tarihinde bu katliamlarla ilgili tek satır bile geçmemektedir.

''Pontos-Helenleri Avrupa Örgütü ve Pontos-Helenleri Gençlik örgütünün çalışmalarındaki motto ''Affetmeye hazırız, fakat unutmaya asla!
Tarihi Gerçekleri Doğru Öğren! Fakat Fanatizme Ve Demagojiye Asla İtibar Etme!''sloganını rehber etmişler.

1914-15 , Ermeni, Asuri-Suryani katliamlarında Kadınlar ve yaşlılar yollarda öldürülmek maksadıyla sürgüne gönderilmişlerdir..,


ÇERKEZ SÜRGÜNÜ


21 Mayıs 1864,Çerkesler Rusya Çarlığı karşısında sistemli bir şekilde soykırıma tabi tutuldular ve hiç bilmedikleri topraklara sürgün edildiler. İki milyon insanın hayatını kaybettiği, yüzbinlercesinin ise hiç bilmedikleri yeni coğrafyalara sürgün edildiği tarihtir. 
Çerkesler, hem anayurtlarında hem de anavatanlarından uzakta bulundukları tüm ülkelerde (Türkiye, Suriye, İsrail, Ürdün, Abd, Almanya, Kanada, İngiltere vs) her yıl 21 Mayıs tarihinde ''sürgün ve soykırımı anma programları'' düzenliyorlar. 21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü ve Soykırım günüdür.

 

Belgelerde anlatılan Dersim sürgünleri,

Binlerle ve hatta on binlerle ifade edilen Dersim sürgünleri yanlış yerlere gönderilerek  ailelerinden koparıldılar.
Dönemin İskân Müdürü Dr. Reşad Tanyeri’nin resmî talimatları, sürgün listeleri, telgraflar, sürgün mektupları, hastalık ihbarnameleri, güvenlik, sağlık, nüfus, ölüm, ulaşım konularında gerçekleşmiş resmî yazışmalardan oluşuyor. Sözkonusu belgelere göre 1938 yılında Dersim halkından batıdaki yerleşim merkezlerine en az 7 bin, en çok 12 bin kişinin sürüldüğünü yazmaktadır. Dersim sürgünlerine, hiçbir ölçü tanınmadan, kadınlara, hastalara, beşikteki bebeklere, yaşlı ve sakat insanlara bile uygulandığı ortaya çıktı.

Bir yük vagonunda gözlerini dünyaya açtıktan 6 yıl sonra, 1938’de, ailesiyle birlikte Dersim isyanı sürgünleri arasına yine bir yük vagonunda katılan Cemal Süreya’nın,
“Bizi bir kamyona doldurdular.Tüfekli iki erin nezaretinde, sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu...”dizeleriyle anlattığı, hayatında derin izler bırakan bu sürgüne ilişkin resmi yazışmalar 71 yıl sonra ilk kez Dersim belgeleri üzerine çalışmalar yapanlar tarafından günyüzüne çıkarıyor.


Cumhuriyet Tarihinde Dersim’in Önemi

 Dersim coğrafyasının önemli bir bölümünün Bakanlar Kurulu tarafından “yasak bölgeler” olarak ilan edilişi; bu bölgelerin insanlarının Batıya zorunlu ikamete gönderilişi; yasak bölge dışındaki yerlerden de sürgün edilenlerin olduğu; Batıya gönderilenlerin 1947’de geri dönmesine karşın “yasak bölge” uygulaması 1950’ye kadar devam etmiştir.
1938 Dersim belgelerinde; Bakanlar Kurulu’nun sadece 6 Ağustos 1938 tarihli kararıyla, 1.246 haneden 5 bin kişinin, 15 şehrin 50 kazasına bağlı 922 köye zorunlu göçe tabi tutulduğu anlaşılıyor.
Belgelerde anlatılan Dersim sürgünleri, sadece Erzincan tren istasyonundan Batı illerine gönderilenlerden ibaret olanları kapsıyor. 
Osmanlı dönemindeki raporlar başta olmak üzere, tüm resmi belgelerde Dersim halkı, bazen “Kızılbaşlar”, bazen “Türkmenler”, bazen “Kürtler” olarak geçerken sürgün yazışmalarında ise genellikle “muhacirler” deyimi kullanılmıştır. Dersimli sürgünler, belgelerde, “Doğu Muhacirleri”, “Doğu Göçmenleri”, “Doğu Halkı”, “Tunceli Muhacirleri” gibi adlandırmalarla yer alıyor.


Sürgünler sadece Dersim’den değildir. Erzincan,Refahiye, Tercan ve Kemah’tan da sürgün edilenler vardır. Buradan sürgün edilenler de -ne tuhaftır ki- ‘Tunceli Muhacirleri’ içinde yer alır. Bunların İsmet İnönü’nün Erzincan’dan çıkarılmasını istediği ‘Dersimli marabalar’ olduğu tahmin ediliyor. Belgelerden, sadece Trakya ve Çanakkale’ye 1.300 kişinin gönderildiği tesbit ediliyor.

 İstanbul Valiliği’ne gönderilen bir yazıda, ‘‘yasak bölgeler halkından ele geçen 5-7 bin kişinin memleketin muhtelif mahallerine nakilleri hakkında’ nüfus cetvelleri de sunularak– bilgi verilir.”
 Kısacası, asker, asker yardımcısı, çoban, ‘eşkıyayla savaşan kişi’ veya ‘gazi’ olmak dahi, Dersimlilerin sürgüne gönderilmesine engel olamaz.” T.C Devletinin hazırladığı ‚‚Dersim Raporları‘‘ kaynak olarak bakılmalıdır.


Sürgün  “Yersiz- yurtsuz, kimsesizliktir. Sürgün  dinmeyen bir yürek sızısıdır. Sürgün yaşamı, sürekli mutsuzluk ve yalnızlıktır.


 Edward Said’in sürgün tarifini şöyle yapıyor: “Sürgün hakkında düşünmek tuhaf bir biçimde davetkar hatta kışkırtıcı bir şeydir de, sürgünü yaşamak korkunçtur. Sürgün, bir insan ile doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında zorla açılmış olan onulmaz gediktir: Özündeki kederin üstesinden gelmek mümkün değildir. Tarihin ve edebiyatın, sürgünü insanın hayatında kahramanca, romantik, şanlı ve hatta muzafferane sayfalar açan bir durum olarak betimleyen hikâyeler barındırdıkları doğrudur. Ama bunlar hikâyeden, yabancılaşmanın kötürümleştirici hüznünü alt etme çabasından ibarettir. Sürgünde elde edilen kazanımlar sonsuza dek arkada bırakılmış bir şeyin kaybedilmesiyle sürekli olarak baltalanır.”


Malta Sürgünleri


Mehmet Akif Bal, Hüseyin Cahid Yalam, Falih Rıfkı Atay, Galip Kemali Söylemezoğlu, Yunus Nadi Abalıoğlu, zekerya Sertel, Asım Us, Halil Kurt, Süreyya Sami Berkem, Tevfik Rüştü Aras, Hüseyin Suat Yalçın, Hüsamettin Ertürk, Ali Fuat Okyar, Mithat Şükrü Bleda, Ali İhsas Sabis, Rahmi Apak, Ahmet Emin Yalman, Ali Münüf Yeğena, Ziya Gökalp, Halil Menteşe, Mustafa Reşat Mimaroğlu, Aka Gündüz, Hüseyin Raif Orbay, Mehmet Faik Ener, Ubeydullah Efendi İngilizler tarafından Malta'ya sürügüne gönderildiler. 


''Malta surgunleri Ermeni katliamının tespit edilebilmiş musebbibleri ve uygulayıcılarıdır. Ermeni soykırımı (sozde degil ozde) aslında osmanlı'nın bir sorunu olması gerektiğine rağmen, Malta sürgünlerinin hemen hepsinin yeni Cumhuriyetin kurucu kadroları olması, bu lanetin bugune kadar başımıza bela olmasının nedenidir. İşin garibi her firsatta burokrasi ve İstanbul burjuvazisi ile kapışan Anadolu yesil burjuvazisi ve esrafı, Ermeni meselesinde tam bir birlik halindedir. Turkiye de kaç hakim grup var sayabilir misiniz;  diyen Taner Akçam'dır..

 

1299'da başlayıp 1924'te son bulan Osmanlı hanedanlığına.sürgün yolu sirkeci istasyonu'ndan 1924'ün 4 mart akşamı saat dokuza çeyrek kala kalkan  bir trenle gerçekleşti.. Tren isviçre'ye gidecek olan 'simplon ekspresi'ydi. Anadolu'nun, Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Doğu Avrupa'nın ve Kuzey Afrika'nın tarihini 600 küsur yıl boyunca baskı ve zulüm altında tutan bir imparatorun torunları bu toprakları zorunlu terkediyorlardı. Osmanlı hanedanı,TBMM'nin 3 mart 1924 günü kabul ettiği 431 sayılı kanun uyarınca türkiye sınırları dışına çıkartılıyordu. Hanedan mensuplarının herbirine dönüşü olmayan, sadece 'gidişe mahsus' birer pasaportla ikişer bin ingiliz lirası verildi, mal varlıkları tasfiye edildi ve Türkiye'ye değil girmeleri, türk topraklarından transit geçmeleri bile yasaklandı.

Halife Abdülmecid (padişah)efendi, kızı Dürrüşehvar Sultan'la, oğlu şehzade Ömer Faruk efendi'yle ve kadınlarıyla beraber 4 mart akşamı  isviçre'ye gönderilmişti..Ertesi günü, 24 saat içerisinde terketmeye mecbur tutulan şehzadeler yani osmanlı hükümdarlarının soyundan gelen prensler yola çıktılar. julio sezari vapuru  şehzadeleri, imparatorluk prensleri sürgüne gönderildi.



Kürt Teali Cemiyeti kurucu üyeleri, Abdullah Cevdet ve  Doc.Dr.Şükrü Sekban sürgüne gönderildi.
1924 de Anadolu'da yaşayan Rumların mutabakat sonrası  Yunanistan'a sürüldü.
1934 'de Trakya'da yaşayan Yahudiler (museviler) yerlerinden sürüldü.
1938 Dersim katliamında arta kalan insanlar Batı'ya Sürüldü.
1941 Varlık vergileri uygulaması sonucu, İstanbul, İzmir, Anlara'da yaşayan Ermeniler, Rumlar ve Museviler Aşkale'ye sürüldü.
1955 6/7 Eylül olaylarının başlatılması sonucu, Rumların, Ermenilerin  yerlerini terk etmek zorunda kaldı.
1964'de İstanbul ve İzmir'den Rumlar yunanistana sürüldü.
1971 askeri darbesi sonrası, sosyalistler, aydınlar zorunlu sürgün yaşadılar.
1980 askeri darbesi sonrası 30 bin politik insan, zorunlu olarak yurt dışına çıkarak sürgün yaşamaya devam ediyorlar. Hala dönemeyen binlerce 12 eylül sürgünü var.
sosyalist, Komünist, Aydın, yazar ve  muhalif olanlar düşüncelerinden dolayı önce cezaevlerine hapsediliyorlardı, cezaevinden çıktıktan sonra da 1 yıl ile 5 yıl arası sürgüne gönderiliyorlardı.
T.C.Adelet Bakanlığı; 12 Eylül sonrası  29.500 kişinin yurtdışına çıktığını resmi olarak açıkladı. 

Anadolu toprakları sürgünler diyarı oldu. Nazım Hikmet, Dr. Hikmet Kıvıcımlı, Musa anter, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kaya, Batman Belediye Başkanı Mustafa Ramanlı, Diyrabekir'li Necip Köprülü ve Yılmaz Güney iç sürgünler furyasının önemli simalarıydı. İç sürgünlerin gittikleri yerler Konya,Niğde, Bursa, Kırşehir gibi yerlerdi. Devlet, en çok fazla Konya'ya gönderiyordu. Çünkü sürgüne gönderilenler orada izole ediliyorlardı.

Sürgünler, her akşam imza atmaya gidiyordu. Her türlü baskıya maruz bırakılıyorlardı. Gerici, faşist gruhlar sürgüne gelenlere her türlü hakareti yapıyorlardı, onlara düşman gözüyle bakıyorlardı. Devletin güvenlik güçleri ise bu saldırganlıklara gözyumuyordu.

Sürgün yok etmektir, insanı var olan değerlerinden koparıp almaktır. 


Sistem ve egemenler hiçlik duygusu vererek yok etme kültürünü gösteriyor. İnsanı değerlerden koparıp atıyor


Devam edecek


T.C tarihin de 150‘lik sürgünler olayı..