Sömürgeci şirketine savaş açma yetkisi veren ülke: Hollanda

Tarihsel olarak Fransız, İspanyol, Alman ve İngilizlerin siyasi etkisi yanında, kuzeyde Frizler, doğuda Saksonlar ve güneydeki Frankların yaşadığı ve kendilerine ait dil ve lehçeleriyle çok kültürlü bir yapıya sahip bir ülke.

Özellikle kapitalizmin geliştiği ilk dönemlerde, Katolik iktidarlardan ve Engizisyon’dan kaçan zengin Protestan tüccarlar, Yahudi muhalifler, değişik inançtan kesimler ve aydınlar, Protestan iktidarların olduğu Hollanda’nın Kuzey bölgelerine sığınarak süreci hızlandırdılar. Çünkü Kuzey'deki Amsterdam şehri ticaretin kalbi olmuştu. Hollandalı tüccarlar, Kuzey Amerika’ya göçün ve dünyanın birçok bölgesinde sömürgelerin yaratılmasında ve de buralardan elde edilen zenginliklerin ülkeye getirilmesinde başrolü oynayarak kapitalistleşme sürecini hızlandırmıştı. Bu sürecin başlangıçlarında yani Rönesans ve Reform öncesi köle ticareti baş sırayı alıyordu.

Ticaret, keşifler, icatlar ve teknolojik gelişmeler sonrası hızla gelişti. Rönesans ve Protestanlık bu süreci inanılmaz boyutlara ulaştırdı. Örneğin 1602 yılında, koloni ülkelerini sömürmek için kurulan Dutch East İndia Company adlı şirket sömürgeciliğin ilk büyük organizasyonudur. Öyle ki, savaş açma yetkisi bile olan bu dev şirket, Hollanda’nın sömürgecilikteki boyutunu bize tek başına anlatmaktadır. 15 ve 16. Yy da Tüccar-Prenslerin öncülüğünde başlatılan anti Katolik savaş giderek 18.-19. Yy da aydınlanma sürecinde Fransa’dan ve İngiltere’den de etkilenerek ülkede demokrasi taraftarı Yurtseverler ile Kralcılar olarak iki kampın doğmasına yol açtı. Yurtseverlerin hâkimiyetiyle çok farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir uluslaşma süreci başlamışta olsa, dış güçlerin de etkisiyle kralcıların tekrar iktidara gelmesi uzlaşma sürecini başlatmış oldu.

Aydınlanma süreci, özellikle de seküler, laik sistem, milliyetçi değil evrensel değerler, 1796 yılında Fransa devriminden etkilenerek ülkeye has, özel biçimiyle benimsenmiş olmasına rağmen, feodal üretim ilişkileri hâkim olmasa da onun üst yapıda ki hukukuna sembolik de olsa imkânlar tanıyarak bir tür uzlaşmacı İngiliz tarzı benimsenmiş oluyordu. Aydınlanma, esas çıkış noktasını, merkezi, otoriter ve dogmatik öğretide ısrar eden Katolik inanca karşı başlattığı mücadele içinde bulmuştur. Bu mücadele Protestan prenslerin iktidarıyla güç kazanmış ve burjuva sınıfın sömürgecilik ilişkileriyle birlikte hızla gelişmesi sonucu, Fransa devriminin etkisiyle de, aydınlanma sürecinin Cumhuriyetçiler olarak sürdürülmesinin yolunu açmıştır.

Tarihte Protestanların ilerici rolü bugün bütün Avrupa’da olduğu gibi Hollanda’da da tamamen eriyip gitmiştir. Çağımızı belirleyen temel dalga, sınıf mücadelelerinin siyasi görünürlüğünü kazanmış olmasıdır. Fakat gücün aşırı şekilde belli bir azınlığın elinde toplanması ile geniş kitlelerin sınıfsal kalkışması tehlikesi artmıştır. Geçmişte bu itici dalga ilerici rolünü, ağır baskılardan dolayı din koruması altında Protestanlık adı altında sürdürülüyordu. Sınıf mücadelesinin geliştiği çağımızda Protestanlık tamamen dini kabuğuna girmiştir. Bugün en azından 1990’lara kadar devrimci dönüşümler açık sınıf savaşlarına dönüşmüş ve görünür olmuştu. Fakat sosyalist dalganın gerilemesiyle birlikte bu açık görünürlük yerini başka kozalar içinde daha kapalı ve kabul edilebilir biçimiyle sürdürülmektedir. Örneğin kadın hakları, çevre sorunu, etnisite ve ulusal platform, inanç özgürlüğü vb. gibi. Bu alanlar sınıf mücadelesiyle doğrudan ilişkisi olmayan ama ondan da bağımsız olmayan alt kültürel oluşumlardır. Bu alanlara destek veren sağ partilerin olması da Avrupa’nın geldiği kozmopolit siyasi profili açıklar. İşte Hollanda’da benzer oluşumlardan bahsedebiliriz. Ama Hollanda’nın bu yönüyle(çevrecilik gibi) Almanya’dan etkilenmesi yanında esas olarak tüm Batı Avrupa ülkelerde var olan bir siyasi kişilik de sırıtmaktadır: yabancı düşmanlığı. Hollanda da ki bu şovenizmin Almanya’da ki gibi sinsice ilerlediğini söyleyebilirim.       

Deniz aşırı sömürge ticaretiyle gelişen burjuva sınıfın, Protestanlık aracıyla siyasi sahneye çıkmasıyla, Hollanda’da, Aydınlanma ve demokratik uluslaşma süreci, içsel ve dışsal etkilerin rol oynadığı bir devinimle evrimsel olarak yaşanmıştır diyebiliriz.