'Teoriyi din gibi, devrimci mücadeleyi cihat gibi anlayan ve örgütü devrimci eleştirinin dışında tutanlar sol olamaz, devrimciliği böyle algılayanlar, din gibi herşeye gözü kapalı boyun eğenler, kapalı tünellerde serçe avına çıkanlar, milliyetçilik gibi tahmmülsüz olan bir görüşten etkilenenler devrimci olamaz. Devrimci örgütler başkasını eleştirmeyi çok sık konu yapıyor. Ama ne yazık ki, eleştiri okları kendine gelince, o zaman kullanılan eleştiri ölçüleri değişiyor. Devrimcilerde, devrimci eleştiricilik sistemli suçlamalarla ve baskıcı tutumlarla sekteye uğradı, ve ezildi. Şiddete maruz kaldı. Solun, eleştiri analizleri adeta sistemin yedeği konumuna düştü.'
"Sol" içi şiddeti sorgulamak ve aşmak... !
İnsan durup dururken, hele bir düşüneyim, bakalım nasıl bir düşünce ortayaçıkacak‘ diye düşünmüyor. Her düşünce belirli bir tarihseldönemin toplumsal koşullarının ürünüdür. Düşüncenin ilmikleri bir çok nedene bağlı. Neyi sorun görüyoruz, neyi çözümlemek istiyoruz? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?. Nasıl bir dünya tasarlıyoruz? Bütün bu sorular bilincimizi etkiliyor.
"Sol" içi şiddet‘ kavramı sorunlu bir kavramdır Çünkü ‘şiddet‘ kavramı, özgür ve eşit bir dünya kurmak isteyen bir dünya görüşüne terstir. Şiddet, esas olarak sola özgü bir kavram değildir. Peki ama sol içindeki şiddeti nasıl açıklayacağız? ."Sol" içi çatışmayı "sol" içi şiddeti sadece Türkiye‘de yaşanan bir olgu olarak görmemek lazım. Solun olduğu her yerde, dünyanın her yerinde yaşanan bir olgu. Üstelik sadece sola ait olmayan bir şey. Yani kendinden önceki hareketlerde de "şiddet" vardı.
Sol ortaya çıkınca kendisini kemiren bir kurt gibi şiddeti buldu. En modern toplumlarda dahi sosyalist hareketler önemli problemler yaşandı. Ana kaynağımız 1917 ekim devrimi sonrası süreçtir. Rusya solunun temel aktörlerinden Menşevikler, Sosyalist Devrimciler, Bundcular, ve giderek Bolşevik Partisi içinde yer alan farklı eğilimler tarih sahnesinden silinmemişler midir? Hele Stalin dönemi SBKP içinde tam bir imha süreci olmamış mıdır? Ve devrim kendi çocuklarını yemeye başlamadı mı? Mao, kültür devrimi adına milyonlarca insanın ölümüne olmadı mı?, Kamboçya'da Pol pot- Kızıl Kmerler 1975-79 yılları arasında 2 milyon insanın ölümüne yol açmamış mıdır?
Sosyalistlerin kendi aralarında ki çatışmalar hem psikolojik hemde sosyolojik olarak ele alınmalıdır.
Eğer bir insan demokrasi kültürünü öğrenmeden "sosyalist" olmuşsa, kendi içimizde demokrasiyi de sindiremeyiz. Kendini demokratikleştiremeyenlerin demokrasi talebi, toplum nezdinde inandırıcılık sağlayamayacağı gibi demokrasi kuruculuğu ve demokratik kazanımları koruması da hep olanaksız kalacaktır. O halde gerçek siyasal taleplerimizle devletten istediklerimizi kendi içimizde de uygulamak zorundayız.
Sosyalistlerin ve devrimci eğilimlerin özgürlük ve haklarda eşitliğini rededen, doğrunun tekelini kendinde gören her anlayış kaçınılmaz bir şekilde farklılıkları kapitalizmin ve devletin uzantısı görmeye başlar. Bu yaklaşım sol içi şiddeti ortaya çıkartır, bunu meşru görür. Kapitalizme karşı kendisi ve kitlelerin hak ve özgürlüklerini savunanların kendi içlerinde buna izin vermeyen yaklaşımı, tutarsız bir yaklaşım olarak inandırıcılığı ortadan kaldırır. Bir an önce devrimi gerçekleştirme, ve devrimin yakınlığından ve onu her tehlikeden koruma güdüsüyle beslenen bu yaklaşım, sanılanın aksine devrimin toplumsal temellerinin ve inandırıcılığını ortadan kaldırır.
Devrim ve onu korumak için teksesliliği ve ötekilerin bastırılmasını meşru görmek, kitlelerin demokratik olgunlaşmasını, fikirlerin gelişmesini engeller. Bu sorun tek başına demokrasi sorunu da değil. Bu "sosyalizmden" ne anlaşıldığıyla da ilgilidir. Eğer siz sosyalizmi, başka görüşlerin olmadığı sadece bir görüşün,bir partinin egemen olduğu bir fikir veyahut bir eylem olarak görüyorsanız "sol" içi çatışma başlamış demektir.
Geçtiğimiz seçim günlerinde (10 ağustos) İstanbul- Nurtepe'de solun bir başka sol partinin seçim çalışmasına 'stand açmaya' engel çıkartmasıyla başlayan tartışmalar, her yönüyle irdelenmesi gerekir. Çünkü sosyalistler buradan bir kez daha çok şey kaybetti. Hala birbirimize olan düşmanlığımızı egemenlere olan düşmanlığımızdan daha çok hisseder olduk. Neden? Çünkü biz birbirimize yakınız birbirimizi görüyoruz.
Burada şunu belirtelim ki, sol hareketler arasındaki ayrılığın ana temeli ideolojik değil psikolojiktir. "Sol" içi çatışma sadece birini öldürmek değil birbirini nötralize etmektir de. Sol içi olumsuzlukların kitleler nezdinde tepkiyle karşılanmasına rağmen hala bu olumsuzluklarda ısrarcı olan kesimler vardır. Bunun üzerine çok ciddi düşünülmelidir. Bu çatışmalar nedeniyle harcanan enerjiyi seçimde, örgütlenmede dışımıza doğru yönlendirilemedi. Çünkü tek parti kültüründen, sosyalizm anlayışından gelmiş insanlardık. Yani "sol" içi çatışmaya karşıyım söylemi de yetmiyor. Insanın kendisini terbiye etmesinde fayda vardır. Ama bunu değiştiren bir kültür yaratmamız gerekiyor.
Bu kültür gerçekten sosyalistce demokrasi kültürünü uygulamakla, çoğulcu bir sosyalizmi savunmakla, diğer devrimci haraketlerin varlığını kabul etmekle yolumuz aydınlığa kavuşur. Elbette her insan veya her örgüt ‘en doğruyu temsil ettiğini savunacaktır. Bunda yanlış bir şey yoktur. En doğruyu temsil ettiğini düşünen insan, diğerlerini ikna etmeye etmeye çalışır, baskı uygulamaz. Diğerlerini ikna etmek için de gerçek bir tartışma özgürlüğünü savunur.
Marksist felsefe kendi aleyhinde çıkacak sonuçları kabul eden bir bilimdir. O doğruyu kabul ettiğinde zaten sen de doğru yürüyebilirsin. Ama karşındakini dinlemezsen "zaten yanlış söylüyordur" dersen, o zaman her türden çatışmanın , her türden karşı karşıya gelmenin mantığını baştan kurmuş olursun. Türkiye'deki sosyalist hareketlere baktığımızda " en doğru ben" dediklerini görürüz. Doğru, iki nokta arasındaki en kısa mesafedir. Herkesin doğrusu olabilir. Ama karşınızdakinin de doğrusu olabileceğini kabul ettiğinizde bir çözüm bulunabilinir. "Bizim Örgüt te herkes doğruyu bilir başka Örgütte herkes yanlıştır" dendiğinde çözümsüzlük başlamıştır. ( Doğruya ulaşan insan, diğer insanlar üzerinde baskı kurmak için değil, diğerlerini doğru düşünceye ikna ederek demokrasiye ihtiyaç duymalıdır.)
Sol " sol" içi şiddeti masaya yatırmaktan daha ne kadar kaçabilecek? Sol İçi Şiddet Kurultayı'na Çağrı (1990). Devrimci tutsaklar tarafından hapishane koşullarının sınırlılığı içinde yapılan bir araştırmada "sol" içi şiddet sonucunda Türkiyeli örgütler arasında 1975-80 arası 118 solcu-devrimci öldürüldüğü tesbit ediliyor. (Avrupa'da 1980 sonrası öldürülen onlarca solcu "ajan-hain" diyerek öldürüldü. 1980 sonrası Kürdistanlı örgütlerde "ajan-hain" denilerek öldürülen binlerce var. 1970 sonrası Bekaa'ya giden devrimciler arasında "ajan-hain" diyerek öldürülen devrimciler var. Bu şiddet kültürü 1980 sonrası da devam etti. Kurtarılmış bölgelerde(!) gelişen şiddet yanlısı eylemler, dövmeler, çatışmalar , kavgalar, bölgelerde nöbet beklemeler, kimlik kontrolleri sırasında çıkan olayların sayısı ise belirsiz.
1 Mayıs'ta emeğin bayramı olan bir günde devrimciler arasında taşlı sopalı kavgalar nasıl açıklanabilir?. Gerek kendi içinde bölünen gruplar arasında gerekse farklı partiler arasında"sol" içi şiddet sergileyenler halka nasıl hesap verecekler? Bu çatışmanın olumsuzluğundan kimler yararlanıyor? Egemen güçler bu olumsuzluklardan faydalanmıyor mu? Her "sol " içi çatışma sonrası dergilerin yazdığı "sol" içi şiddet tartışmalarıyla ilgili olarak ortaya bir takım sorular, eleştiriler, kınamalar, siyasi tavır almalar yazılıyor, yazılanların bir çoğuna katılmamak elde değil. fakat elimizdeki malzame bu yazılanlara uymuyor. ( belli bir zaman sonra o teşhir ettiği, kınadığı parti ve örgüt ile eylem birliğine oturuyor) Yine herkes en doğru benim, en doğru benim yazdıklarımdır tesbitlerini devam ettiriyor. devletin yöntemlerini izleyen sol, sol olamaz.
Teoriyi din gibi, devrimci mücadeleyi cihat gibi anlayan ve örgütü devrimci eleştirinin dışında tutanlar sol olamaz, devrimciliği böyle algılayanlar, din gibi herşeye gözü kapalı boyun eğenler, kapalı tünellerde serçe avına çıkanlar, milliyetçilik gibi tahmmülsüz olan bir görüşten etkilenenler devrimci olamaz. Devrimci örgütler başkasını eleştirmeyi çok sık konu yapıyor. Ama ne yazık ki, eleştiri okları kendine gelince, o zaman kullanılan eleştiri ölçüleri değişiyor. Devrimcilerde, devrimci eleştiricilik sistemli suçlamalarla ve baskıcı tutumlarla sekteye uğradı, ve ezildi. Şiddete maruz kaldı. Solun, eleştiri analizleri adeta sistemin yedeği konumuna düştü.