Bu topraklarda tüm politikacıların ağlaklık (salya sümük ağlamaları) hali bana, işin içinde rol ya da samimiyet olsa da “zalim”in güçlü olduğunu söylüyor. Öyle zalimler var ve doğuyor ki politikacıları dahi ağlatabiliyor. Zalimin yaptıklarına ses çıkartamayıp zamanında alkış tutan ya da gücü yetmediği için sessiz kalan onlarca yıl sonra (bu bazen yüzyılı geçebiliyor) ekranlarda, kameraların önünde ağlayabiliyor. Ağlamak ta bir sanattır, ne diyebilirim. Tabii ki bu sözleri iyi kalpli ve insan sevgisi nedeniyle ağlayanlar için söylemiyorum. Politikacılar artık Dersim’e, 12 Eylül idamlarına, Ahmet Kaya’ya ve diğer üzücü olaylara ağlıyorlar.
İran’daki sözde İslami rejim Allah’a karşı düşmanlık (muhareb) suçlamalarıyla insanları idam ediyor. Rejime karşı gelen herkes Allah düşmanı kabul ediliyor. Rejimin menfaat ve uygulamalarına, haksızlıklarına başkaldırmak Allah’a başkaldırmak şeklinde değerlendiriliyor. Böylesi sapkın bir düşünce ile hareket edenlerin neler yapabileceğini ya da kimleri anında katledebileceğini kestirmek zor olmasa gerek. Bizdeki gidiş te biraz buna benzeyecek gibi. İnsan hakları ve özgürlükleri savunmak karanlık bir taassup içinde günah, haram, yasak ve sapkınlık olarak değerlendirilmeye başlandı. Böylesi bir gidişin iyi olmadığı belli olduğu halde-tam demokrat olamamaktan kaynaklı olsa gerek!-eleştiriler yapılmamakta ve susulmaktadır. Belki de bir gün bakarsınız bizde de gerçekleri savunmak ya da haksızlıklara karşı gelmek Allah’a karşı ya da başka bir değere karşı gibi gösterilebilecektir.
Bugün biraz farklı yazıyorum. Sözümüzü sınırlara aykırı gelecek diye esirgemeyeceğimizi okurlarım bilirler. Ağlamak, bağırmak isteyene de bir şey dediğim yok. Ama zamanında konuşmanın önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Zamanında karşı koymanın, karşı durmanın önemi var. Totalitarizm, siyasal faaliyet tekelinin bir partiye tanıdığı, bu partiye ruh ve güç veren bir ideolojinin egemen olduğu bir siyasi rejimdir. Bu rejimde devlet her türlü kuvvet ve inandırma araçlarını elinde tutar, polisiye ve ideolojik terör öne çıkar. Hitler Almanya’sı, Stalin’in Sovyetler Birliği böyle bir siyasal rejimdi. Burada esas olan tek kişi, tek lider, tek parti(dir). Bu sözler ne(re)den aklıma geldi, bilemiyorum.
Ve bu aralar, herkes Kerbela’ya ağlıyor. Bilirsiniz 10 Ekim 680’de Hazreti Hüseyin 72 (bazı anlatımlarda Hüseyin’le birlikte 72 kişi sayılır) taraftarı ile birlikte Kerbela Çölü’nde Yezit ordusu tarafından susuz bırakılarak vahşice katledildi. Hüseyin’in başı kesildi ve mızrak ucunda Şam sokaklarında gezdirildi. Amaç muhaliflere korku vermekti(r). Büyük olasılıkla Kerbela savaşı(?!) öncesi olmalı, Hüseyin’in taraftarlarına yaptığı bir konuşmada sarf ettiği sözlere gitmek istiyorum: “Zalimlerin hükmü altındaki toprakların neresinde yaşarsanız yaşayın, ezilenlerin ve mazlumların birliği olmadıkça mukadderat değişmez. Kerbela mazlum ile zalimin kavgasıdır. Zalimler dünyası var oldukça bu kavga devam edecek. Kerbela’da açılan yara mazlumların yarasıdır. Akan kan mazlumların kanıdır. Bundan böyle zalimlerin açacağı yaralar benim yaram, akacak kan benim kanımdır. Benim kanım ile ezilenlerin kanı, benim yaram ile ezilenlerin yarası arasında fark görülmez Şartlar ve bedeli ne olursa olsun, hiçbir yerde, zalimlerin dünyasına biat etmeyeceğim, teslim olmayacağım.”
Ağlamak merhamet, iyi düşünceler ve iyiliklerin belirtisidir tabii. Ama ben en çok, haksızlığa karşı mücadele edenin ağlamasına değer verir ve inanırım.