ŞİİR İLLA DA ŞİİR![*]

“Kolayca okunabilen bir şiirin

kolayca yazıldığını mı sanıyorsunuz?”[1]

Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Gökyüzüne çizilmiş resimdir;” Friedrich Hegel’in, “Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı,” diye tanımladıkları şiir -eskilerin deyimiyle- “İnsani bir mefkure”dir; Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, “Saf bir lisan”dır.

“Şiirin sabit bir tanımı yoktur,” denir; “Şiir gökyüzünün sonsuzluğu, denizin engin derinliğidir, ateştir, itirazdır, ütopyadır,” benim için…

Evet, ütopyanın sesi, soluğudur o: “Şiir tanımları değişiyor,” denilse de, değişende değişmeyendir…

Devrimci şiirimizin Nâzım Hikmet’in “paltosundan” çıktığı kanısı yersiz değildir. (Tevfik Fikret’e haksızlık etmiyoruz sanırım!)

‘Garip’ ve ‘İkinci Yeni’ dalgalarının müdahaleleri de önemlidir. Lakin ‘İkinci Yeni’ hem biçim hem de imge, dil ve anlatım tekniği yönünden ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’na az şey borçlu değildir.

Sonrasında “terk etmedi sevdan beni”nin Ahmed Arif’i, Cemal Süreya, “Gülü çiğdemi filan bırak,/ Sardunyayı karidesi filan bırak,/ Acıyı ve ölümleri bırak,/ Oy pusulalarını ve seçimleri bırak,/ Evet, seçimleri özellikle bırak,/ Çünkü açlık çoğunluktadır,” diyen Turgut Uyar, dokunduğu her şeyi şiire tahvil eden Edip Cansever; kürü dahi şiire dönüştüren Can Yücel, “Yeryüzü aşkın yüzü olacak” ısrarının Adnan Yücel’i, Ahmet Telli’den Şükrü Erbaş’a daha niceleri…

Onlar bir çığlıktır, haykırıştır; haklı bir öfke, teslim alınamayan bilinçtir. Sesleri yüksek, şiirleri sivridir...

Şiir, çağa, insan gerçeğine mündemiçtir; allak bullak eder.

Zamana meydan okuyan şiir, eksiklikleri güzelliklere çevirir.

Şiir, gerçeklerin dilde yoğunlaşmış düşsel yansımasıdır. Şairin gücü sözcüklerle kurduğu ilişkide, onlara bakışındadır.

Bir şeylere benzemek zorunda değildir şiir/ ama şair, hayatı savunmakla mükelleftirler; şairin şiiri, onun kişiliğidir, tüm yaşamıdır.

Şiir, muhtevasına tam oturuyorsa şiir olmayı hak eder.

Kolay mı? Can Yücel’in, “Akılsız şiir, kafasız kalmış Danton gibidir”; İlhan Berk’in, “Ustalık kazanılır; ama çocuk olmak yitirilirse, şiirin büyük damarlarından biri yok olur”; Jean Cocteau’nun, “Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü”; Carl Sandburg’un, “Şiir, karada yaşayan ve havada uçmak isteyen bir deniz hayvanının günlüğüdür,” notunu düştükleri o, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, bir rengi, tadı olandır.

Şiirin ayrı bir dili vardır ve söze yakındır. İyi bir birikimle özü ortaya çıkarır. Anlamı içerisine alan her şiir insanı sarmalar. Bir bakıma, anlam, şiirsel özün evrensel acıdaki söylemidir. Şiir dili mi anlam mı diye sorarsanız, her ikisi de derim. Çünkü bazen anlam şiir dilini, bazen de şiir anlam dilini geliştirir.

Şiirin en önemli unsurlarından biri de imgedir. Zihinde kendiliğinden canlanan duyusal, düşsel biçimi, kâğıda, söze taşırken, çağrı iletisinin gerek gerçek, gerekse soyutsal tadıdır şiirde imge…

Hatırlayın: “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır… Hangi sözcük, hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek,” demesi boşuna değildir Cahit Sıtkı Tarancı’nın…

Özetle şiir sadece o şiire giren değil, girmeyen sözcüklerden oluşurken; sıradan bir dil değildir; düzyazıya çevrilemesi mümkün olmayandır.

Şiir, tek tek kelimeleri, heceleri, harfleri tartmayı gerektirirken; dizelerde dirhemle, gramla çalışırsın, kuyumculuk gibi

Kolay mı?

Octavio Paz’ın ifadesiyle, “Şiirsel yaratış dile saldırı ile başlar. Sözcükler önce tahrip edilir. Şair onları alışılmış bağlantılarından koparıp alır; konuşma dilinin şekilsiz dünyasından ayrılan sözcükler sanki yeni doğmuşçasına, biricik hâle gelirler.”

Yine Melih Cevdet Anday’ın aktardığına göre, “Duygular, düşünceler sözcükleri değil; sözcükler duygularımı, düşüncelerimi yönetiyor. Ressam Degas’nın ‘Çok güzel duygularım var; ama şiirde başarıya eremiyorum. Neden?’ diye sorması üzerine, Mallarme; ‘Dostum’ demiş, ‘Şiir sözcüklerle yazılır. Herkesin duyguları, düşünceleri var. Yetseydi herkes şair olurdu’…”

Evet şiir kolay yazılabilen bir tür değildir. O bir poetikayı, estetiği, imgeyi, anlamı, dizenin oluşumu, sözcüklerin seçimiyle biçimlendirme maharetidir; Behçet Necatigil’in, “Şiir bir kelime yatırımıdır, bir anılar toplamıdır. Bir dili mümkün olduğu kadar enine boyuna değerlendirme çabasıdır,” tanımıdır.[2]

Nihayetinde derin bir bilgi, yorumlayan bir görüş, uzun soluklu yaratı ve ustalık ister; Jacques Rancière’in işaret ettiği meseledir: “Estetik devrim, her şeyin sanata konu olabileceği fikriyle başlar, öyle ki sanat artık konusuyla, ne hakkında konuştuğuyla belirlenmez: Sanat her şeyi gösterebilir ve her şey hakkında konuşabilir. Bu anlamda, estetik devrim, dilin alanının, şiirin sonsuzca genişlemesidir. Şiirin her yerde olduğunun, resmin her yerde olduğunun kabul edilmesidir.”

* * * * *

İfadeye gayret ettiklerime güçlü bir örnek, yaşamı boyunca edebiyatla erdemi birleştirme becerisini gösterip, en zor zamanlarda bile şiire sarılmayı öğreten Cevat Çapan’dır.

Dizelerinde eski ile yeniyi, geçmiş ile şimdiyi birleştirip, “dili dillendirme edimi”yle[3] var olmuştur.

* * * * *

Ve 2014 yılı ‘Şiir Manifestosu’nda, “Kendisi de dahil hayata itirazdır. Kendisine de karşıdır, itirazına da... Savaşa karşı ama kavganın yanında. Barışa, özgürlüğe, vicdana taraftır,” diyerek “Şiir nedir?” sorusunu yanıtlayan bilge, kalender, çelebi kişiliğiyle, alçakgönüllülüğü, birikimi, çalışkanlığıyla “sokaktaki insanın”, ezilenin, hakkı yenenlerin, yokluğa yoksulluğa mahkûmların, sesiydi Refik Durbaş…

* * * * *

Bir de “Şiir ki, seviden tan yerine, çocukluktan boz oraklı ölüme, seherdeki gül çiyinden gecedeki yıldız ağmasına değin her şeye tanıktır sözcüklerle, sözcüklerin aydınlık gözleriyle, tarihe de düzene de, devrime de tanıklık eder, nice acıları kendinde deneyerek, nice değişimlerin ırmağında bir söğüt dalı gibi kayarak tanıklık, öncülük ve sözcülük eder: Direnmenin, kavganın, savaşın sözlüğü olur,” tanımıyla maruf Ceyhun Atuf Kansu…

O, Anadolu’nun, yoksulluğun sözcüsüydü; tüm zenginlikleriyle özümseyip, sindirdiği halk kültürünü çok iyi biliyordu. “Ninni”den beslenen, “masal”la ilerleyen şiirinde Anadolu’nun geçmişini bütün renkleriyle kullanıyordu…

* * * * *

“Uğruna çekilen,/ Derttir, mihnettir/ Senden yana olduğumuz sebeptir/ Kardeşçe hayat!” dizelerindeki üzere 40 kuşağı şairlerinden Enver Gökçe, inançlı/ inatçıdır.

Dizelerinde insan(lık)ı, onun mücadelesiyle, direnişiyle harmanlar…[4]

Derdi sömürüyledir, derdi savaşladır, derdi yoksullukladır, derdi zulümledir. Bu dertlerin sebebi olan muktedirleri de “Onlar/ Yoksul/ Eti/ Yerler/ Ve/ İçtikleri/ Kandır,” dizeleri ile tanımlayıp; “Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,/ Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz/ Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,/ Ayın on beşi;/ Biz olmasak Taşova’nın tütünü,/ Kütahya’nın çinisi,/ Yani bizsiz/Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi/Güzel değildir,”diye ekler.

Enver Gökçe şiiri, hayat bilgimizi zenginleştiren, sanatsal anlamda eriştiğimiz zenginlikle birlikte çoğalan şiirdir. Memleket kokusunu, özgürlük hissini duyumsatmayı bu çoğalan özelliğiyle sağlar. Haykıran, meydan okuyan; “kolektif hayat”ın düşünü kurup, onun savunusunu yaparken umudu örer ilmek ilmek:

“Açmaz/ Açamaz/ Deme/ Hiç/ Bir/ Zaman/ Bu/ Nar Çiçeği/ Açacaktır

Elbet/ Bizim/ Caddelerimizde de/ Bayram/ Olacak

Halkın/ Üstüne/ Böyle/ Kalksa da/ Faşist/ Namlular

Namert/ Ellerdir/ En/ Sonunda/ Bir/ Bir/ Kırılacak!”

* * * * *

“Şiir bizim eski yalnızlığımızdır. Şiir bizim en kalabalık, en verimli, en yaratıcı, en merhametli yalnızlığımızdır,” vurgusuyla ekleyen Şükrü Erbaş der ki, “Ben hangi büyük acıyı yazarsam yazayım, insanın iyiliğine, onuruna, ‘ortak kederine’, yaşama arzusuna, gelecek tutkusuna hep inandım.”[5]

“Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim/ -ki bu en büyük kötülüktür size-/ Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla/ Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi/ Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar/ Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz?” dizeleri de Onundur…

* * * * *

 “Kimseden ümmîd-i feyz etmem, dilenmem perr-ü-bâl/ Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim,/ İnhinâ tavk-ı esâretten girandır boynuma;/ Fikri hür, irfanı hür, vicdânı hür bir şâirim.”

Ya da günümüz Türkçesi ile “Kimseden iyilik beklemem, kol kanat dilenmem/ Kendi hava yuvarımda, kendi göklerimde kendim uçanım,/ Baş eğmek esaret tasmasından ağırdır boynuma;/ Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim,” derdi ve “Vatanım yeryüzü, milletim insanlıktır,” diye eklerdi…

“Bir insanın ilk işi nedir?/ -cevap açık-,/ kendisi olmak,” vurgusuyla, “Arayan en sonunda gerçeği bulur,” düsturunun altını çizerdi…

“Yiyin efendiler, yiyin,/ bu doyumsuz sofra sizin,/ Doyuncaya, aksırıncaya,/ tıksırıncaya kadar yiyin!” dizelerindeki üzere düşünceleriyle/ duruşuyla etkindi.

Tevfik Fikret’ti; devrimciydi; anti-otoriterdi…

Şiir, edebiyat, dergicilik, resim, müzik, mimari ve eğitimde ilkleri söyleyip, hayata geçirendi... Çocuk, gençlik, yenilik odaklıydı... İnsancılık savunucusuydu... Düşünür, uygulayıcı, öncüydü...

* * * * *

“Şiir illa da şiir sanatı” diyerek Albert Camus’den aktarıyorum:

“Sanatsız edemeyişim, onun beni olduğumdan başka türlü olmaksızın, herkesle aynı düzeyde yaşatmasıdır. Sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu en gündelik ve en evrensel gerçeğe bağlar. Sanat, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır.”

12 Haziran 2022 12:38:41, İstanbul.

N O T L A R

[*] Ümüş Eylül Kültür Sanat, Yıl:12, No:46, Ocak-Şubat-Mart 2022…

[1] Orhan Veli.

[2] “Şairin anlatmak istediği ile okurun deneyimlediği anlam arasında şiirin bir araç olarak irdelenmesi farklı poetik yaklaşımların irdelenmesini gerektirir kuşkusuz. Bu konuda ben de şiirin taşıdığı anlamın müziğin taşıdığı anlama yakın olduğunu düşünme eğilimindeyim. ‘Bouwsma’ya göre, şiirin ya da müziğin anlamı, ‘üzüntünün insanın yüzünde görülebilmesi’ gibi, kelimeler ya da notalarda mevcuttur. ‘Şiirsel anlam’, anlamı taşıyan ‘duyusal araç’la kaynaşmış durumdadır; bir diğer deyişle, şiirde, metaforik ‘benzeyen ve benzetilen’ unsurları kaynaşmış ve birbirinden ayrılmayacak durumdadır.” (Oğuz Cebeci, Metafor ve Şiir Dilinin Yapısal Özellikleri, İthaki Yay., 2019, s.121.)

[3] Ayşegül Yüksel, “Cevat Çapan Bugün 90 Yaşına Giriyor”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2022, s.12.

[4] Yargıç, Enver Gökçe’ye aleyhine ifade veren tanığın ifadesine ne diyeceğini sorunca Enver Gökçe’nin yanıtı şu olmuş: “Bu milliyetçi tanığa sorun lütfen; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Türkçe grameri dersinden dört defa sınıfta kaldığı için fakülteden kovulmuş mudur, kovulmamış mıdır?”

[5] Oğuzcan Ünlü, “Şükrü Erbaş: İnsanın İyiliğine Hep İnandım”, Birgün, 23 Eylül 2021, s.14.