Sevgi Yüreğime Saplandı...

BİR GEZİ ANISI

Tur yönetmenimiz Arife Hanım'ın öncülüğünde Havaalanında toplandık. On günlük gezimiz orada başlamış oldu. Antalya'dan havalanan uçak doluydu. Nedendir bilemem ama tüm yolculuklarımda hep ya yanıbaşıma veya arkama, önüme çocuklu aileler oturur. Antalya'dan Van'a uçarken de yine arkama, önüme, yanıma çocuklu aileler oturdu. Yanımdaki koltukta dört yaşalarında bir çocukla annesi, teyzesi, arkalarındaki koltukta da çocuğun babası oturduğunu daha uçak havalanırken öğrendim.

Uçuşa geçmeden yanımda oturan genç anne, oturmak ve kemerini bağlamak istemeyen üç-dört yaşlarındaki oğluna beni göstererek birkaç kez “Bu polis, tabancası var” deyince dayanamadım. “Korkutmana gerek yok, ben polis değilim ama senin oturman gerekiyor “ vs. diyerek çocuğun sakinleşmesini ve oturmasını sağladım. Yolculuk boyunca ara ara çocukla diyalogda bulunduk.

Anne ile de kısaca sohbet ettik. Antalya'ya ilk kez gittiğini, çok güzel bulduğunu ama özellikle kadınlarının çok bakımsız olduğu yorumunu yapınca biraz şaşırdım. Kendisinin nereli olduğunu ve ne işle meşgul olduğunu sordum. Aslen İran'lı olduğunu, liseyi bitirene kadar Tahran'da yaşadığını, gezmeye geldiği Van'da eşiyle tanışıp evlendiğini ve şimdi Van'da yaşadığını anlattı. Sohbet ederken yolculuk kısa sürdü gibi geldi. Van Havaalanında valizlerimizi alıp çıkarken yanıma geldi,

„Size çok teşekkür ederim, sayenizde oğlum uçakta güzel durdu. Bu gece bizim konuğumuz olun ne olur, ben sizi çok sevdim,“ diye israr etti. Bana kucaklarını sonuna kadar açar şekilde ilgisini gösterdi. Otelde yerimiz hazır, dediğimde; „Muhakkak bize gelin ve konuğumuz olun,“ diyerek tel.nr. verdi. Sevgiyle kucaklaşarak ayrıldık.

VAN'DA MENDİL SATARAK OKUL PARASI KAZANAN ÇOCUKLAR...

Van'da geceleyeceğimiz otele gitmeden önce güzel bir kahvaltı yaptık. Buranın kahvaltısı meşhurmuş. Aklınıza gelen her türlü yiyecek masanın üzerindeydi. Güneş sanki bizim için doğmuştu, sıcacık hava vücudumuzu sarıyordu. Gereğinden fazla yerken bir mendil satma telaşı içinde olan sekiz-on yaş civarındaki çocuklara gözlerim takıldı. Onları izlerken içim burkuldu, lokmalar boğazımda kaldı. Lokantanın görevlileri çocukları çevremizden kovmaya çalışıyorlardı. Onları da anlamaya çalışıyordum, verilen görevi yapıyorlardı. Ayrılırken çocuklarla kısaca sohbet ettim; „Bunları satarak okul parası kazanıyoruz“ deyince içimde bir sızı hissettim. Çocukluk yıllarıma gittim. Yeni bir kalem ve defter alınınca mutluluğumu anımsadım. İkibinli yıllarda ülkemin çocukları sokaklarda oynayacağı yerde daha hala okul eşyası veya başka nedenlerle sokaklarda mendil satmaya çalışıyordı, ne diyeyim ki!?

Oradan yeni yapılmış çok güzel ve oldukça lüks bir otele geçip eşyalarımızı bıraktık. Sıra kenti gezmeye geldi. Batı'daki gördüğüm kentlerde olduğu gibi alış-veriş merkezinde ne istersen bulunuyordu. Ana caddesinde dolaşırken Belediye Binası'nın önünde isyanlarını ifade eden afişin önünde toplanmış insanları görünce sordum; “İşten çıkarılan belediye işcileriyiz, işimize dönmek istiyoruz,“ diye yanıt aldık. İşsizlik ülkemizin kanayan en büyük yarası dedik eşimle.

VAN KALESİ VE 'BARIŞ SÜRECİ'

Görkemli VAN KALESİni gezerken yirmi yıl önce geldiğim bu kentin görünümüne inanamadım, çok büyümüştü ve gördüğüm kadarıyle en azından merkez gelişmişti. Ayrıca çok yıkım yapan depremden hiç bir iz görünmüyordu. Kale batılı turistlerle doluydu. Kalenin eteğinde kurulan restoranlar, kahveler, alışveriş yerleri dinlenme bahçesi ve küçük bir evden oluşturulan müze muhteşemdi.

Alman turistlerinin, „tek kelimeyle muhteşem bir yer,“ dediklerini duydum. Dinlenme bahçesinin içindeki küçük hediyelik eşya satış yerleri oraya ayrı bir güzellik veriyordu. Eşiyle birlikte gümüş eşya satan bir Bey işlerinin iyi gittiğini, hile - hurda katmadan çalıştıklarını, hatta yurtdışına bile mal götürdüklerini, gönderdiklerini biraz da gururlanarak anlattı.

Van Kalesi, depremin şiddetine ve yaşanılan, yaşatılan her olumsuzluğa karşı meydan okurcasına gölün kenarında yükselmiş bir şekilde görkemini koruyor. Buraların güzelliklerini kıyı mahallesinden geçerkenki yoksulluğun resmi gölgeliyordu.

Otelde akşam yemeğimizi yedikten sonra lobiye birşeyler içmek için iniyoruz. Orada çalışan iki genç bayandan biriyle kısa bir sohbet ediyoruz. Üniversite mezunu ve yönetici konumda olduğunu söylerken politik gelişmelere, „Barış Süreci“ne değiniyoruz. Bu genç görevli bayan,“Türkler bizi küçük görüyor, barış olmaz“ görüşünde olduğunu söylüyor. Biz ise umutsuz olunmaması, insanlarımızın biRbirlerini sevdiği ve de hoşgörülü olmak zorunluluğu tezini vurguluyoruz.

O sırada Bosna-Hersek savaşı, Avrupa'nın merkezinde insanların nasıl katledildildiğini oysa Türkiye'de yaşayan farklı dil ve etnik gruptaki insanların tüm kışkırtmalara rağmen birbirleriyle barış içinde yaşamaya devam edebildiklerini değişik etnik gruplardaki insanlarla değerlendirdiğimizi anımsadım ve kısaca genç bayana söyledim.

Ülkemiz insanlarının özellikle gençlerimizin geleceğe nasıl baktıklarını, yaşamdan neler beklediklerini öğrenmek için gittiğim her yerde sorduğum soruyu bu gezimizde de soruyorum gençlere. Van'da kaldığımız otelde çalışan İbrahim'e bir an sunulan bir mucize olacağını söyleseler, sizin beklentiniz ne olur? diye soruyorum. Van'daki 17 yaşındaki İbrahim'in yanıtı;

„İyi bir meslek sahibi yani basketçi ve mutlu olmak, iş olanakları istemek başka ne olsun ki!“ diyor genç. „Çok şey istedin“ diyerek şaka yapıyorum. „O zaman sadece mutlu olmak istiyorum,“ diye yanıtlıyor. Anlıyor ne demek istediğimi ve de mutlu olmanın herşeyi içerdiğini. Sevgi dolu gözleriyle bizi uğurluyor.

İBADETE AÇILAN AKDAMAR KİLİSESİ...

Vanlılar 'Van Gölü'ne 'Van Denizi' diyorlar, dedikleri kadar da var. Masmavi suyun ucu, bucağı görülmüyor.

Ya VAN KEDİLERİ; Van Üniversitesi'nin sorumluluğunda, gözlerinin biri mavi, diğeri yeşil olan bembeyaz tüylü Van kedileri'nin üretme ve yetiştirme binasına gidiyoruz. İnanılmayacak kadar güzeller. Yaşlarına göre bölümlere konulmuşlar, tertemiz bir şekilde bakımları yapılmakta ve üretilmekte. İnsanın onlara baktıkça bakası geliyor. Oldukça sevimliler ve güzeller. Gerçekleştiremeyeceğimi bile bile bir tane alsam da evimde beslesem diye geçiriyorum içimden.

Van Gölü'nün kenarında bir tesiste dinleniyoruz. Yol güzergahı Van Gölü kıyısını takip ediyor. Dinlendiğimiz tesisin kahvesini bırakın WC'si bile tertemiz. Ondört-onbeş yaşlarında bir genç bekliyor. İşini iyi yaptığını ve ne iş olursa olsun yapılan işin iyi yapılması gerektiğini söylüyorum. Belki yaptığı işi severek yapmıyor ama biraz da sıkılarak gözlerinin içinin güldüğünü görüyorum, „İşletme bizim“ diyor yavaşça. Yolun karşı tarafında sanki park ve içinde eski tip oteli andıran binaları görünce ne olduğunu soruyorum ve hapisane olduğunu öğreniyorum. Her yönden tertemiz olan bu dinlenme tesisinde çay- kahve içtikten, gereksinimlerimizi giderdikten sonra gölün ortasındaki adada bulunan Ermeni'lere ait olan AKDAMAR KİLİSESİ'ni gezmek için tekneyle adaya geçiyoruz. Türkiye yöneticilerinin yeni ibadete açtığı bu kiliseyi gezerken bizimle yabancı insanlarda rehberimizin anlattıklarını dinliyor. Daha sonra konuşurken onların TSKuvvetlerine ait olduğunu anlıyoruz. „Dört aydır dağlardayız, vatani görevimizi yapıyoruz, ailelerimizden uzaktayız. Bu ülkenin birlik, beraberlik, huzur ve barış içinde yaşıyabilmesi için bize verilen görevi yerine getirmeye çalışıyoruz,“ diyerek duygu ve düşüncelerini bizimle paylaşıyorlar.

TATVAN'DA ÇOK EŞLİ EVLİLİK VE İŞSİZLİK HAD SAFHADA

Hatıralık bir şeyler aldığım, altmış yaşlarında tahmin ettiğim kişiyle sohbetimiz oluyor. Anadolu'nun batısında ve doğusunda da insanlarımız aynı, sevgiyle kucaklıyorlar konuklarını. „Hangi dinden, hangi mezhepten, hangi etnik gruptan olurlarsa olsun insanlar, hiç kimse bu dünyada kalıcı değil. Yiyecek ekmek, içecek suyu bulduktan sonra bizim birbirimizle ne derdimiz olur. Bu Dünya´ya kim kök kakmış, herkes bir lokma ekmek için çalışıyor. Niçin barış içinde yaşamayalım ki!?“ diye açıklıyor düşüncesini Van Gölü'nün ortasındaki adada Akdamar Ermeni Kilisesi'nin yanıbaşındaki büfede satış yapan bu vatandaşımız.

Van Gölü'nün çevresini dolanarak, doğanın güzelliklerini seyrederek şirin yerleşim yerlerinden Tatvan'a geliyoruz. Bir telefon satış dükkanına giriyorum birşeyler sormak için. Sahibi „Tatvan, Türkiye'nin en zengin kasabasıdır ama bizler yaptığımız işleri hep krediyle gerçekleştiriyoruz. Kazancımız karnımızı doyurmuyor. Buranın zenginliği birkaç kişinin,“ diyor. Daha ilk günde gördüğümüz manzara ekonomik sorun, işsizlik ve karın doyurmanın yollarını arayan insanlar.

Gerçekten de Tatvan, gölün yanıbaşına kurulmuş güzel bir doğaya sahip. Lokantasında leziz yemeklerinin yanında verdikleri ezmelerin tadına doyulmuyor. Tarifini istiyorum genç bir garsondan. Ben getireyim deyip gidiyor; kargacık- burgacık okunması zor bir yazıyla getiriyor tarifi. „Bu ezmeyi ben yapıyorum ama tarifi arkadaşıma yazdırdım. Çünkü, ben okuma- yazma bilmiyorum“ diyor mahçup bir şekilde. Üzülüyorum bu sevimli gencin tavrına. Türkiye'nin her tarafında olan işsizliğin doğum fazlalığından bu bölgede daha fazla olduğunu belirtiyorlar. Erkeklerin iki-üç eşliliğinden, ailelerin onbeş-yirmi çocuk sahibi oldukları söyleniyor.

Van'da olduğu gibi gittiğimiz her yerde mendil, su, küçük hediyelik eşyalar satan çocukların söyledikleri hep aynı: “ Okul giderlerimizi karşılamak, aileye maddi katkıda bulunmak için yapıyoruz bu işi „ diyorlar. Yol boyunca şoförümüzden, rehberimizden, gezi arkdaşlarımızdan tabii ki Tur Yönetmenimiz Arife Hanım'dan ilginç öyküler, fıkralar, şarkılar ve de anılar dinliyoruz seyahat boyunca. Bazılarını not ettim.

1.Virajlı yollarda şoförün sık sık vites değiştirdiğini gören yolcu „yeter artık o araçla oynama, bozacaksın sonra yolda kalacağız“ diyerek tepki göstermiş.

2.Trafik polisi bir seyir halindeki hata yapan otomobili durdurur, kontrol etmeye başlar. Şoförün yanında oturan kadının devamlı konuştuğunu görünce, adama, „sana ceza yazmaktan vazgeçiyorum, zaten sen cezanı bulmuşsun“ der.  Gittiğimiz her yerde, köyde, kasabada, kentlerde kahveler genç işsiz insanlarla dolu.

IŞİD'in sınırımıza yakın yerleşim yerlerini bombaladığının haberini alıyoruz. Suriye'de, Irak'ta kan gövdeyi götürüyor. Can derdindeki insanlar dağ- bayır, soğuk- sıcak demeden sınırımıza dayanmışlar. Suriye'den kaçıp gelen binlerce insan çadırlarda yaşam mücadelesi veriyor. Türkiye kucak açmaya çalışıyor ama kendi genç işsizleriyle başa çıkamayan bir devlet, dıştan gelenleri ne zamana kadar, ne kadar kucaklayabilecek!? Ayrıca yukarıda belittiğim bu insanlar yerli insanlar tarafından değişik nedenlerle horlanıyorlar.

Anadolu'nun doğası bambaşka. Kimi çırılçıplak, kimi yemyeşil dağlarıyla ve yemyeşil ovalarıyla inanılmaz bir doğa harikası içinde yol alınıyor. Van'dan Bitlis'e gelinceye kadar ağaçsız kel dağlar. Bitlis'ten Siirt ve Batman'a doğru ilerlerken meşe ağaçlarının büyümekte olduğu görülüyor.

NEBAHAT ERCAN'IN 'BİR GEZİ ANISI' HAFTADA BİR YAYINLANACAKTIR.