Seçimlerde boykot neden yanlıştır?

Darmstadt Üniversitesi Öğretim Üyesi Yener Orkunoğlu'nun "Seçimlerde boykot neden yanlıştır?" başlıklı eski tarihli bir değerlendirmesini güncelliğini koruduğu için yeniden yayınlıyoruz.

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, şu an önemi var mı bilmiyorum,  boykot sorununu politika merceğinin altında incelemeyi gerekli gördüm.  Nedeni var. Yaklaşan başka seçimler söz konusu. Ayrıca Türkiye sol hareketinin bazı kesimlerinde keskin devrimcilik sanılan ‘Müzmin Boykotçuluk’ hastalığı çok yaygın. Üstelik devrimci mücadeleyi düz bir çizgi gibi gören kaba bir politika anlayışı egemenliğini sürdürüyor. Bu kaba politika anlayışı, solu politik gündemin dışına itiyor. İttifakları reddeden, tavizi ihanet olarak gören bu anlayış, solun güçlenmesine engel teşkil etmektedir. ‘Boykotçuluk’, solu politik olarak felce uğratmaktadır. Anarşizmin yaydığı bir hastalık olan ‘Uzlaşma Yok’ sloganının egemen sistemi güçlendirdiği bu yazıda ortaya konmaktadır. Seçimleri ‘Boykot’ taktiği, belli esas kitle hareketinin yükseldiği, devrimin geliştiği dönemde uygulanacak bir taktiktir. Bu koşulların dışında boykot taktiği doğru değildir. Her koşulda boykot taktiğinin, genel olarak anarşizmin en temel dayanaklarından biri olduğu yeterince bilinmiyor sanırım. Anarşist yaklaşım, Marksizm bayrağı altında sunulmaktadır. Solun güçlenebilmesi için, anarşizmin yaydığı çocukluk hastalığının aşılması gerekir. Bu pek köhnemiş görüşlerle solun politik güç olması mümkün değildir. Böylesi serüvenci, ama dayanaksız görüşlerin, sosyalist hareketi gözden düşüreceği kesindir.

Marksizm her ne kadar ağır siyasal ve örgütsel yenilgi yaşamışsa da, gerçekliği en doğru bir şekilde açıklayabilen ve değiştirme gücüne sahip felsefi-ideolojik biricik teoridir. Bu teori, politikayı önemli bir sanat olarak görür. Bu sanat esas olarak ortak yürüyerek, ortak  iş yaparak öğrenilir. Başka nasıl olabilir ki!

Dünya devrimci hareketinin tarihi şunu göstermiştir: Politikada hata yapmayan hiç bir örgüt, hiç bir kişi yoktur. ‘Sadece ölüler hata yapmaz’ demişti Mao. Tüm devrimlerde ve  devrimci hareketlerde aptalca hatalar yapılmıştır. İki türlü hata vardır: Ya bir şey politik olarak yanlış yapılmıştır; ya da politik olarak yapılması gereken şey yapılmadığı için hata oluşmuştur. Hangi tür hata yapılırsa yapılsın, önemli olan hatalardan dersler çıkarmaktır. Ancak hatalarını teslim eden, öz-eleştiri yapma yeteneği olanlar güçlenebilirler ve ciddiye alınabilirler. Yıllar sonra Lenin, 1906 I. Duma seçimlerini boykot etmelerinin bir hata olduğunu kabul etmekten çekinmemiştir.

TEORİ VE POLİTİKA (AMAÇ ve ARAÇ)

İlkin, sol harekette yaygın olan diğer bir anlayışı açığa çıkarmak gerekir. Bazı sol hareketler, amaç ve aracı birbirine karıştırmaktadır. Bir başka deyişle, teori ve politikayı birbirinden ayıramamaktadır. Bakış açımıza göre teori, amacı saptar; politika ise hangi araçlarla amaca gidileceğini, hangi aracın nasıl kullanılacağını ortaya koymaya çalışır. Teorik taviz vermek, amaçtan vazgeçmek demektir. Dolayısıyla teorik taviz, sosyalizme, davaya, amaca ihanet etmek demektir. Teori, hedefi belirler, amacı saptar. Bir örgüt veya birey, amacını özgürce belirler.

Teori için geçerli olan şey, politika için geçerli değildir. Teori, bir örgütün veya bir bireyin iradesi tarafından belirlenir. Politik strateji ve taktikler ise sınıflar arasındaki güçler dengesine, bilinç düzeyine vb bağlıdır. Yani politika, amaca ulaşmak için çeşitli toplumsal gruplarla uzlaşmayı,  ittifak kurmayı gerektirir. Her ittifak, bir anlaşma ve uzlaşma demektir. Her anlaşma ve uzlaşma ise ittifak kuranların birbirlerine taviz vermesini, bazı taleplerinden geçici olarak vazgeçmesini gerektirir. Türkiye sol hareketinin çeşitli kesimlerinde politik uzlaşmalar konusunda yanlış anlayışlar bulunmaktadır. Bu yanlış anlayışlar ise sol hareketin gelişmesinin ve ivme kazanmasının önünde engel teşkil ediyor. Bunu artık görebiliyoruz.

Uzlaşmak demek, taviz vermek ve taviz koparmak demektir. Politika bilimi, olguların arkasındaki genel yasaları ve kuralları bulma çabasıdır, somut politika ise  siyasal güç kazanarak var olanı değiştirme girişimidir. Politika sanatının bir özelliği, teoriyi uygulayarak, güç kazanarak, kazanılan güçle ilerleyerek sonuç almaktır. Politikada tavizler vermek, teorik taviz vermek anlamına gelmez; tersine teoriyi uygulayabilmek için, şartlara uygun araçları doğru kullanmak anlamına gelir.

Araçların kullanılması çoğu zaman iradenin dışındaki mevcut koşullara bağlıdır. Hedefinize hangi araçlarla ulaşacağınızı dış faktörler belirler. Eğer hedefiniz bir adaya gitmek ise gemi veya uçak ile adaya gidersiniz. Örneğin Kıbrıs’a trenle gitmeyi dayatan biri, Kıbrıs’ın  deniz ortasında bir ada olduğunu bilmeyen bir bilgisizdir, toplum böyle birine cahil de der. Dolayısıyla hedefinize, uçakla mı, gemiyle mi, arabayla mı veya trenle mi varacağınız coğrafi koşullara bağlıdır.

Hedefe giden yol her zaman düz değildir. Bazen zik-zaklar yaparak, dolambaçlı yollardan yürüyerek, tavizler vererek hedefe doğru yürümeyi bilmek gerekir. Dolayısıyla önemli olan, amacı gözden kaybetmeden, hedefe varmak için çeşitli araçları kullanma sanatını öğrenmektir.

Bazı sol örgütler, boykotun hangi koşullarda neden ve nasıl uygulanacağını analiz etmeden veya Lenin’in boykot üzerine söylemiş olduğu sözleri yanlış yorumlayarak, seçimleri boykot etme çağrısında bulunmuşlardır. Bu hareketlerin, ileri sürdüğü gerekçeler, felsefi temellerden yoksundur. Bu nedenle Marksist açıdan seçimleri boykot etme anlayışının ortaya konulması gerekir. Boykot sorunu, esas olarak Marksizm ile politik tavizler arasındaki ilişki sorunudur.

Dünya işçi sınıfı içinde mevcut düzenin parlamentosunda çalışmak ve seçimlere katılmak konusunda genel olarak iki eğilim ortaya çıkmıştır. Birinci eğilim, seçimlere katılmayı reddeden ve işçi sınıfını düzenin sınırları içine çekeceği kaygısıyla parlamentodaki çalışmaya karşı çıkan aşırı sol eğilimdir. İkincisi ise umudunu parlamenter mücadeleye bağlayan aşırı sağcı reformist eğilimdir. Uzlaşmalar konusunda ilkin Marx ve Engels’in söylediklerine göz atalım.

İTTİFAKLAR SORUNU VE ANARŞİZMİN ÇIKMAZ SOKAĞI

Paris Komünü sırasında ve sonrasında bir dönem işçi sınıfı hareketi içinde ortaya çıkan etkin eğilim, anarşizmdi. Aşırı sol anarşizan eğilimler, genellikle de işçi sınıfının çocukluk döneminde ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır. Bu nedenle Marx ve Engels,  anarşist fikirlere karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Özellikle Engels, 1873-1875 yılları arasında işçi sınıfı hareketindeki aşırı sol eğilimi eleştiren makaleler yazmıştır.

Bilindiği gibi I. Enternasyonal, esas olarak Marksistler ve Bakuninciler arasında bölünmüştü. Enternasyonal’in İspanya Seksiyonu'ndaki işçiler, Bakuninci hareketin yanında yer almıştı. Engels’in 1873 yılında kaleme aldığı ‘Bakuninistler İşbaşında’ (Engels, MEW 18, s. 476-494) makalesi 1873 İspanyol Devrimini ve Bakunincilerin yaptıkları hataları betimler. Engels, İspanya Devrimi sırasında, yapılması gerekenleri yapmadığı için Bakunincileri eleştirir.

1873 yılında İspanya’da gerçekleşen devrim, cumhuriyetin kurulmasını ve kurucu bir meclisin oluşturulmasını ilan eder. Engels’e göre işçi sınıfının kurtuluşunun koşulları henüz yoktu; ama işçi sınıfı aktif olarak devrime katılarak şunları yapılabilirdi: Geçici devrimci hükümet oluşturularak, toplumsal devrimin önündeki engelleri aşan, toplumsal devrimi hızlandıran  siyasal ve ekonomik tedbirler alınabilirdi. Ama İspanya’daki Bakuninistler, geçici hükümet vb oluşturmaya karşıdır. Üstelik bu gibi siyasal faaliyetleri,  ‘yukarıdan devrim’ anlamına geleceğini düşündükleri için, reddetmektedirler.

Ne var ki 1873 İspanya’da devrim ve ortaya çıkan siyasal durum, Bakuninistleri tavır almaya zorlar. Mevcut koşullar siyasal tavır almayı gerektirmektedir. Zira kurucu meclisin seçilmesi gündemdedir. Ama Bakuninistler, yıllarca işçi sınıfının hemen kurtuluşunu hedefleyen sosyal devrimden başka hiçbir devrimden yana olmadıklarını ilan etmişlerdir. Her türlü seçime karşı olan Bakuninistler şimdi ne yapacaklar? Nasıl bir tavır alacaklar? Bu durum, Bakuninist hareketin önderlerini çıkmaza sokar. Bakuninistler’e göre mevcut düzen içinde herhangi bir siyasal faaliyette bulunmak, sistemi, onun devletini tanımak, sistemin oyununa gelmek demektir. Dolayısıyla seçimlere ve parlamentoya katılmak, Bakuninistler açısından bir suç teşkil eder.

Peki ama, yaşanılan devrim sürecinde ne yapılacak? Bakuninistler içine girdikleri çıkmazdan nasıl kurtulacaklar?  Bakuninci Enternasyonal, içine girdiği çıkmaza bir çözüm arar. İlkin, seçim konusunda eski görüşlerini değiştirir; yıllarca ‘seçimlere katılmak, mevcut sistemi onaylamaktır’ diyen Bakuninciler, şöyle  bir ‘çözüm’ bulurlar: Enternasyonal hareket olarak veya bir parti olarak değil, bireysel olarak seçimlere katılmak gerekir. Kararları budur. Yani herkesin istediği partiye oy vermesini savunurlar. Dolayısıyla örgütsüz, programsız, adaysız, bayraksız olarak seçimlere katılmayı önerirler. Bu yaklaşımın işçi sınıfının çıkarını gözetmediği açıktır. Ve sonuçta burjuva cumhuriyetçileri seçimi kazanırlar. Gerçi bir iki işçi de seçimlerde varlık gösterir; ama bunlar da mecliste işçi sınıfının çıkarlarını savunmak için çaba göstermezler. Engels’e göre Bakuninist Enternasyonalin bu tutumu,  burjuva partilerini desteklemekten başka bir sonuç doğurmamıştır. Ve bu yaklaşım Bakuninist hareketin bakış açısından, ‘siyaset karşısında çekimser’ olmasından kaynaklanmıştır. Engels, aynı makalesinde, seçimlere karşı olmayı büyük bir devrimci eylem gören bakış açısını eleştirir.

Bakuninist görüş açısının en kötü sonuçları yaşanan şu olayda görmek mümkün: İspanya Devrimi döneminde Alcoy kenti, 30.000 insanın yaşadığı birçok fabrikanın olduğu bir yerleşim yeridir. Bu kentte işçiler duruma egemen olur. Ama Bakuninci görüş, merkezi siyasal bir yapılanmayı, iktidarı vb. reddettiğinden, İspanyol proletaryasının kentte aktif bir işbirliği yapması mümkün olmaz. Yerel federasyonlar arasında uyum yoktur; hareket, bireysel ya da yerel inisiyatife terk edilir. Sonuçta, Bakuninist hareket, şehre giren ordu güçlerine direnmeden teslim olur.

Engels, şu sonucu çıkarır: Devrimci durumla karşı karşıya kalan Bakunniist hareket, teori ve pratik arasında bir çelişki yaşar. Mevcut siyasal durum, Bakunincileri siyasal tavır almaya zorlar. ‘Seçimlere katılmama’ vb. gibi eski görüşlerini terk etmek zorunda kalırlar: ama kendi teorilerine zıt bir biçimde izlemek zorunda kaldıkları siyasal çizgi ise egemen sınıf partilerini güçlendirmiştir. Ama yine de Bakuninist hareketin şöyle bir yararı olmuştur. Engels dile getiriyor: ‘Bakuninist hareket,  bir devrimin nasıl yapılmaması gerektiğini göstermiştir.’ (s. 293)

Marx ve Engels,  anarşist fikirlere karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır. Özellikle Engels’in 1873-1875 yılları arasında işçi sınıfı hareketinde toplumsal devrimin henüz gündemde olmadığı koşullarda, seçim ve parlamentoda çalışmalarından yararlanmayı reddeden ve küçümseyen görüşleri sürekli eleştirmiştir. Bu vesilelerle Engels çeşitli makaleler yazmıştır. 1874 yılında yayınlanan Flüchtlings literatur (Mülteci Edebiyatı) başlıklı makalesinde çeşitli ülkelerden başka ülkelere göç etmiş olan devrimci insanların yazdıklarını inceler.

Bizi bu uzun makalede ilgilendiren,  politik konularda aşırıya kaçmış eğilimler konusunda söyledikleridir. Engels, bu yazısında Blanquistler’in çeşitli konulardaki (din, uzlaşma vb) görüşlerini de ele alır. Blanquistler, sürgünde yayınladıkları bir “manifesto”da, devrimden sonra her türlü dini yasaklayacaklarını ilan ederler. Devrime kadar da, hiç bir uzlaşma yapmak istemediklerini vurgularlar. Engels, dini yasaklamanın hem yanlış olduğunu, hem de dini güçlendirdiğini vurgular. Öte yandan, politikada her türlü uzlaşmayı reddeden anlayışları yanlış bulmaktadır. Kendilerini komünist olarak adlandıran Blanquistler’in yayınladıkları manifestodan bir aktarma yapar Engels: ‘Biz komünistleriz, ara istasyonlarda durmadan, sadece zaferi erteleyen ve köleliği uzatan uzlaşmalar yapmadan hedefimize varmak istiyoruz.’ (Aktaran Engels, MEW Band 18, s. 533).

‘Uzlaşma yok’ diyen Blanquist görüşlerle alay eden Engels, uzlaşmaları, sanki insanların kendi iradelerinin sonucuymuş gibi gören bu tip komünistleri eleştirir. Engels’e göre asıl hedef, sınıfları ortadan kaldırmak, toprak ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti, daha doğrusu burjuva, feodal mülkiyeti aşmaktır. Ama bu hedefe varmak, başka toplumsal güçlerle ittifak kurmayı, onlarla belli noktalarda uzlaşmalara gitmeyi gerektirir. Dolayısıyla hedefe götüren zik-zaksız düz bir yol yoktur. Engels’in bakış açısından bakılırsa, ara-aşamalardan geçmek zorunda olmak ve uzlaşmalar yapmak, objektif tarihsel koşullar tarafından dayatılır. Uzlaşmaları gerektiren şeyler irademize bağlı değildir. Engels, ara-aşamalardan geçmeyi ve uzlaşmaları reddeden görüşlerin, sonuçta egemen sınıfları güçlendirdiğine işaret eder.

1894 yılında İtalyan sosyalist partisinin önderleri, sosyalistlerin İtalya’da mevcut durumda nasıl bir taktik uygulamaları gerektiği konusunda Engels’in görüş bildirmesini rica ederler: Engels, ‘Die künftige italienische Revolution ve die Sozialistische Partei’[1] (Gelecek İtalya Devrimi ve Sosyalist Parti’) başlıklı yazısında kısa bir durum değerlendirmesi yapmıştır: İtalya’da burjuvazi, ulusal bağımsızlığını kazanarak iktidara gelmiştir, ama ne feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmıştır, ne de üretimi modern burjuva modeline göre yeniden örgütlemiştir. Bu durumdan en çok zarar gören çalışan halktır (işçiler, köylüler,  zanaatkarlar). Feodal kalıntılar yüzünden yaşanan sıkıntılar üzerine bir de burjuvazinin sürekli uydurduğu vergiler eklendiğinden halkın durumu kötüleşmektedir. Engels, bu durumun, bir krize yol açabileceğini ve devrimci durum yaratacağına dikkat çekmektedir.

İtalyan Sosyalist Partisi -Engels’e göre-,hem yeni, hem de mevcut ekonomik koşullar yüzünden zayıf bir partidir ve bu nedenle yakın bir dönemde sosyalizmin zafer kazanmasını umut edemez. Gelecek devrim, büyük olasılıkla bir burjuva cumhuriyetini getirecektir. Bu durumda sosyalist parti ne yapmalı? Hangi taktiği kullanmalıdır?

Engels, ilkin şu gerçeğe dikkat çeker: Sosyalizme giden süreç, çeşitli basamaklar ve aşamalar içeren bir süreçtir. Bu süreçte sosyalistler, tüm devrimci ve ilerici hareketleri,  ileriye atılmış bir adım olarak görürler. Engels, genel seçim hakkının, toplanma ve basın özgürlüğünün önemli olduğunu vurgular. Marx’ın şu sözüne atıfta bulunur: Burjuva Cumhuriyeti, burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki mücadelenin gelişebileceği en uygun politik biçimdir. Dolayısıyla burjuva devrimci hareketlerin zaferi, sosyalistleri güçlendirir. Bu nedenle, bu burjuva devrimlerine, demokratik hareketlere seyirci kalmak yanlış bir tutum olacaktır. Engels, gerçek halk hareketlerine katılmayı ve ittifaklar kurmayı önerir; ama şu dört olguya dikkat çeker: Birincisi, işçi sınıfı her halükarda, örgütsel açıdan bağımsız bir parti olmayı korumalıdır. İkincisi, kazanılan başarılar sosyalistler açısından daha sonraki hedefleri için yeni mücadele alanları açar. Üçüncüsü, sosyalistler hemen sosyalizmi kurma yanılsamasına kapılmamalıdır. Dördüncüsü, burjuva devrimcileriyle beraber ortak zaferden sonra, sosyalistlerin kurulan hükümetlerde azınlık olarak katılması, ‘en büyük bir tehlike’dir.

1848 Devrimleri sırasında, Fransız Sosyalist Demokratlarının (Loise Blanc vb.) hükümetlere azınlık olarak katılmasının yanlış olduğunu vurgulayan da Engels’tir. Çünkü hükümette azınlık olan sosyalistler, cumhuriyetçilerden oluşan çoğunluğun işçi sınıfına karşı işlemiş oldukları suçlara ve ihanete ortak olmuşlardır. Engels, ifade ettiği bu taktiği, yaşamı boyunca uyguladığını ve kendini yarı yolda bırakmadığını vurguladıktan sonra, yine de her ülkenin koşullarının farklı olacağını bu nedenle somut duruma göre karar vermek gerektiğini belirtir.

LENİN VE UZLAŞMA POLİTİKASI

İttifaklar sorunu,  diğer bir adıyla uzlaşma meselesi,  politika  sanatının önemli araçlarından biridir. Bu sorun, Rus Devrimi döneminde Lenin’i de ilgilendiren önemli  sorunlardan biri olmuştur. İttifaklar ve parlamentoda çalışma konusunda Türkçe’de en çok baş vurulan eserlerden biri Lenin’in ‘Sol Radikalizm Bir Çocukluk Hastalığıdır.’ Türkçe okuyanlar, bu esere kolayca ulaşabilirler. Bu çalışmada ittifaklar, uzlaşma, boykot, parlamentoda çalışma gibi konularda Lenin’in Almanca yazılmış tüm eserlerindeki diğer makalelerinden yararlanacağım. Böylece Türkçe okurlara, Lenin’in muhtemelen Türkçede yayınlanmamış bazı makalelerindeki görüşleri de ulaştırmış oluruz.

Lenin’in ‘Uzlaşmalar Üzerine’[2] (Über Kompromisse) makalesi, hem uzlaşma üzerine hem de çok partili bir sosyalizmin nasıl olabileceği üzerine ilginç görüşler içermektedir. Bu nedenle bu makale üzerinde biraz durmak gerekir. Lenin, ilkin uzlaşmanın tanımını yapar. Uzlaşma üzerine bakın ne diyor: ‘Politikada uzlaşmaya gitmek, bazı taleplerinden feragat etmek, diğer bir partiyle anlaşma yüzünden, kendi taleplerinin bir kısmından vazgeçmek demektir’ (LeninWerke 25, S. 313).

Lenin’in bakışı açısından tüm uzlaşmalar, ittifaklar, uzlaşan tarafların, yani her iki tarafın,  çıkarına uygun olmadan uzlaşma mümkün değildir. Lenin, iki türlü uzlaşma arasında ayrım yapar: Birinci tür uzlaşma, koşulların dayattığı  zorunlu uzlaşmadır; ikinci tür uzlaşma gönüllüuzlaşmadır. Zorunlu uzlaşma için Lenin şunları yazmıştır:

Gerçek devrimci partinin görevi, tüm uzlaşmalardan vazgeçtiğini ilan etmek değil, tersine kaçınılmaz olduğu ölçüde tüm uzlaşmalar yoluyla, kendi ilkelerine, sınıfına, devrimci  görevine -devrimi hazırlama, devrimin zafer için halk kitlelerini yetenekli hale getirme - görevine sadık kalmayı bilmektirBir örnek. III. ve IV. Duma’ya (Meclis  y.o) katılma bir uzlaşmaydı, devrimci taleplerden geçici olarak vazgeçmeydi. Ama bu tamamen zorunlu bir uzlaşmaydı. Çünkü güçler dengesi, devrimci kitle mücadelesi yürütmemize bir süre engel oluşturmuştu. Ve bu uzun süreli mücadelenin hazırlanmasında, böylesi bir  ‘domuz ahırı’ (Sausstall) içinde de çalışmayı bilmek zorunludurBolşeviklerin parti olarak bu görüşünün tamamen doğru olduğu tarih tarafından doğrulanmıştır.’ (Vurgular Lenin’in) (LeninWerke 25, S. 313).

Lenin, yukarıda adı geçen makalede gönüllü uzlaşma konusunda da görüşlerini dile getirir. 1917 Rus Devrimi döneminde özgür bir durum ortaya çıkmıştır. İşçiler, köylüler ve askerler,  Sovyet tipi iktidar organı olabilecek kitlesel politik örgütlenmeler yaratmışlardır. Ne var ki, Sovyetler içinde  Menşevikler ve köylü partisi olan Sosyalist Devrimciler çoğunluğa sahiptirler. Kısa bir durum analizi yapan Lenin, 1917 Eylül ayında kendi partisine şunu önerir: Devrimin çıkarı için, devrimin barışçıl gelişimi uğruna, Sosyalist Devrimcilere ve Menşeviklere gönüllü taviz verelim. Bu konuda şöyle yazar Lenin:

Rus Devriminde şimdi öylesi ani ve benzersiz bir durum ortaya çıkmıştır ki, parti olarak gönüllü bir uzlaşma (İtalik Y.O) teklif edebiliriz, elbette bizim doğrudan ve baş sınıf düşmanımız olan burjuvaziye değil, fakat bizim daha sonraki karşıtlarımıza, ‘egemen’ küçük-burjuva demokrat partilerine, Sosyalist Devrimcilere ve Menşeviklere.’ (LeninWerke 25, S. 313).

Peki ama nasıl bir uzlaşma teklif eder Lenin? ‘Bizim tarafımızdan yapılacak olan uzlaşma, Temmuz ayına kadar ileri sürdüğümüz talebe geri dönmektir: Bütün İktidar Sovyetlere, Sovyetler karşısında sorumlu olan  Sosyalist Devrimcilerden ve Menşeviklerden oluşan bir hükümet.’(aynı yerde) Lenin’e göre böyle bir hükümet,tamamen barışçıl bir şekilde kurulabilir ve sağlamlaştırılabilir. Ayrıca böyle bir ‘hükümet, büyük bir olasılıkla bütün Rus Devriminin barışçıl bir biçimde ileri doğru gelişimini garanti edebilir ve barışın ve sosyalizmin zaferi için mücadele eden uluslararası hareketin ilerlemesine son derece önemli katkı yapabilir.’

Devam eder Lenin:

Devrimin bu barışçıl gelişimi uğruna, tarihte ender rastlanan ve çok değerli olağanüstü nadir bir olanak nedeniyle, dünya devriminin taraftarı, devrimci yöntem taraftarı olan Bolşevikler, benim kanaatime göre böyle bir uzlaşmayı kabul edebilirler ve kabul etmek zorundadırlar.’ Lenin açısından Bolşeviklerin sunduğu uzlaşma, veya verecekleri taviz şundan oluşurdu: ‘Bolşevikler, hükümete katılma talebinde bulunmayacak, iktidarın hemen proletarya ve yoksul köylülere geçmesi talebinden vazgeçecek ve mücadeleyi devrimci yöntemlerle yürütme talebinden feragat edecektir.’ (LeninWerke 25, S. 315).

Lenin, Sosyalist Devrimcilerin ve Menşeviklerin böylesi bir uzlaşmayı kabul edebileceklerini varsayar. Çünkü Bolşeviklerin verdiği taviz, yalnızca Sosyalist Devrimcilerden ve Menşeviklerden oluşacak bir hükümeti (ki bu hükümet Sovyetler karşısında sorumlu olacaktır) olanaklı kılmaktadır. Lenin’e göre yapılan öneri, bu partilere ‘yeni’ bir koşul ileri sürmez. Ayrıca Bolşevikler başka koşullar ileri sürmeyeceklerdir. Çünkü ‘gerçekten Sovyetler içinde tam bir ajitasyon özgürlüğü ve Sovyetlerin bileşiminde (Yeni Seçimler) ve faaliyetlerinde yeni demokratizmin acil gerçekleşmesini, devrimin barışçıl gelişmesini ve Sovyetler içinde partilerin barışçıl mücadelesini bütünüyle kendiliğinden garanti altına alabilir.’(İtalik Lenin) (LeninWerke 25, S. 315).

Burada iki olguya dikkat çekmek isterim: Birincisi şu: Lenin, yeni demokratizme dikkat çeker;  ikinci olgu ise Lenin’in, Sovyet tipi örgütlenme içinde partilerin birbiriyle barışçıl mücadelesinin olabileceğini düşünmesidir. Bu iki olgu, dünya Marksist hareketi tarafından yeterince dikkate alınmamıştır. Sovyet Anayasası ve Sovyet Örgütlenmesi temelinde, partilerin birbiriyle yarışması düşüncesi neden yeniden güncelleşmesin?

Devrimin barışçıl gelişmesi uğruna, Sosyalist Devrimcilere ve Menşeviklere taviz verilmesi gerektiğini öneren Lenin, devrimin barışçıl gelişmesinin mümkün olmayacağını da hesaba katar. ‘Belki de devrimin barışçıl gelişimi artık mümkün değildir! Ama eğer sadece yüzde bir şans varsa bile, böyle bir olasılığı gerçekleştirmek, en azından girişmeye değer’.

Lenin,  devrimin barışçıl gelişimi için, hem kendi partisini, hem de Sosyalist Devrimcileri ve Menşevikleri ikna etmeye çalışır. Bunun için argümanlar ileri sürer. İlk argümanı, uzlaşmanın her iki tarafın da işine yaradığını göstermektir. Lenin şu soruyu soruyor: Bu ‘uzlaşma’ ile bir tarafta Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler, diğer tarafta Bolşevikler ne kazanacaktır? Lenin açısından ‘her iki taraf da bir şey kazanmazsa, o zaman uzlaşma olanaksız olarak görülmelidir. Dolayısıyla bunun üzerine söz sarf etmek gereksizdir. Bu uzlaşma şimdine kadar zor olsa da, onu gerçekleştirmek için, küçük bir şans olduğunu düşünüyorum; bu şansı, Sosyalist Devrimcileri ve Menşeviklerin almış oldukları, Kadetlerle ortak hükümete girmeme kararı yaratmıştır.’

Uzlaşmayı gerekli kılan argümanları ortaya koyar Lenin. Ve  argümanları takiben, Bolşeviklerin ve diğer blokun (Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler) bu uzlaşmadan elde edecekleri kazanımların neler olabileceğini açıklar. Ona göre Bolşeviklerin kazanımı şu olurdu: ‘Bolşevikler, tamamen özgür bir şekilde kendi görüşlerinin propagandasını yapma ve gerçekten demokratik koşullar altında Sovyetler üzerinde etki kazanma olanağına kavuşurlar.’ Lenin açısından  bir burjuva hükümet veya burjuvazinin katıldığı bir hükümet altında böylesi bir özgürlük mümkün olamaz. Ama Sovyet hükümeti altında böylesi bir özgürlük olanaklıdır. Bu olanak uğruna, böylesi bir zor zamanda, Sovyetlerde mevcut çoğunluk ile uzlaşmaya gitmek gerektiğini savunur Lenin. Gerçek bir demokratik ortamda böylesi bir uzlaşmadan korkmamak gerektiğini vurgular. Zira bir tarafta akan zaman Bolşeviklerin lehine işlemektedir, diğer tarafta Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler içinde yeni akımların gelişimi, Bolşeviklerin haklı olduğunu göstermektedir.

Lenin, bu uzlaşmadan küçük burjuva demokratik blokun (Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler)  kazanımının ne olacağını da şöyle ifade eder: Blok, Sovyetlerdeki çoğunluğa dayanarak, sınırsız bir şekilde programını uygulama olanağı elde eder, arkasındaki  çoğunluğu barışçıl bir şekilde kullanmayı garanti altına almış olur.

Kendi yoldaşlarını bu uzlaşmaya ikna etmek için, Lenin’e küçük-burjuva demokrasisi bir  blok oluştursa bile,  homojen politik çizgi oluşturamayacağını ispat etmeye çalışır. Ona göre  blok, homojen değildir; burjuvazi ve proletaryadan daha az homojendir. Dolayısıyla bu blok içinde farklı eğilimlerin çıkması kaçınılmazdır. Lenin’in bu değerli düşünceleri  ne yazı ki, hak ettikleri ilgiyi bulamamıştır

Lenin’in uzlaşma konusundaki görüşlerinin temel hatlarını açıkladık. Şimdi Lenin’in sosyal devrim için uzlaşmaların neden gerekli olduğu konusundaki görüşlerine geçebiliriz.

LENİN VE SOSYAL DEVRİM

Lenin, çeşitli vesilelerle sosyal devrimi düz bir çizgi olarak düşünen görüşleri eleştirmiştir. Lenin’e göre sosyal devrimi gerçekleştirebilmek için,  işçi sınıfının politik iktidarı ele geçirmesi gerekir. Politik iktidarı ele geçiren işçi sınıfı, kendi amacına giden yoldaki engelleri ortadan kaldırır. Almancadan çevirdiğim metinde şöyle diyor Lenin: “Toplumsal devrimi gerçekleştirmek için, proletarya,  kendini egemen kılacak ve büyük hedefine götüren yoldaki tüm engelleri ortadan kaldırmaya olanak verecek politik iktidarı ele geçirmek zorundadır.” (Lenin Werke 6, S. 14) Dolayısıyla “Sosyal devrim, tek bir mücadale değildir; her türlü ekonomik ve demokratik reformlar uğrunda verilen bir dizi mücadeleyi kapsayan dönemdir.”

Sosyal devrimi, sadece işçi sınıfı ve burjuvazi arasında bir savaşıma indirgeyen anlayışı Lenin şöyle eleştirmektedir:

Sömürgelerde ve Avrupa'da küçük ulusların ayaklanmaları olmadan, bütün önyargılarıyla küçük-burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlamaları olmadan, siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleter ve yarı-proleter yığınların, toprak beyliği, kilise, krallık boyunduruğuna karşı, ulusal vb. boyunduruğa karşı hareketi olmadan, toplumsal devrimin mümkün olabileceğini sanmak, toplumsal devrimi reddetmektir. Sanki bir ordu bir yerde saf tutarak  "biz sosyalizmden yanayız" ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak "biz emperyalizmden yanayız" diyecek ve bundan sonra toplumsal devrim olacak! (...)  "Saf" bir toplumsal devrim bekleyen biri, bunu asla göremeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.’ (Lenin Werke 22, S. 363-364).

Ne var ki toplumsal devrimi gerçekleştirmenin en önemli şartlarından biri politik iktidarın ele geçirilmesidir. Politik iktidarın ele geçirilmesi ise toplumda ezilen diğer bütün toplumsal gruplarla belli anlaşmalar yapmadan ve uzlaşmalara gitmeden mümkün değildir. Bu nedenle, ‘demokratik ve devrimci hareketlerle bir dizi bağlar kurmadan’, çeşitli muhalefet hareketleriyle ilişkiler geliştirilmeden politik güç olmak mümkün değildir. Lenin açısından, reformlar uğruna mücadele etmeyi küçümseyen anlayış, sosyal devrim sürecini anlayamayan bir anlayıştır.

Burada yeri gelmişken devrim ve reform ilişkisine değinelim. Bir çok solcu ‘reformlar, devrimlerin ürünüdür’ gibi doğru bir anlayışı çoğu zaman tek-boyutlu kavramaktadır. Bu sözü nakarat haline getirirler. Sanki devrim olmadan, reformlar mümkün olamaz diye otomatik bir sonuç türetmektedirler. Evet, esas olarak reformlar devrimlerin yan ürünüdür. Ama reformları sadece devrimlerin yan ürünü olarak gören anlayış, reformlar uğruna mücadeleyi tek-boyutlu ve tek-yanlı kavrayan bir anlayıştır. Devrim olmadan, reformların mümkün olamayacağından hareket eden sığ anlayış, reformlar uğruna yürütülen mücadeleye ilgi göstermez. Demokratik mücadele asıl sorun,  ‘demokratik isteklerimizin her birini devrimciliğe yaraşır bir tutarlılıkla dile getirmektir’ (Lenin).

BULYGİN DUMASININ İFLASI ve BOYKOTUN KOŞULLARI

1905 Rus Devrimi döneminde gündeme gelen Duma (Meclis) konusunda biraz kafa karışıklığı var sanıyorum. Çünkü ‘Bulygin Duması’(1905) sanki I. Duma gibi algılanmaktadır. Oysa Bulygin Duma’sının I. Duma’yla ilişkisi yoktur. 1906 Nisanında toplanan I. Duma daha sonra ayrıntı olarak göreceğimiz gibi Witte Duması olarak da adlandırılmaktadır

Bulygin Duması nedir ve bu fikir nasıl ortaya çıktı? 1905 yılında toplanması öngörülen Bulygin Duması için seçimler yapılamadı ve bu Duma toplanamadı. Yükselen devrim, özellikle 1905 Ekim ayındaki büyük politik  grev, Bulygin  Duması için öngörülen seçimleri olanaksız kıldı. Ama yine de Bulygin Dumasının kurulacağını ilan eden nedenlere değinelim.

1904-1905 Rus-Japon savaşını ve Rus Devrimi’inin gelişimini kısaca açıklamakta yarar var. Çar II. Nikolaus, Rusya İmparatorluğunu genişletmeyi, Mançurya ve Kore'yi içerecek kadar büyütmeyi planlıyordu. Bu durum Japonya’nın işine gelmezdi elbette. Japonya, Şubat 1904’de  Port Arthur limanı çevresindeki Rus savaş gemilerine saldırır. Rus-Japon savaşı patlak verir. Çarlık rejimi, askeri gücünü abartarak, savaşı kazanacağını düşünür. Ve kazanılacak zaferin Rus halkının moralini ve milliyetçiliğini yükselteceğine ve yaşanan sıkıntıları unutturacağına inanır.

Bu savaşın Rus ekonomisi ve halkın yaşamı üzerinde olumsuz etkileri olur. 1904 yılının Aralık ayında, Petersburg’da bir fabrikada başlayan greve şehrin diğer fabrikalarındaki işçiler destek olur. İşçi sınıfının mücadelesi gelişme eğilimi gösterir. 9 (yeni takvimle 22) Ocak 1905 günü işçiler, Kışlık Sarayı önünde barışçıl bir gösteri düzenleyerek, istemlerini Çar’a iletmek isterler. İlginçtir ki bu gösteriye, Çarlığın devrimci örgütlere karşı kurmuş olduğu, gizli polis örgütünün (Okhrana)  bir ajanı olan papaz Gapon önderlik eder. Gapon, işçilerin taleplerinin Çarlık tarafından dinleneceğini ummuştur. Ne var ki Çarlığın askerleri silahsız insanların üstüne ateş açarlar. ‘Kanlı Pazar’ olarak adlandırılacak bu günde binlerce insan ölür. Bu olay, 1905 Rus Devriminin ilk kıvılcımı olur. Bu duruma şaşıran papaz Gapon’un ‘artık Çar yok’ dediği iddia edilmektedir. 9 Ocak 1905’den sonra işçilerin mücadelesi daha politik bir nitelik kazanır.

1905 Ocak ayındaki  bu olay hem işçi sınıfı hem de çarlık rejimi için uyarı niteliğindedir. Çar II. Nikalo, biraz tereddüt ettikten sonra, işçi sınıfını yatıştırmak için, 3 (yeni takvimle 16) Şubat 1905’de yayınladığı fermanda, bir danışma meclisinin kurulacağı sözünü verir. Halkın sorunlarına çözüm aradığı imajını yaratır. Danışma meclisinin oluşturulması için İçişleri Bakanı Alexendar Bulygin’i görevlendirir. Bulygin, kurulacak meclis için, anayasa ve seçim sistemini hazırlayacak bir komisyona başkanlık eder. Hazırlanan anayasa ‘Bulygin Anayasası’ ve öngörülen meclis ise ‘Bulygin Duması’ olarak siyasal literatüre yerleşir.

Lenin, Nisan-Temmuz 1905 döneminde, Bulygin Anayasası ve anayasanın öngördüğü meclis (Duma)  hakkında yazılar yazar. Bulygin Anayasası ve Duması sorununu çok geniş bir perspektiften ele alır. Avrupa sermayesi ile Bulygin Duması arasında ilişki kurar. Bu konuda ilk makalesi ‘Avrupa Sermayesi ve Otokrasi’ (April 1905) başlığını taşıyor. Lenin, bu makalesinde, Avrupa sermayesinin Çarlık otokrasisini korumaya ve kurtarmaya çalıştığını gösterir. Çünkü Çarlık, Avrupa sermayesinden borç almadan ayakta duramamaktadır. Lenin, Fransız Burjuvazisinin, Çarlık Rejimine 10 milyar Frank borç verdiğini; ama Çar hükümetinin aldığı borçların büyük bir kısmı Japonya ile yapılan savaşa harcandığına işaret eder.  Üstelik Mayıs 1905’de Rusların savaşta Japonya’ya karşı yenilgisi kesinleşmektedir. Bu  yenilgi, Çarlık rejiminin çürümüşlüğünü vezayıflığını gözler önüne sergilemiştir. Çarlık rejimi, içte ve dışta itibar kaybetmektedir.

Rusya’nın yenilgisi üç olguya işaret etmektedir: Birincisi, Çarlık rejiminin askeri açıdan zayıflığı gözler önüne serilmiştir; ikincisi,  çarlık Rejiminin çökeceği daha belirgin bir hale gelmektedir; üçüncüsü, Rusya’da devrimin ve devrimci hareketin gelişmesi, Avrupa burjuvazisinin yüreğine korku salmıştır (Lenin, Werke 8, s. 259). Savaş nedeniyle  ekonomik ve siyasal durum daha da kötüleşmiştir. Ve Rusya’daki işçi sınıfı mücadelesi yükselmeye başlar. Artık devrim çanları çalmaya başlamıştır.

Lenin’e göre Avrupa burjuvazisi, savaş ile devrim arasındaki ilişkiyi kavramaya başlamıştır. Bu nedenle borç para veren Avrupa burjuvazisi, devrimden korktuğu için Rusya’nın Japonya ile barış yapmasını savunuyor. Rusya’da devrime yol açmamak için, barıştan yana tavır takınıyor. Diğer yandan Avrupa burjuvazisi, Rusya’da devrimi engellemek için  Çarlık rejimini reformlar yapmaya zorluyor. Paranın gücünü kullanarak Çarlığı reformlar yoluyla kurtarmaya çalışıyor. Avrupa burjuvazisinin bir parçası olan Rus burjuvazisi de devrimin gelişmesini engellemek için Çarlık rejimi ile uzlaşmanın yollarını arıyor. İşte Lenin, ‘Bulygin Duması’ girişimini, burjuvazinin Çarlıkla uzlaşma ve pazarlığa girme eğiliminin bir belirtisi olarak değerlendirir.

Anayasa Bezirganı’ (Der Verfassungsschacher) başlıklı makalesinde Lenin, Bulygin Anayasasını değerlendirir. Bulygin’in hazırladığı anayasa taslağı liberal Alman yayın organı  ‘Vossische Zeitung’da yayınlanır. Lenin için Bulygin’in hazırladığı anayasa taslağı, tutucu ve gerici bir anayasadır. Çünkü gerçek halk temsilciliğine olanak tanımaz. Bu anayasa, Çara karşı sorumlu olan sadece bir danışma meclisi öngörmektedir. Bu meclisin yasa yapma yetkisi yoktur; gerçi, meclis, yasa taslağı hazırlayabilir; ama sonuçta karar verecek olan Çar’dır. Üstelik seçim yasası, büyük toprak ağalarının, burjuvazinin ve diğer varlıklı olanların çıkarına göre düzenlenmiştir. Köylülerin temsilci seçmesi, neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Bu anayasanın en göze batan yanı ise işçilere seçim hakkı tanımamasıdır. İşçiler, seçim hakkından yoksun bırakılmıştır. Lenin, böylesi bir anayasa ve meclisin, özellikle köylüleri devrimden uzaklaştırmak için girişilmiş bir çaba olduğuna dikkat çekerek, işçilerin ve köylülerin Bulygin Anayasası konusunda bilgilendirilmesi gerektiğini vurgular.

1905 şubat ayında  ‘Anayasa’ hazırlamakla görevlendirilen Bulygin, hazırladığı anayasayı ve  seçim yasasını, ancak 6 Ağustos 1905 tarihinde kamuoyuna sunar. Ne var ki, bu anayasa taslağı yeterince toplumsal destek görmez. İşçiler, köylüler, entelektüeller ve diğer muhalif güçler bu anayasayı ciddiye almazlar. Çünkü Bulygin Duması, sadece bir danışma organı olarak düşünülmüştü, yasa yapma yetkisi yoktu. Böyle bir meclis, halk temsilcilerini içeremeyeceği için toplumun çeşitli kesimlerinden tepkiler yükselir. Kırsal bölgelerde köy halkını ilgilendiren yerel işlere bakan (yol yapımı, hastane, okul vb) yerel yönetim örgütü olan Semstwo gibi liberal örgütler de gerçek bir kurucu meclis talep ederler. Toplumun çeşitli kesimlerinin katıldığı toplantılarda ve konferanslarda, Bulygin Anayasası reddedilir. Kişilerin dokunulmazlığını, fikir ve toplanma özgürlüğünü garanti altına alacak bir anayasa ve meclis talebi  yükselir.

Liberal entelektüellerin politik örgütü olan “Verband der Verbände" 1905 Mayısında yaptıkları konferansta ilkin ‘Bulygin Duması’nı boykot etme kararı alırlar (daha sonra fikirlerini değiştirirler. ) Lenin’e göre burjuvazinin sol kanadını oluşturan liberal entelektüeller bile, Bulygin Duması’nı reddederken, Bolşevikler onlardan geri duramazdı. Eylül 1905’de Bolşevikler, Bulygin Duması'nı boykot ilan ederler ve önlerine meclis-karikatürünü boşa çıkarma hedefini koyarlar. İşçi sınıfının Ekim 1905 politik grevi ‘Bulygin Duması’nı başarısızlığa mahkum eder. Politik greve 500 bin insan, yani yarım milyon işçi katılır ve ‘Bulygin Duması’ toplanamadan, tarihin çöplüğüne fırlatılır. Gelişen politik grev, Çarlık rejimini politik özgürlükleri tanımaya zorlar.

Akıllı, öngörülü olan ve uzun bir zamandır maliye bakanı olan Kont Sergej Witte, 9 Ekim 1905’de Çar Nikola’yı muhtemel bir felaket karşısında uyarmıştır. (Lenin, bir makalesinde Witte’nin ‘borsanın ajanı’ olduğunu ileri sürer). Witte, bir meclisin kurulmasını önerir. Witte, temelleri sarsılan Çarlığı kurtarmak için hem seçimler hem de toprak reformu yaparak köylüleri Çarlık rejiminin yanına kazanmak istiyordu. Witte’nin hazırlamış olduğu manifesto 17 Ekim Günü Çar  II. Nikola tarafından yayınlanır ve  Yeni bir Devlet Duması’nın kurulacağı ilan edilir. 20 Ekim 1905 günü II. Nikola, Witte’yi başbakan olarak atar.

Böylece I. Duma’nın temelleri atılmış olur. 24 (eski takvime göre 11) Aralık 1905 tarihinde I. Duma için hazırlanmış seçim yasası açıklanır.Çarlık, işçi sınıfı ve köylü hareketinin daha da radikalleşmesini durdurmak amacıyla, 27 Nisan 1906’da I. Duma (Meclis) için seçimlerin yapılacağını duyurur.  

I. DUMA’YI BOYKOT ve DUMA SEÇİMLERİ

Bu kısmı ayrıntılı yazmak için Lenin’in bu konuda yazdıklarını titiz bir incelemeye tabi tuttuğumu sanıyorum. Esas olarak Lenin’in Almanca Toplu eserlerinden yararlandım.

I. Duma, I. Devlet Duması olarak da adlandırılır,  27. Nisan (Yeni takvimle 10 Mayıs) 1906 yılında toplanması öngörülür.  Bu meclis, bakanlar kurulu başkanı olan Witte tarafından hazırlanan yönetmeliğe göre toplantıya çağrıldığı için Witte Duması adıyla da anılmaktadır. I. Duma’nın temelleri Aralık 1905 yılında hazırlanan seçim yasasına dayanır. Bu yasa ise  daha önceki ‘Bulygin Anayasası’ndan farklıdır. Bulygin’in hazırladığı anayasa,  yasama yetkisi olmayan bir danışma meclisini öngörüyordu. Bu yeni anayasa ise hem seçme hakkını genişletiyordu, hem de  I. Duma’ya yasama yetkisi tanıyordu. Seçim yasasına göre, I. Duma’da dört toplumsal grup temsil edilecektir: a-) Toprak ağaları; b-) Burjuvazi; c-) Köylüler ve d-) İşçiler. Ne var ki, bu gruplar eşit oy hakkına sahip değiller. Toprak ağasının 1 oyu, burjuvazinin 3 oyuna, köylünün 15 oyuna, işçinin ise 45 oyuna denk düşmektedir. (Yayıncının 31 nolu dipnotu. Lenin Werke 10, S. 530)

I. Duma’nın boykot edilmesi, tartışmalı sorunlardan biridir. Lenin’in, bu  konudaki görüşleri hep koşullara bağlı olarak değişiklik ve esneklik göstermiştir.  Bir gün önce savunduğu fikrini, koşulların değiştiğini gördüğünde hemen değiştirmeyi bilmiştir.  Bu yazı içerisinde Lenin’in analizlerinin ve fikirlerinin süreç içinde değişen koşullara uygun olarak nasıl değiştiğini göreceğiz.

Lenin 1905 Aralık Moskova ayaklanmasından sonra, İşçi Partisi Ve Mevcut Durumdaki Görevleri başlıklı makalesinde somut durumun özgünlüğü konusunda şunları yazmaktadır: Yaşanan olaylar ve halk üzerindeki baskı,  yeni meclisin kurulacağını ilan 17 Ekim manifestosunun aldatıcı olduğunu gözler önüne sermiştir. Kurucu Meclis hayalleri uçup gitmiştir. Otokrasi baskı uygulayarak tekrar ‘güçlenmiştir.’ Lenin’e göre azgın bir iç-savaş kızışacaktır. Köylülüğün 1906 baharında büyük eyleme geçeceğini düşünür: ‘Muazzam bir patlayıcı madde görüntüsü oluşturan köylülüğün 1906’nın baharına doğru alevleneceğinden hiç kimse şüphe etmiyor’. Lenin, devrimci hareketin daha üst bir aşamaya yükseleceğini sanmaktadır. Ayrıca ‘bu kadar baskı ve kovuşturma altında Çarlık hükümetinin, bir meclis toplayacağına kimsenin inanmadığını’ifade etmektedir.

Devrimci hareketin yükseldiğinin sanıldığı koşullarda Lenin tarafından ele alınan ve Merkez Komitesi tarafından yayınlanan Meclisi Boykot Etmek Gerekir mi? (Ocak 1906) (Lenin Werke, 10, S. 85-89) başlıklı bir bildiri yayınlanır. Bu bildiride I. Duma (Witte Duması) için yapılacak seçimi boykot etmek gerektiğini ve neden boykota gitmek gerektiği açıklanır. Lenin, seçilecek meclisin karakteri konusunda Bolşevikler ve Menşeviklerin görüş birliği içinde olduğunu yazar. Hem Bolşevikler hem de Menşevikler, meclise (Duma’ya) katılmama konusunda görüş birliğindedir. Çünkü her iki taraf,  o anda seçilecek meclisin, halkı gerçekten temsil etmediğini, acınacak  bir sahtekarlık olduğuna dikkat çeker ve halkı aldatma girişimine karşı mücadele eder.  Hatta Menşevikler de, tüm halk tarafından özgür bir şekilde seçilecek kurucu bir meclise yol açacak bir ayaklanmaya hazırlanma konusunda Bolşeviklerle aynı görüşü savunuyorlar. Rusya’da 1905 devrimin gelişmesi, Bolşevikleri ve Menşevikleri bir dönem yakınlaştırmıştır.

Bolşevikler ve Menşevikler arasındaki farklılık, sadece meclis (Duma) karşısında nasıl bir taktik izleneceği sorunudur.  Bolşevikler aktif boykotu savunurken; Menşevikler karmaşık bir taktik izlerler. Menşeviklere göre parti seçimlere katılmalı; ama seçilenler meclise girmemelidir. Yani seçime katılma ile meclise girme arasında ayrım yaparlar. Seçime katılma gerekçesini ise şöyle temellendirirler: İşçi sınıfı, kendi yerel yönetim organlarını oluşturmak için seçimlere katılmalıdır. Seçimler yoluyla, Çarlığın meclisine karşı, kendi alternatif yerel meclislerini oluşturabilirler. Menşevikler, seçimlere katılmanın, devlet meclisine (Duma’ya) katılmak anlamına gelmediğini vurgularlar. Menşeviklerin izlediği taktiği Lenin’in nasıl eleştirdiğini aşağıda ele alacağız.

Burada bir parantez açmam gerekiyor. Rusya’daki seçim konusunun anlaşılabilmesi için 1906 dönemi Rusyası’nın seçim sistemi konusunda kısa bir bilgi gerekiyor. Duma (Meclis) seçimlerinden önce hükümet karmaşık bir seçim yasasını onaylamıştı. Bu seçim yasası, esas olarak Duma’da büyük toprak sahiplerinin ve burjuvazinin çoğunluğu oluşturmasını  garanti  altına alacak şekilde düzenlenmişti. Yasa, mülk sahibi sınıflara ayrıcalıklar tanırken, işçi ve köylülerin seçimlere katılmasının önüne pek çok engel çıkarıyordu.  Köylüler ve işçiler için seçim sistemi çok karmaşıktı.

Rusya’nın o dönemdeki seçim sistemine bugünkü seçim sistemi anlayışı açısından yaklaşmak yanıltıcıdır. Çünkü sınıfsal kategorilere göre seçim yapılıyordu. Ayrıca seçim bölgeleri kentlere göre ayrılmıştı. Her kent, meclise gidecek milletvekillerini belirliyordu. İşçiler için ‘İşçi kategorisi’ altında öngörülen seçim sistemi şöyleydi: Elliden fazla işçi çalıştıran işyerlerinde seçim yapılıyordu; yani işçiler fabrikalarda oy kullanıyordu. Ama yine de işçilerin önüne seçim engelleri çıkarılıyordu. Örneğin aynı işyerinde an az 6 ay çalışmış olmak koşulu getirilmişti. Fabrika’da işe yeni başlayan bir işçinin seçime katılma olanağı yoktu. Üstelik seçim yasası, iki-aşamalı bir seçim sistemi öngörüyordu.  Şöyle ki: İşçiler, fabrikalarda ilk aşamada delegelerini seçiyorlardı; ikinci aşamada ise seçilen delegeler ise bir Seçim Konseyi oluşturuyor ve bu konsey Duma’ya gidecek olan milletvekilini belirliyordu. O dönemdeki Rusya’daki seçim konusunda bir yazar şöyle diyor: ”İşçiler ilkin bir seçmenler heyeti seçiyorduBu heyet ise, şehirlerde nihai seçiciler heyetine ‘İşçi Kuryesi’ seçiyordu. Şehirdeki seçiciler heyetine dahil olan ‘İşçi Kuryeleri’ ile bu nihai heyet üyeleri, en sonunda, Duma’ya o şehirden gidecek temsilcileri seçiyordu.” (Bertram D. Wolfe, Devrimi Yapan Üç Adam, Cilt 2,  s. 40) Seçimler üzerine bu kısa bilgiden sonra parantezi kapatıp Menşeviklerin 1906 seçim  taktiğine daha yakından bakabiliriz. 

Menşevikler karışık ve net olmayan bir taktik önermektedir. İşçi sınıfının kendi delegelerini seçmesini ve Seçim Konseyinin meclise gönderecekleri milletvekili belirlemesini kabul ederken, bu Duma’ya milletvekili gönderilmesini reddediyorlar. Lenin’a bakılırsa Menşevikler kendi seçim taktikleri için iki argüman ileri sürmüşlerdir. Birinci argüman şöyle: Duma gerçek bir meclis değildir. Bu nedenle Duma’ya katılmak istemiyoruz. Ama işçi sınıfı, legal olarak delegelerini ve milletvekili adaylarını belirleyerek Duma dışında kendi halk meclislerini oluşturabilirler. İkinci argümanları ise şu: İşçi sınıfı devrimci ayaklanma içinde bitkin düşmüştür. Legal seçimler yoluyla kendilerini biraz toparlayabilirler.

İlk bakışta çok ilginç gelen bu seçim taktiğini Lenin şöyle eleştirir. ‘Menşeviklerin taktiği, çelişkili ve tutarsızdır (seçimlere katılmak, ama Duma’yı seçmemek). Kitle partisi için uygun değildir. Çünkü yalın ve net karar yerine, karışık ve ikili bir kararı öngörüyor. Bu, pratik değildir; [milletvekili] adaylarının listesinin polisin eline geçmesine neden olur, parti bundan büyük zarar görür. Son olarak bu taktik, pratikte işlemez.’ (Lenin Werke, 10, S. 87-88) Üstelik Sovyet Tipi Örgütler varken, yerel öz-yönetim örgütlerine ne gerek var?

Devlet Duması ve Sosyal Demokratik Taktik başlığı altında 1906 Şubatında yayınlanan makalesinde Lenin, I. Duma seçimlerine katılıp katılmama sorununu tekrar ele alıyor. İlkin, ‘Çoğunluk’[3]delegelerinin örgütlediği bir parti konferansında seçimi boykot kararının aldığını belirtir Lenin. Konferans, pasif bir boykot değil, aktif boykot kararı alır. Aktif  boykot, seçim döneminde yan gelip yatmamak için seçim toplantılarına katılarak propaganda vb yapmak anlamına gelir.

Aktif boykot dışında başka bir yol var mı? diye soran da Lenin’dir. Anılan makalesinde seçime katılmanın bir yararı olacağını ima etmesine rağmen, aktif boykot taktiğinin daha doğru olduğunun altına çizer. Lenin, bu yeni koşullarda sürekli olarak düşüncelerini gözden geçirmektedir. Örneğin daha sonra kaleme aldığı bir makalesinde Lenin’in boykot sorununda kararsız olduğu göze çarpar.  Seçim taktiğinin esasen ‘daha büyük bir sorunun küçük bir parçası’ olduğunu belirtmektedir. Ve bu nedenle partinin seçim taktiğini tekrar gözden geçirilebileceğini kabullenir. Seçim taktiği sorununun, mevcut durumun nasıl değerlendirildiğine bağlı bir sorun olduğuna işaret eder.

Lenin, Rusya’da mevcut durumun değerlendirilmesi konusunda iki farklı yaklaşım olduğunu saptar. Birinci yaklaşıma göre Moskova ayaklanmasının ve diğer direnişlerin bastırılması, daha kararlı bir ayaklanma için zemin hazırlamıştır. Ayrıca mevcut zaman aralığında bir meclisin kurulacağı umudu yok olmuştur. Bu yaklaşım aynı zamanda, ilkbaharda köylülüğün daha güçlü bir şekilde ayaklanacağını düşünmektedir. Lenin, böylesi bir yaklaşımı kabul edenlerden biri.  İkinci yaklaşım, mevcut durumu daha farklı değerlendiren yaklaşımdır. Örneğin bazı Menşevikler, devrim dalgasının gerilediğini, parlamenter mücadele yoluna girmek gerektiğini savunurlar. Lenin’e göre Plehanov da soruna böyle yaklaşmakta ve  ‘boykotu’ yanlış bulmaktadır. Plehanov, politik grevin silahlı ayaklanmaya dönüşmesini de yanlış bulur. Plehanov’a göre güçsüz olan proletaryanın zafer kazanamayacağını kestirmek zor değildi. Bu nedenle işçiler silaha sarılmamalıydı. Bu nedenle, Plehanov, boykota karşı olduğunu açıklar. (Lenin, Werke 10, s. 102) Bazı Menşevikler’in ve Plehanov’un seçimleri boykot konusunda ileri sürdükleri basit argümanı şöyle ifade eder Lenin: ‘Parlamenter mücadeleye katılmak Marksizmdir. Katılmamak anarşizmdir. Öyleyse boykot yanlıştır ve Bolşevikler  anarşisttirler.’ (Lenin, Werke 10, s. 457) Lenin, Menşeviklerin bu düz mantığına ok darbeleri indirir yazısında.

Lenin’in makalesi mercek altına alındığında iki konu göze çarpar. Birinci konu, geçmişe yönelik ayaklanma sorununun ele alınmasıdır. Lenin’e göre işçi sınıfının 1905 Moskova ayaklanması zafere ulaşamamıştır; ama ayaklanma konusunda tecrübe toplamak için önemli bir girişim olmuştur. Zaten her ayaklanmanın mutlak zafer getireceğinin garantisi de yoktur. Üstelik her başarısızlık da, mutlaka hata yapıldığı anlamına gelmez. Plehanov ise başarı şansı olmadığı için ayaklanmaya girişmeyi de silahlara sarılmayı da yanlış bulmaktadır.

 Lenin’in makalesinde ele alınan ikinci konu, mevcut durumda nasıl bir taktik izleneceğine ilişkin bir konudur. Bu sorunda Lenin, devrimin yükseleceğini ve yeni bir ayaklanma olacağı iyimserliğinden hareket etmektedir. Lenin devrimin yükseleceği umuduna ve meclisin toplanmayacağı düşüncesine dayanarak ‘kahrolsun meclis hayalleri’ parolasını yükseltir. Anlaşıldığı kadarıyla Lenin, ayaklanmanın hala gündemde olduğunu düşünmektedir ve yeni bir ayaklanma beklemektedir. Bu nedenle ayaklanmayı gündemde görmeyen Plehanov’u eleştirmektedir. Ayaklanmanın hala gündemde olduğunu düşünen Lenin bakın ne diyor:

Hayır, ayaklanmayı gündemden düşürmek için bir neden yok. Şu anda gerici olan koşullardan hareket ederek, parti taktiğini yeniden değiştiremeyiz. İsyanın üç ayrı akımını (İşçiler, Köylüler ve Askerler) sonunda tek muzaffer bir ayaklanmada birleştirmede başarılı olacağımız umudunu yitiremeyiz ve yitirmememiz gerekir.’(Lenin Werke 10, s. 106).

Plehanov ise, devrimin gerilemekte olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla da boykota karşı durmaktadır. Meclise katılmayı ve sendikalarda çalışmayı önerir Plehanov. Bu iki yaklaşımın hangisi partide egemen olacaktır? 1906 Şubatında Petersburg’da Bolşeviklerin ve Menşeviklerin birlikte katıldıkları şehir konferansı düzenlenir. Bu konferansa her iki fraksiyonun 2000’in üzerinde işçi ve entelektüellerden oluşan taraftarları katılır. Seçimlere ve meclise katılma konusu tartışıldıktan sonra, oylama yapılır: 1268-926. Çoğunluk (1268), aktif boykot kararı alır; yani sadece Duma seçimini değil, her türlü seçimi (delege seçimi vb.) boykot eder; ama seçim toplantılarından propaganda amacıyla yaralanmayı savunur. 926 kişi ise boykotu yanlış bulur. (Bkz. Lenin Werke 10, s. 118)

Rusya’da mevcut durumun değerlendirilmesi sorunu, Rusya Marksistlerini tarihsel deneylere başvurmaya  götürür.  Acaba Rusya, Almanya’nın 1847 yoksa 1849 yılındaki dönemini mi yaşıyor? (1847 yılı Almanya’da devrimin yükseldiği, Almanya’da meclisin toplandığı bir dönem iken, 1849, devrimin bozguna uğradığı bir yıl ). Menşeviklerin önderlerden olan Dan, Rusya’daki mevcut durumun, Almanya’nın 1849 yılına benzediğini ileri sürmekteydi. Buna karşın Lenin, mevcut Rusya’daki durumun Almanya’daki 1847 yılına denk geldiğini düşünmektedir. (Bkz Lenin Werke 10, s. 115).

1906 Mart ayında kaleme aldığı uzun bir makalede (Rus Devrimi ve Proletaryanın Görevleri)  Lenin daha ihtiyatlıdır. Beklediği silahlı ayaklanmanın ve devrimin gündemde olmadığını sezmeye başlar. Bu nedenle Marx’ın 1848-1850 dönemindeki tutumuna dikkat çeker. Şöyle yazmaktadır:  Marx da, 1848 devriminden sonra yeni bir kalkışmanın olacağını düşünür, 1850 yılında işçileri yeniden silahlı ayaklanmaya çağırır ve buna göre hazırlanmak gerektiğini vurgular. Ama beklenen devrimci kalkışma, silahlı ayaklanma gerçekleşmez. Marx, mevcut durumu yeniden analiz eder; devrimin gerilemekte ve karşı devrimin gelişmekte olduğunu gördükten sonra, düşüncesini değiştirmekten çekinmez. Lenin, Marx’ın tutumunu aktarırken şunları yazıyor:

Marx’ın bu tutumunu şimdiki zor dönemde daima göz önünde tutmalıyız. ‘Gerçek devrimin’ yakın bir gelecekte mümkün olup olmadığı sorusuna, hareketin ‘temel biçimi’ sorusuna, ayaklanma ve hazırlanması sorusuna büyük bir ciddiyetle yaklaşmak zorundayız. Mücadele eden bir parti, kıvırmadan, bahaneler uydurmadan, hiçbir şeyi gizlemeden, açık ve net bir şekilde bu soruya cevap vermekle yükümlüdür. Böyle bir soruya net bir cevap bulmayı başaramayan bir parti, parti adını hak etmez.” (Lenin Werke 10, s. 129)

Bu makalesinde Lenin, mevcut duruma göre düşüncesinin değişeceğinin sinyallerini vermektedir. Makalesinde şu soruları ortaya atar: Yeni bir ayaklanma mümkün müdür? Yoksa Rusya berbat bir döneme, burjuva yarı-anayasacılık dönemine mi giriyor? Bu sorulara karar verebilmek için yeterli verilere sahip miyiz? (Lenin Werke 10, s. 129). Görüldüğü gibi Lenin, kendi görüşlerini gerçekliğin karşısında sürekli sınama süzgecinden geçiriyor. Devrimin yükseleceği iyimserliğini korurken, doğru taktiğe ulaşmak için aynı zamanda olguları gerçekçi bir şekilde ortaya koyar.

Ayaklanmaya karşı ve ayaklanmadan yana olan olguları saptamaya çalışır. İlkin yeni bir ayaklanma girişimine karşı olan olguları belirler. Bu olguları sıralıyorum. 1-) Çarlık hükümeti, baskının, tutuklamaların, infazların yardımıyla olsa da meclisi toplama olanağı yaratmıştır. Lenin, bir-iki  ay öncesine kadar meclisin toplanmasını pek mümkün görmüyordu. 2-) Şehirlerde işçi sınıfının ayaklanması bastırılmıştır. 3-) İşçiler bastırıldığı için ilkbaharda beklenen köylü  hareketi ancak etkisiz ve güçsüz olabilecektir. 4-) İşçi  sınıfının moralinin  bozulduğu aşikardır.

Lenin, ayaklanmaya karşı olguları açıkladıktan sonra, ayaklanma için uygun olguları açıklamaya çalışır. Kautsky’nin ‘Rus Devrimi’nin Umutları’ başlıklı makalesindeki görüşlerine gönderme yapar. Kautsky, ‘Rus devriminin nihai olarak ezilmiş olduğu, devrimin gerilemekte olduğu’  gibi düşüncelere katılmaz.

 Kautky, 1848 Fransa Devrimi ile 1905 Rus devrimi arasındaki dört temel farka işaret etmiştir: 1-) 1848 yenilgisi, sadece Paris işçisinin değil,  tüm Fransız işçisinin yenilgisidir. Oysa 1905 Moskova Ayaklanması, sadece Moskova işçisinin yenilgisidir. Petersburg, Kiew vb işçileri yenilmemiştir. 2-) İkincisi, 1848 yılında köylüler, gericiliğin yanındaydı; 1905 Rus Devrimi’nde köylüler devrimin yanındadır. 3-) 1848 Devrimi’ne götüren olgular, 1847 yılındaki kriz ve açlıktı. 1848 sonrası dönem, krizin sona ermesi ve sanayinin gelişimi gericiliğin işine gelmiştir. Oysa 1905 yılındaki açlık ve kriz, etkisini daha sonra gösterecektir.4-) Kautsky, Moskova işçilerinin 2 hafta boyunca topçu atışlarıyla desteklenen askeri güce karşı dayandığını vurgular. Engels’in ‘barikat savaşlarının zamanı geçmiştir’ düşüncesini eleştirir ve şöyle düzeltir: ‘eski savaşların zamanı geçmiştir.’

Lenin, ayaklanmanın hala mevcut koşullarda gündemde olduğunu düşünür. Sonuçta bir ikilemi karşı karşıya getirir Lenin: Ya devrimi sonuna kadar götüreceğiz,  ya da meclise katılacağız. Makalesinde Lenin’in yürüttüğü mantığın tek yanlı olduğu göze çarpmaktadır. Şöyle ki, parlamentoya katılmanın devrimi dışlayacağını düşünmektedir. Ama daha sonra, devrimi ilerletmek için parlamentoda çalışmanın önemini görür ve daha sonraki süreçte görüşlerini değiştirir.

Bu önemli sorunun, meclise katılıp katılmama sorununun, gelecek parti kongresinde kararlaştırılması gerektiğini vurgularken, kongreye seçimlerin ve meclisin aktif bir şekilde   boykot edilmesini önerir. Boykotu, yanlış bulan Kadetlere ve Plehanov’a karşı yine Lenin, Kautsky’nin düşüncelerine başvurur. Lenin, ‘Kautsky ve Devlet Duması’ adlı makalesinde Kautsky’nin şu düşüncelerinin altını çizmiştir: Marksist teoriye göre taktikler, somut tarihsel koşulların analizini gerektirir. Somut koşullar elverişliyse, göstermelik bir meclis boykot edilebilir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur.

Sonuçta Bolşevikler tarafından I. Duma seçimi boykot edilir. Ne var ki, boykot, seçimlerin ve I. Duma’nın  (Witte Duması) toplanmasını engelleyemez. Bolşevik Partisi Tarihi’nde Boykot konusunda şunlar yazılıdır:

Bulygin Duması’nın ‘boykotu başarılı olmuştu, çünkü devrimin yatışmaya yüztuttuğu bir sırada değil, devrim dalgasının yükselmeye başladığı bir sırada yapılmıştı ve  Duma’nın  suya düşürülmesi  de ancak devrim dalgasının yükselişi koşulları içinde mümkün olabilirdi. Witte Duması’nın, yani Birinci Duma’nın boykotu, Aralık ayaklanmasının yenilgiye uğramasından sonra  ve Çarın üstünlüğü ele aldığı bir sırada, devrim dalgasının yatışmaya yüztuttuğunu  gösteren inandırıcı kanıtların var olduğu bir sırada yapılmıştı.(...) Wittte Duması’nı boykot, Duma’nın etkisini önemli ölçüde kırarak, halkın bir kesiminde, ona olan inancı zayıflatmakla birlikte, toplanmasını engelleyemedi; çünkü boykot, şimdi belli olduğu üzere, devrimin yatışmakta, gerilemekte olduğu bir sırada yapıldı. Bu yüzden, 1906  yılında  Birinci Duma’yı boykot işi, başarı sağlamadı’ (Bolşevik Partisi Tarihi, s. 112).

Yukarıdaki alıntıda boykotun ‘devrim dalgasının yatışmaya yüztuttuğunu gösteren inandırıcı kanıtların var olduğu bir sırada yapılmış’olması nedeniyle başarıya ulaşmadığı belirtilmektedir. Bu şu anlama da gelebilir: Lenin ve Bolşevikler, durum analizini yanlış yapmışlardır.

Burada bir olguyu gerçekçi bir şekilde saptamak zorundayız: 1906 Şubat ayında kaleme aldığı makalesinde, yani mevcut durumun değerlendirilmesinde Lenin yanılmıştır ve Plehanov haklıdır. Çünkü devrim gerilemeye başlamıştır. Yıllar sonra Lenin’de Sol Radikalizm Çocukluk Hastalığı başlıklı ve müzmin boykotçuluğu eleştiren eserinde hatasını kabul ederek şöyle diyecekti: ‘1906 yılında Bolşeviklerin ‘Duma’’yı boykotu, küçük ve kolay düzeltilebilir bir hata olmakla birlikte yine hataydı.’ (Lenin Werke 31, S. 20)

Witte Duması’nı boykot çağrısına rağmen kitlelerin ezici çoğunluğu oy kullanır. Bolşevikler ve Menşevikler, Duma’ya katılmadıkları için bu kitleler,  ilerici gördükleri adaylara oy verdiler. Duma’ya girenler şunlardı: Anayasacı Demokratlar; bağımsız liberal radikaller; parti dışı işçi adayları; köylü partisi (Trudovikler); Partinin talimatlarını dinlemeyen, bağımsız aday olarak katılan sosyal demokrat işçiler. (O dönemde Marksistler kendini Liberal Demokratlardan ayırmak için Sosyal Demokrat olarak adlandırıyorlardı).

Lenin, seçimlerden sonra yazdığı bazı makalelerinde seçimi kazanan partilerin analizini yapar. Seçimlerin galibi, Anayasacı Demokrat (Kadet)  partisidir. Lenin iki olguya çok şaşırmıştır: Birinci olgu, toprakların yeniden bölüştürülmesini savunan ve köylü partisi olan Kerensky’nin liderliğindeki Trudoviki partisinin 94 milletvekili ile meclise girmesidir; ikincisi ise bağımsız 15 işçinin Duma’ya girmeyi başarmasıdır. Ne var ki bazı Bolşevikler, işçilerin milletvekili olarak seçilmesini görmezlikten gelmeye çalışırlar.

Lenin, bu durumu ‘Devlet Duması’ında İşçi Grubu’ başlıklı makalesinde ele alır. İlkin şöyle sorar? ‘Bu 15 işçi milletvekili parlamentoya nasıl girdi?’ ve şöyle açıklar: ‘İşçi örgütleri tarafından aday gösterilmediler. İşçilerin çıkarlarını temsil etmek için parti tarafından yetkilendirilmediler. RSDİP’in hiç bir yerel örgütü, üyelerini Devlet Duması’na göndermek için karar almamıştır (ki böyle bir karar alabilirlerdi).

Peki meclise nasıl girdiler? ‘İşçi milletvekilleri parti-dışı yollardan meclise girdiler. Hemen hemen hepsi, Kadetlerle,  doğrudan veya dolaylı olarak, zımni veya açık anlaşmalar yoluyla meclise girdiler. Bir çoğu meclise böyle girdi, Kadet olarak mı Sosyal Demokrat olarak mı seçildiklerini saptamak imkansız. Fakat meclise girmiş olmaları bir gerçektir, hem de politik bakımdan son derece önemli olan bir gerçek. Bu gerçeği gizlemek, ki bu bugün bir çok Sosyal Demokrat bu gerçeği gizlemektedir, bu, yararsız olduğu gibi, affedilemez deAffedilmez, çünkü, genelde seçmenle, özel olarak da işçi partisiyle saklambaç oyunu oynamak anlamına gelir. Yararsızdır, çünkü bu gerçek,  olayların akışı içerisinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.’ (Lenin, Werke 10, S. 406).

Seçimlerin yapıldığı ve I. Duma’nın toplandığı dönemde RSDIP’nin dördüncü birleşme Kongresi yapılır. Menşevikler ve Bolşeviklerin birleştiği bu kongre sırasında ilginç bir gelişme yaşanır. Bu konuda Bertram D. Wolfe şöyle yazıyor:

 ‘Stokholm Kongresi bu şaşırtıcı haberlerini değerlendirmek için yeni bir toplantıya başladığında Transkafkasya’da hala seçimler sürüyordu. Menşevik delegasyon, Partinin hemen ilk görüşünü terk etmesini ve Transkafkasya seçimlerinde aday gösterilmesini önerdi. Bolşevikler, ‘devrimci’ tutuma karşı bu ‘ihanet’in karşısında infiale kapıldılar. Fakat Bolşevik hizbinin bu infiali geçiştirilememişti ki, Lenin’in kendisi, kendi hizbini terkedip Menşeviklerin önergesi lehine oy kullanıverdi. Bolşevikler hayretle bakakaldılar. Önerge kabul edildi. Transkafkasya’ya telgrafla seçimlerde aday gösterme emri gönderildi. Seçimlerin sonucunda, Sosyal Demokrat Parti adaylarının sadece İşçi Kuryelerini değil, bütün Transkafkasya’da kazandığı görüldü.’ (Bertram D. Wolfe, Devrimi Yapan Üç Adam, Cilt 2, s. 41-42).

Lenin, olguları ve gerçekliği sürekli dikkate almıştır. Nihayet Lenin ayaklanmanın hemen gündemde olmadığını görmüştür. Seçimleri boykot etme, devrimin yükseldiği, dolayısıyla fırtınalı günlerde haklı olabilirdi. Ayaklanmanın gündemde olmadığı, devrimin gerilediği dönemde boykot düşüncesi doğru değildi. Lenin, ‘Bu düşünceyle, Menşeviklerle birlikte, seçimlere katılma yönünde oy kullandı. Kendisini, kendi kurduğu hizipten bile ayırabilecek bir sorun olduğu halde, seçimlere girmekten yana oy kullandı.’ (Bertram D. Wolfe, age, s. 42).

Ne var ki, (eski takvime göre) 27 Nisan 1906 tarihinde toplanan I. Duma, ancak 72 gün çalışmasını sürdürebildi.  Duma’da çoğunluğu kazanmış olan liberaller toprak sorununu parlamenter yoldan çözmek istemeleri yüzünden, 8. Temmuz 1906’da I. Duma hükümet tarafından dağıtıldı.  Parlamenter çalışma konusu, Duma seçimleri konusu aşağı yukarı 4 yıl önemli bir sorun haline gelir, bütün diğer sorunların önüne geçer. Devrim ve parlamenter çalışma ilişkisi önemli bir sorun olarak gündemdedir. Lenin, bir tarafta Bolşevikler arasında yaygın olan, parlamenter mücadeleyi küçümseyen  ‘mekanik devrim’ anlayışına karşı mücadele ederken;  parlamenter mücadeleye gereğinden fazla değer veren Menşevikleri de eleştiriyordu.

Diğer çalışmalarım nedeniyle, burada yazıma ara vermek zorundayım. Bundan sonraki gelişmeler, II, III. Ve IV. Duma Seçimleri  başka bir yazının konusu olabilir.  Umarım bazı konular açıklığa kavuşmuştur. Aşağıdaki  tablonun yararlı olacağını düşünüyorum.

Rusya 1906-1917 Yıllarında Dört Meclisteki Partilerin Milletvekili sayısı (Kaynak Wikipedia)

Partiler

1905

Bulygin Duması

1.DUMA

2.DUMA

3.DUMA

4.DUMA

1905

TOPLANAMADI

Nisan-Haziran

1906

Şubat-Haziran 1907

1907-1912

1912-1917

Kadetler

179

92

52

57

Trudowiki

94

Sosyal Devrimciler

BOYKOTT

34

BOYKOTT

BOYKOTT

Oktrobistler

17

32

120

99

RSDIP

BOYKOTT

65

14

14

Aşırı Sağ

15

63

53

64

İşçi Grubu

 

15

 

 

 

Şimdi çok kısaca Türkiye’de ‘müzmin boykotçuluğun’ argümanlarına kısaca göz atalım. En çok öne sürülen argüman şudur: Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak,  ‘düzeni meşrulaştırmak, düzenin devamlılığını sağlamaya yönelik bir oyundur. Bu nedenle seçimi boykot ediyoruz‘ Şu argümana bakın!.  Hani şu analiz yapılırsa anlarız: ‘İşçiler ayaklanma içindedir, devrimci hareket gelişiyor. Böyle bir ortamda seçim, düzeni meşrulaştırmak demektir.’ Ama gerçek bir analiz yapılmadığı gibi, boykotu gerekli kılan koşullar da yoktur. Dolayısıyla ileri sürülen argümanlar toplumsal ve politik analizden yoksundurlar. Böylesi argümanlar, eksik ve dolayısıyla tek yanlı bir bakış açısının ürünüdür. Böylesi bir bakış açısı ise, tüm tarihsel deneyleri hiçe sayan bir bakış açısıdır. Çünkü düzeni meşrulaştırmadan yürütülen ve devrimci hareketin gelişimine katkı yapabilecek bir parlamenter mücadeleyi baştan dışlamaktadır. Düzeni meşrulaştırmadan da, parlamenter mücadele yürütmek mümkündür. Mevcut koşullarda, bunun nasıl yapılacağını öğrenmeden, sosyalist solun siyasal güç olması olanaksızdır. Ama seçim taktikleri de birleşmiş bir örgütü ve partiyi gerektirir. Birleşme çabası göstermeyen örgütlerin sürekli  kankaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bütün olgular, gerçek devrimci bir parti yaratılmadan sosyalist hareketin Türkiye topraklarında etkin olamayacığını gösteriyor.


[1]Engels, MEW Band 22, s. 439-443

[2]Lenin’in Toplu Eserlerinin 25.  cildindeki bu makalenin Türkçeye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum.

[3]Lenin, Bolşevik yerine ‘Çoğunluk’ terimini kullanmaktadır. Çünkü Bolşevikler ve Menşevikler Nisan 1906 Stockholm Birleşim Kongresinde yeniden birleşirler.