1900’lerin başında Hürriyet ve İtilaf ve İttihat Terakki adlarıyla ikiye bölünen Genç Türkler Hareketi, egemenler adına birinci parti ile sağcılığı, ikinciyle de ‘sol’culuğu temsil ediyordu. Yani Hürriyet ve İtilaf partisi (programları liberalizm olarak gözükse de)padişahlığı-mandacılık ve İslamcılığı ilke edinirken, İttihat Terakki partisi, Meşruti Monarşiyi-Türkçülüğü ve Aydınmacılığı savunuyordu. 1913 yılında darbeyle hükümet olan İttihat hareketi, zamanla ekonomik ve siyaseten çözümsüz kalınca, çareyi ülkedeki üretimin belkemiğini oluşturan Ermeni-Rum-Yahudi ve diğer halkların birikimlerine el koyma yolunu seçti. Ve bildiğimiz 24 Nisan 1915 tarihinde startı verilen vahşet başladı. Bu katliam aslında Türk-İslam Sentezinin ilk imzasını taşıyordu. Sonrasında Cumhuriyet Hükümeti de yavaş da olsa bu yoldan yürüdü.
CHP İKTİDARINDAKİ OLUMSUZLUKLAR
CHP’nin 1923-1950 yılları arasındaki iktidarında, geçmişteki olumsuzluklar gibi baskı ve şiddeti görüyoruz. Kurulan sistemin de tek kanatlı (Cumhuriyet) olduğunu ve diğer kanadı olan demokratikliği taşımadığı için de özgürce uçamadığını hem CHP iktidarında hem de daha sonraki yıllarda ki rejimin işleyişlerinde yaşadık ve gördük. CHP’nin bu olumsuzluklarda ki payı; 27 yıllık iktidarında doğrudan, diğer dönemlerde de dolaylı olarak var. CHP iktidarında siyasi olarak özetle;
Nazım Hikmeti ve yüzlerce aydını onun şiirlerini söylediği için zindanlara atmış. Güçler ayrılığını değil birliğini örgütlemiş. Komünistlere ( ki bunlardan bir de Atatürk’ün kuzenidir) sistemli baskı ve işkence uygulamış. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının vahşi şekilde katledilmesine onay vermiş. Rumlara ve Kürtlere yönelik kitle katliamları yapmış. Topal Osman ve faşist çeteler ile örgütsel ilişkiler geliştirmiş vb. olmuştur.
Bu siyasi olumsuzluklar, ekonomik-sosyal-kültürel vb. alanlarda da devam etmiştir.
A- EKONOMİK AÇMAZLAR
CHP, iktidarı boyunca hem sanayi de hem de tarımda halkın refahını artıracak temel kalkınma stratejilerini, uygulayamadı. Ekonomik istem olarak kapitalizmi tercih etti. Hâlbuki burjuva devrimcilerine yardım eden SSCB idi. SSCB’ne dost, fakat sosyalizme ve sosyalistlere düşmanca yaklaştı. Bu anlamda, CHP iktidarı ekonomik sorunları çözemeyerek, yoksul halkın çoğunluğundan uzaklaşmış oldu. CHP iktidarı kapitalist yola girdi fakat çözümsüzlüğü seçti.
Şöyle ki; kapitalist kulvarda gelişimi sağlayacak ekonomik adımlar da mevcuttu. Bu ithal ikame politikası yani; fabrika yapan fabrikaları kurmaktı. CHP, sanayide, Osmanlı devletine göre gerçekten ileri adımlar attı. Kitlelerin ihtiyacı olan çoğu tüketim fabrikalarını kurdu: dokuma, iplik, şeker, demir-çelik, kiremit, çimento, şişe ve cam, kâğıt-karton, sigara vb. Ama bu fabrikalar Batı’dan getirilen makine ve akşamlarla kuruldu. Hâlbuki kalkınma için, bu fabrikaların tüm aksamını üreten fabrikaları öncelikle kurmaları gerekiyordu. Ki koşullar da buna uygundu. Bu da artı değerin yurt dışına gidişini engelleyecek ve de aksine ülkeye gelişini hızlandıracak temel politikaydı. İşte bu da kapitalist kalkınmada kitlelerle kurulacak stratejik bir adımdı. Ama bu yola girmedi!
B- SOSYO-EKONOMİK-KÜLTÜREL AÇMAZLAR
CHP iktidarı, sosyo-ekonomik ve kültürel alanda da ciddi hatalar yaptı.
Birincisi; Cumhuriyetin ilanıyla başladığı anti feodal mücadeleye devam etmedi. Ağalık ve büyük toprak sahipleriyle uzlaştı. Köylülüğü kazanacağı en önemli adım; toprak reformu ve de feodal ağaların-beylerin tasfiyesiydi. Ama bu konuda bir programı olmadı. Dolayısıyla toplumun aydınlanması için attığı birçok olumlu adım, emekçi ve yoksul kitlelere ulaşamadı.
İkincisi; attığı tüm adımlar, devlet memurları-aydınlar ve şehir küçük burjuvazi ile sınırlı kaldı. Köy Enstitüleri gibi gerçekten dev adımlar, geliştirilip üretimin ve aydınlanmanın derinleşmesi için gerekli desteği ve moral değeri iktidardan göremedi. Zaten CHP iktidarı döneminde (1947-48 yılı) önce üretime yönelik okullar, daha sonraki yılda da tüketime yönelik okullar kapatıldı. Kapatılmayan Köy Öğretmen okullarını da DP iktidarı 1954 de kapattı. Bu kapanan eğitim boşluğunu gericiler, hem CHP hem de sağcı iktidarlar zamanında, dini okul ve kurslarla doldurdular. Bu açmazın en tehlikeli ve korkunç şekli ise laiklik ilkesinde yaşandı.
TÜRK USULÜ LAİKLİK
1924 Martında CHP hükümeti tarafından kurulan Diyanet, aslında, Cumhuriyetin bindiği laiklik dalını kesen bir projedir. Avrupa’da ki burjuva devrimleri, binlerce yıllık acılar ve tecrübeler sonucunda şu sonuca varmıştı: devlet işleriyle din işleri ayrılmalı ve kesin olarak dine ait hiçbir kurum ve örgütlenme devlet şemsiyesi altında yer almamalı. Bu önemli ders ve birikim, bugün iktidarların tüm tahrifatlarına rağmen Batı’da halk tarafından öz olarak korunmaktadır. Onun içindir ki komünistinden, şeriatçısına, yoksulundan şiddet mağdurlarına kadar milyonlarca insan, bu ülkelere akmaktadır. Dünyanın en zengin İslamcı Körfez ülkelerine giden kişi gördünüz mü? Burada ki ölçü; esas olarak zenginlikten önce laikliğin sağladığı özgürlük ortamıdır! Ülkemizde ki gericiliğin, ahlaksızlığın, kişiliksizliğin, hırsızlığın ve çürümenin temelinde Türk usulü laiklik yatar. CHP’lilere duyurulur.
Bunun farkına varmayana bırakın sosyalist ve devrimci, solcu bile denemez! CHP bu alanda da sınıfta kaldı ve Anadolu’nun İslamiyet’te yaptığı Rönesans’ı ve Reformu algılayamadı. Bu tarihsel içsel devrimi gerçek bir laiklik ve seküler yaşamla taçlandıramadı.
1965-2014 YILLARINDA CHP
Bu dönemde CHP’nin tek nisbi olumlu süreci 1974-1978 Eylül ayı arasındaki Ecevit iktidar dönemidir. Diğer zaman aralıklarına yani 2020 yılında ki Kılıçdaroğlu’nun başarılı hamlesine kadar CHP (aslında bu hamle, 2014 yılında Ekmeleddin ’in aday gösterilmesiyle başladı. Fakat henüz olgunlaşmadığı için başarılı olamadı), sağcı iktidarların, darbecilerin gizli destekçisi olarak varlığına devam etti.
Yıllarca devam eden faili meçhul cinayetlere, devrimcilere yönelik şiddete, Kürtler ve azınlık uluslara yönelik nefrete, ülkedeki genel korku ortamına, şeriatçıların devlet eliyle örgütlenmesine, yoksul halkın cahil diyerek küçümsenmesine, rte iktidarı ve sayısız kötülüklere karşı CHP, ciddi olarak ne yaptı? Eski baskıcı-ötekileştirici-bürokrat ve üstüncü tavrını devam ettirdi, devletini gözü kapalı savunmaya devam etti. Yani halkın gözündeki olumsuzluklarını besleyen esas faktörlerden biri de devleti Atatürk’ün eseri olarak savunurken aslında ‘övünürken hırsızlığını anlatan Roman’lar gibiydi. Fakat 2013-23 yılları itibariyle devletin içinde bir kesim, Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde yeni bir konsept uygulanmaya başladı. Şimdi de ona bakalım.
KILIÇDAROĞLU’NUN HAMLESİ
Bu başlıktaki stratejiyi abartmadan gerçek içeriğiyle kavrayabilmek için, öncelikle RTE’nin rejim değişiklik stratejisine bakmamız gerekiyor.
RTE, kankası cemaatçi denen dini grupla anlaşamayıp 2013 yılında birbirlerine girdiklerinde, bu savaştan, Fetullah grubunun stratejik hatası nedeniyle galip çıktı. Erdoğan kavgadan galip çıktı fakat gördü ki devleti yönetecek ciddi bir kadrosu yok! Bu açıdan yeni ittifaklar aramaya başladı. Bu arayıştan çok önce 2007 yılında; Kürtlerle ve Cemaat ile olan iş birliğine karşı çıkan, devlet içinde güçlü olan ulusalcıları temsilen Genel Kurmay Başkanı Y. Büyükanıt ile Dolmabahçe’de yapılan toplantı tutanakları imdadına yetişti. Devlette örgütlü olan ulusalcılar onun yeni kankası olabilirdi. Bunun üzerine düğmeye basıldı: içeri alınan generaller ve subaylar büyük oranda tahliye edildi. Generallerin istediği Cemaatin tasfiyesi zaten başarılmıştı. Ulusalcıların ikinci istekleri olan çözüm masasının ilgasına de evet dendi ve masaya tekme vuruldu(hem de kimseye haber verilmeden). Strateji tersine dönmüş oldu. Fakat kadrosu olmayan RTE, kendini pek güven de hissetmiyordu. Ulusalcı kesim, devleti, özellikle de kendisini devirebilecek orduyu kontrol ediyordu. Yeni ortaklarıyla herhangi bir çatışmada Cemaatçiler gibi bunları kolayca halledemezdi. Bunun için; 3 Temmuz 2013 yılındaki Kankası Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin devriliş dramından gerekli dersi çıkarmıştı. Ve korkunç bir proje için tam iki buçuk yıl(2013-2016) çok ayrıntılı bir hazırlık yaptı. Kendi Bekası ve algı yönetimi açısından oldukça başarılı olan bu strateji, yasadışı ve gizliydi: 15 Temmuz Darbe Girişimi.
RTE, bu darbe girişimi için güvenilir kadrolarını eğitmiş ve sahaya sürmüştü. FETÖ'cü denen grubu oyun içine çekti ve darbe için alan boşalttı. Atatürkçü ve Ulusalcı kesimleri, anti RTE darbesi için G. Kurmay Başkanı H. Akar ve MİT Müsteşarı H. Fidan’ı görüştürdü. Fakat onlar bu oyuna gelmese de birçok Subay bu oyuna emir-komuta çerçevesinde katıldılar. Bunların en talihsiz kesimi ise; genç subay ve askeri öğrencilerdi. Feci şekilde başları kesilenler oldu, dayak yediler ve hapse atıldılar. RTE ise darbe girişimini eniştesinden duymuştu (!) Sonuçta darbe Cemaatin üstüne kaldı.
Aslında bu proje devlet içinde ki on binleri bulan tasfiyeler ve yaratılan korku ortamıyla amacına ulaşmıştı. Yani ulusalcılar artık RTE’yi öyle kolay kolay yıkamayacak bir konuma getirildi. Fakat konumuz açısından soruna yaklaşacak olursak, bu darbe girişiminin şokuyla herkes gibi CHP ve Kılıçdaroğlu’nun da bundan etkilendiğini gördük. Aylar sonra Kılıçdaroğlu gerçekleri dillendirmeye başladı. Devlet içinden birileri ona gerçekleri anlatmış olabilirdi. Fakat yabancı istihbarat güçleri de gerçekleri faş etmeye başlamıştı zaten. Bunun üzerine Devlet içinde ki ‘sol’ güçler Kılıçdaroğlu liderliğinde harekete geçtiler. İlk adım Ekmeleddin hamlesi oldu!
RTE’nin bu son operasyonuyla tarihsel paradigma değişmişti. Halkın çoğunluğu, sadece CHP’nin değil, sağcıların da baskıcı ve şiddet yanlısı olduğunu görmüş ve titizlikle korunan halkın yüz yıllık algısı yerle bir olmuştu. Türk-İslam Sentezi için aslolan partiler değildi. Olması gereken sadece iyi ve kötü polis oyunuydu. Sağcılar artık kötü olmuşsa şimdide ‘Sol’un iyi polis olma zamanıydı. Belki de Kılıçdaroğlu kendisi bu projeyi geliştirmişti. Başlangıçta hatalar yapsa da gelinen noktada projesini gerçekten zirveye taşımayı başardı. Fakat şurası kesin ki bu proje devlet içinde alıcı buldu ve destek atışları başladı. Örneğin Peker ve Yakut’un açıklamaları, ülkücülerin 'kitlesel desteği' bu çerçeve de okunmalıdır.
Kılıçdaroğlu çok ciddi bir yükün altında! Sonunun Ecevit gibi devrimcilerin katline izin veren biri olma ihtimali de var. Bu anlamda, vaatlerinin çoğunu yerine getirebilmesi için gerçekten yoksullardan yana olması gerekir. Kapitalizm de ise uluslararası Finans kuruluşu ve şirketler oligarşisi daha fazla kar etmeden yoluna devam etmez. RTE’nin gidişi Türkiye pazarının açılışı demektir. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’na cüzi kar ile destek vereceklerdir fakat daha sonra ‘deveyi hamutuyla yutmak için’. Ne varki ezilenler (Kürtleri saymazsak) ve emekçilerin örgütlü bir gücü yok. Bunları da ilerdeki analizlerimde ele alacağım.
Gelecek bölüm: RTE’NİN VE KILIÇDAROĞLU’NUN ŞAPKASINDAKİ TAVŞANLAR