Olup biteni kısa olarak aktaracak olursak: cumhurbaşkanı olabilmek için dört yıllık üniversite mezunu olmak gerekiyor ve RTE’nin üniversite eğitimi konusunda çelişkili bilgiler bulunuyor. Kimine göre mezun olunduğu iddia edilen üniversite o tarihte henüz kurulmamıştı… Bir başkasına göre kişi mezun olmadan önce yedek subay askerlik yapmıştı. Bir başka iddiaya göre RTE’nin biyografisinin anlatıldığı kısa açıklamalarda üniversitenin adı değişiyordu. Hepsinden daha önemlisi, üniversite mezunu olmadığı konusundaki iddialara karşın RTE diplomasının orijinalini gösteremiyordu.
“Sen üniversite mezunu değilsin” iddiası karşısında kişinin ne yapacağı bellidir: diplomasını gösterir ve konu kapanır!
Diploma arşive kalkmış, bulunamıyormuş gibi bir gerekçe komik bile değildir.
Cumhurbaşkanının diplomasını arşivde bulamayan devlet, yüz yıl önceki Ermeni soykırımı için “arşivlerimiz açık, isteyen inceleme yapabilir” dediğinde ne kadar ciddiye alınabilir?
Ek olarak, kişi diplomasının orijinalini arşive vermez, noter onaylı kopyasını verir, esası kendisinde kalır. 1972 ODTÜ mezunuyum ve diplomanın orijinali halen duruyor.
RTE diplomasını kaybetmişse, ki öyle söylüyor, üniversiteye başvurur, yenisini alır. Yeninin de eski orijinalin aynısı olması gerekir.
“Mezun olduğum üniversitenin şimdiki rektörü sınıf arkadaşımdı” demek hiçbir şey ifade etmez. Şimdiki rektörle sınıf arkadaşı olmak üniversitenin bitirildiği anlamına gelmez. Hiç kimse “RTE üniversiteye gitmemiştir” demiyor, “bitirmemiştir” ya da “diploması yoktur” diyor. Liseden terk olduğunuzda lise diplomanızın bulunmaması gibi, aynısı üniversite için de geçerlidir.
Selahattin Demirtaş, “Bunu kim okuttu, hatırlayan yok mu? Sınıfında olduğunu hatırlayan bir kişi yok mu?” diye soruyor.
Filanca öğretim üyesinin RTE’yi okuttuğunu hatırlaması ya da aynı sınıfta olduklarını hatırlayan bazı kişilerin çıkmasından hareketle RTE’nin üniversite bitirdiği kanıtlanamaz. Kişi üniversiteyi bitiremeden ayrılmış da olabilir.
Dün RTE’nin diplomasının noter tasdikli örneği yayınlandı. HDP yetkilileri diplomanın gerçekliğini araştıracaklarını söylediler.
Önemli soru şudur:
RTE daha önce ülkenin en önemli kenti İstanbul’da büyük şehir belediye başkanıydı. Sonra milletvekilliği, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı geldi. Yaklaşık yirmi yıllık bu süreçte hiç kimse neden RTE’nin biyografisiyle ilgili olarak verdiği bilgileri kontrol etmek ihtiyacı duymadı?
Milletvekillerinin, bakanların, başbakanların biyografileri açıktır. TBMM’nin her dönem için yayınlanan kayıtlarında bulunur. Burada kişinin eğitim düzeyi de yer alır. Üniversite mezunu olduğunu beyan eden bir kişinin bu beyanının gerçek olup olmadığını, diplomasının gerçekliğini araştırmak bunca yıldır neden kimsenin aklına gelmedi?
Benzer bir olay ABD’de, Almanya’da, İngiltere’de olamaz.
Bir haftada bilemediniz en fazla bir ayda biyografinizle ilgili doğru mu yalan mı söylüyorsunuz, hemen ortaya çıkarılır.
RTE’nin üniversite diplomasının gerçek olmadığı ortaya çıkarsa sadece kendisi için değil belki kendisinden daha fazla Yüksek Seçim Kurulu (YSK) için sorun ortaya çıkacaktır.
YSK milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimine girecek adayların gerekli belgelerinin tamam olduğunu onaylayan bir kurumdur. Milletvekili seçilmek için gerekli şartları yerine getirmemişseniz, YSK aday olmanıza izin vermez. Mesela siyasi yasaklı olmanıza rağmen durumu bir şekilde gizlemeyi başarıp bir partiden milletvekili adayı oldunuz. YSK bunu kabul etmez ve ilgili kişinin seçimde aday olamayacağına karar verir. Aynısı cumhurbaşkanlığı seçimi için geçerlidir.
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için gerekli şartlardan bir tanesi üniversite mezunu olmaktır. Bu ise en az dört yıllık yüksek eğitim anlamına gelir, liseden sonra iki yıl daha okumak üniversite mezunu olmak anlamına gelmez.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde üç aday vardı: RTE, Ekmelettin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş. YSK bu kişilerin seçim için gerekli şartları yerine getirdiğini onayladı, onaylanmayan seçime giremezdi.
YSK buna rağmen kendisinden RTE’nin üniversite diploması istenildiğinde bunu hemen gösteremedi. Belli ki, elinde bulunan üniversite diplomasının tasdikli örneğinin gerçek olup olmadığını hiç düşünmemişti.
Kişi cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olabilmek için üniversite diplomasının noter onaylı örneğini ilgili kuruma veriyor ve kurum da bu diploma gerçek midir diye araştırmıyor. Araştırmış olsaydı, diploma örneği kendisinden istenir istenmez beklemeden gösterebilmesi gerekirdi. “Bize bu belge sunulmuştur, araştırılmış ve gerçek olduğu görülmüştür” denilirdi ve konu kapanırdı. YSK bu işlemi bütün adaylar için yapmak zorundadır.
Almanya’da yıllarca Türklerin resmi makamlara sundukları belgelerin orijinali de istenirdi. Sahteliği sonradan anlaşılan o kadar belgeyle karşılaşmışlar ki, böyle bir önleme başvurmuşlardı.
Belgenin orijinalini istemek başvurulabilecek en iyi yoldur.
Orijinal sahte olarak hazırlanamaz mı, diye sorarsanız, hazırlanabilir ama bunu ortaya çıkarmak zor değildir. Bir kağıda yazılmış yazının yaşı bulunabilir. Diyelim siz yirmi yıl önce üniversiteyi bitirdiğinizi beyan ediyorsunuz ama orijinal olduğu söylenen diploma bilgilerinin yazılı olduğu kağıdın yaşı on yıl, üzerindeki yazının da bu kadar…
Bunların hepsi bulunabilir, yeter ki araştırmak isteyin…
Bu tür konuları merak etmek, peşine düşmek esas olarak gazetecilerin işidir. Gazeteci soran insandır, herkesin doğru olduğunu sandığı bir açıklamayı araştıran insandır. Bizde ise iktidarın yağdanlığı olmakla gazetecilik arasındaki çizgi ince olduğu için böyle bir şey olması beklenemez.
RTE’nin çok sayıda siyasi rakibi vardı, ama yirmi yıl kimsenin aklına kişinin biyografisiyle ilgili bilgilerin gerçek olup olmadığının araştırılması gelmemiş.
Bir zamanlar demokrasi kahramanıydı, sonra çözüm süreci vardı; araştırmanın uygunsuz olacağı düşünülmüş olsa gerektir. Düşünülmeye başlandığı zaman ise zaman geçmiş oluyor.
Burada söz konusu olan sadece diploma değildir, toplumsal bir anlayıştır. Bir işin peşine düşmesini bilmemek, karşı taraf çıkarı gereği konuyu saptırmaya çalışınca hemen onu izlemek ve bir süre sonra da bu kargaşa içinde neyi aradığını unutmak…
Sahtecilik yıllardan beri toplumun her tarafını sarmıştır ve üniversiteler de bunun dışında değildir. 1970’li yıllarda özel yüksek okullar vardı ve buralarda parayla diploma verildiğinin örnekleri vardır.
Sahtecilik bununla da bitmez. Üniversite sonrası eğitimde de yaygındır. Bu ülkede yapılan doktoraların önemli bölümü oradan buradan aşırmadır. Üniversitede olduğum yıllarda gazetelerde filanca kitabı Fransızcadan veya İngilizceden çevirip üzerine de kendisi yazmış gibi adını yazıp basan öğretim üyelerinin adları yayınlanırdı ve sonuçta da bir şey olmazdı. Hocamız böylece bilimsel yayın yapmış oluyordu!
Her bilimsel yazı birbirinin içine geçmiş iki bölümden oluşur: bilinenlerin tekrarlanması ve yazarın katkısı…
Bilinenleri tekrarlarken hangi bilgiyi nereden almışsanız referans vermek zorundasınız; referans vermeden kendisi yazmış gibi başka eserdeki bilgiyi aktarmak, bilgi hırsızlığıdır.
Almanya örneğini biliyorum ama mutlaka İngiltere, Fransa ve ABD’de de benzeri bulunmaktadır. Yeni bir bilgisayar programı var. Doktorayı programa veriyorsunuz, bilgisayar bilgi bankalarından yararlanarak size hangi bölüm nereden alınmış çıkarıyor. Kendinizin yazdığını iddia ettiğiniz bir bölümü başka yerden almış ve referans vermemişseniz, ortaya çıkıyor. Bu durumdaki bölümler yapıtın yüzde onundan fazlaysa, işiniz zor demektir. (Yüzde on kadar hata payı kabul ediliyor.) Üniversite yönetimi doktorayı geri alabiliyor.
Eskiden böyle bir program yoktu ve bu nedenle de kaba aşırmalar dışındakiler bilinemeyebiliyordu. Şimdi ise yirmi yıl önce yapılmış doktoralar bile programa veriliyor ve gerçek mi yürütme mi oldukları meydana çıkıyor.
Almanya savunma bakanının da başına böyle bir şey gelmiş, doktorasındaki önemli bölümlerin referans verilmeden başka yerlerden toplanıldığı saptanmış ve kişi istifa etmek zorunda kalmıştı. Doktorası da iptal edilmişti.
“Paralel bana komplo yaptı” gibi bir gerekçeye sığınmak da kimsenin aklına gelmemişti!
Aynı programla bizde yapılan doktoralar gözden geçirilirse, aşırma tezlerin sayısının hiç de az çıkmayacağından eminim.
Bilgiyi nereden aldığını belirtmeden kendi yazmış gibi sunmak toplumun belirli bir kesimine özgü değildir. Yaklaşık 15 yıl önce Türkçe bir yazıda yeni emperyalizmin özelliklerini okuyorum. Solda yeni bir örgütlenme bu broşürle görüşlerini açıklıyor. Yazıda yeni emperyalizm incelenmiş ve yeni olarak da sermayenin eskiden belediyelerin görevi kapsamında bulunan çöp toplama, içme suyu vb. gibi alanlara girmesi örneklenmiş. Başka bir deyişle eskiden kamu hizmeti olarak bilinen hizmetlerin değişik şekillerde özelleştirilmesi üzerinde durulmuş…
Bu görüş David Harvey’e aittir. Broşürü hazırlayan kişi İngilizcesini okumuş ve öğrendiklerini de kendi görüşüymüş gibi yazmış…
Bunun adına bilgi hırsızlığı deniliyor, sahtekarlık deniliyor. Başka birisinin görüşünü, nasıl olsa anlamazlar diye düşünerek, kendi görüşünüz gibi sunuyorsunuz.
Böyle bir ortamda RTE’nin üniversite diplomasının yirmi yıl boyunca merak edilmemesi, gerçek midir diye araştırılmamış olması normaldir.
Aynısının ön planda bulunan herkes için yapılmış olması gerekirdi.
Sahteciliğin bu kadar yaygın olduğu bir ülkede diploma diye sunulanın da şaibeli olması çok mu anormal!